SİYASÎ YAŞAM
Memlûk Devleti merkeze bağlı vilayet ve eyaletlere bağlı emirlik ve hükümdarlıklardan oluşan bir sultanlıktı. Ancak saltanatın devamlılığı kesin kaideler ile belirlenmemiştir. Sultanlar çoğunlukla sağlıklarında bir halef ilan etseler de bu durum çok nadir olarak gerçekleşirdi. Memlûk Devleti’nde sultan olacak kişinin emirler arasından seçimle başa getirildiği belirtilse de bu durum oldukça idealize edilmiştir. Bir emirin sultan olabilmesi o kişinin meziyetlerine ve kendisine sadakatle bağlı bir gurubu oluşturmasına bağlı idi. Bu durumda gücü elinde bulunduran kişi en yakın rakiplerini eledikten sonra diğer emirlerin biatı ile başa geçilir veya “seçilir”di. Bununla birlikte Memlûk Devleti’nde Kalavun Hanedanlığı bir istisna teşkil etmektedir. Sultanlar dini meşruiyetlerini halifenin menşuruyla kazansalar da Memlûkler döneminde halifenin yetkileri sembolikti. Memlûk sultanları çoğunlukla Kahire’deki Kal’at-ül Cebel’de ikamet ederlerdi. Sultana kaynaklarda“kılıç erbabı” (erbâb es-suyûf), “kalem erbabı” (erbâb el-kalem) ve “dini vazifeler erbabı” (erbâb el-vazaif ed-diniyye) olarak geçen üç sınıfın hizmet ettiği belirtilir. Ancak hangi memuriyetin hangi sınıfa girdiği kesin olarak belirtilmemiştir. [1]
Vezirlik makamı İslam devletlerinde Abbasilerden itibaren var olsa da, Memlûk Devleti’nde saltanat naipliği makamı ile vezaret makamı arka plana itilmiştir. Kesin bir görevleri bulunmamakla beraber, vezirlerin zaman zaman malî işleri zaman zaman da bazı askerî işlerde görev aldığı görülmektedir. Sultan en-Nasır Muhammed’in saltanatında ise vezaret makamı iptal edilmiştir. [2]
Memlûk Devleti’nde devlet protokolünde saltanat naipliği sultandan sonra ikinci sırada gelmektedir. Al-Umaribu makamın önemini “O sınırları olan bir sultandır. Gerçekten o, ikinci sultandır.” [3] sözleriyle dile getirmiştir. Memlûk Devleti’nde saltanat naibinin görev ve yetkileri neredeyse sultanın görev ve yetkilerine eş değerdeydi. Nitekim Sultan Muhammed otoritesini tehdit eden bu makamı ortadan kaldırmıştır.
Atabeklik makamı, Memlûklerin ilk devirlerinde Selçuklular zamanındaki anlamı ile paralel olarak “çocuk yaşındaki sultanın/şehzadenin koruyucusu” anlamında kullanılmıştır. Ancak daha sonraları atabekliğin“mukaddem el-asker” (ordunun baş komutanı) makamında kullanılmaya başlandığını görüyoruz. P. M. Holtbu makamın zamanla başlangıcındaki anlamını yitirdiğini ve zamanla emirler arasında ileri gelme ile eş anlama geldiğini belirtmiştir. [4] Atabeklik, Memlûk devlet hiyerarşisinde naipten hemen sonra gelse de her iki makamda bulunan kişiler zaman zaman sultanlığı ele geçirmişlerdir.
Birçok Müslüman-Türk devletinde rastlanan “kazaskerlik” makamına Memlûklerde de rastlanmaktadır. Kazasker olan kişi seferde ve hazarda sultanın yanında bulunurdu. Asker kökenli kişilerin üstlendiği bu makamı bazı zamanlar “Hâcib el-Hüccâb” icra ederdi. [5]
Memlûk Devleti’nde siyasi hayatın bir diğer önemli aktörü ise ordudur. Ordu, anayurtlarından toplanılan, eğitilen, azad edilen ve emir mertebesine yükselen memlûklerden oluşurdu. Emirler yalnızca silahlı kuvvetlerde yer almaz aynı zamanda devletin önemli kurumlarında da yer alırlardı. “Evlad en-nâs” olarak adlandırılan memlûklerin oğulları çoğunlukla babaları gibi bir mertebeye ulaşamazlardı. Ordu üç parça idi; sultan memlûkları (el-memâlîk es-sultaniyye), halka birlikleri (Eyyûbi hükümdarlarının muhafızları olan bu grup Memlûkler döneminde önemini yitirmiştir) ve emirlerin maiyetinde bulunan memlûkler. En önemli ikta toprakları emirlere verilirdi. Daha sonra sultan memlûklarına, en önemsiz iktalar ise halka birliklerine verilirdi. Ayrıca emirlerin de kendi içerisinde bir hiyerarşisi bulunmaktadır;
- Emîr-i Hamse (Beşler Emiri): Emirlerin en küçük rütbelisi idi. Sayıları az olmakla beraber daha çok ölen emirlerin çocuklarına bu unvan verilirdi.
- Emîr-i Aşere (Onlar Emiri): Bunlar on memlûğe veya biraz daha fazla memlûğe sahip emirlerdi. Küçük valilerin ve küçük vazifelerin görevlileri bu emirlerden oluşurdu.
- Emîr-i Tablhane (Kırklar Emiri): Genellikle kırk memlûk sahibi emirlerdi. Sayıları zaman zaman kırkı aşsa da kırktan aşağı olmazdı. İkinci dereceden önemli görevler bu emirlere verilirdi.
- Emîr-i Mie (Yüzler Emiri): Yüz memlûk sahibi olan bu emirler savaşlarda bin kişiye komuta ederlerdi. Emirler arasında en yüksek unvan olan bu emirler büyük görevlerde rol alırlardı ve sayıları yirmi dört idi. Olası bir saltanat değişikliğinde tahtın en önemli adayları bu emirlerdi. [6]
Memlûk siyasi hayatının bir diğer önemli parçasını ise divanlar oluşturmaktadır. Bu divanların bazılarından bahsetmek gerekirse;
- Divan el-Ceyş: Devlet içerisindeki askeri meselelerin görüşüldüğü bu divanda, emirlere ait iktalarla ilgili konular da görüşülürdü.
- Divan el-İnşa: Bu divan genellikle diğer devletlerle olan münasebetlerin ve eyaletlerin emirleri ile olan haberleşmelerin konuşulduğu divandır.
- Divan el-Ahbas: Vakıflarla ve vakıf arazileri ile ilgili meselelerin görüşüldüğü divandır.
- Divan el-Nazar: Günlük, aylık ve senelik olmak üzere muhasebenin yapıldığı ayrıca maaş ödemeleri ve diğer maliye ile ilgili meselelerin görüşüldüğü divandır. [7]
Son olarak Memlûklerin siyasi yapısı karmaşık ve dinamik bir siyasi yapıdır; ama aynı zamanda bu dinamizm, gelişen bir formdadır. Birçok yönüyle kendisinden önceki devletlerin etkilerini devam ettirmektedir. Ancak Memlûklerin siyasal yaşamındaki en karakteristik özellik idari, siyasi ve iktisadi görevlere asker kökenli kişilerin getirilmesidir. Dini ve adli görevler ise ilim adamlarına verilmiştir.
SOSYAL YAŞAM
Müslüman, Hıristiyan ve Yahudilerin bulunduğu Memluk sosyal yaşantısında, çoğunluğu oluşturan Müslümanlar iki sınıfa ayrılıyordu; yönetici askeri sınıf ve halk. Ekonomik hayatın çoğunluğunda toprakları da elinde bulunduran askeri sınıfın hakimiyeti söz konusuydu. Bununla birlikte tüccarlar bu grubun ardından ikinci sırada gelmekteydi. Alimler ise halk ile yönetici sınıfın arasında aracı rolünde idiler. [8]
Memlûk Devleti’nin en önemli ekonomik geliri sahip olduğu coğrafi konum gereği ülkeler arasındaki ticaretti. Bunun önemini iyi kavrayan Memlûkler önemli ticari şehirlere kervansaraylar, çarşılar, pazarlar, hanlar inşa ettirdiler. 1347 yılında yaşanan büyük veba salgını ve akabinde gelen Timur'un fetihleri Memlûk ekonomisini derinden sarsmıştır. Bu duruma bir de Ümit Burnu’nun keşfi de eklenince ekonomi iyiden iyiye bozulmuştur. Endüstri alanında ise savaş aletleri, gemileri ve dokumacılık, madencilik oldukça gelişmiştir. Ayrıca Mısır yün, ipek ve pamuk ürünleriyle meşhurdu.
Memlûk Devleti’nin en geniş sınırları kuzeyde Anadolu’dan güneyde Yemen’e, doğuda Irak’tan batıda Libya’ya kadar uzanıyordu. Bu kadar geniş topraklara hükmeden bir devlet içerisinde birçok inanç bulunuyordu. Bunlar içerisinde elbette ki en kalabalık nüfusu Müslümanlar oluşturuyordu. Bununla birlikte Memlûk Devleti, İslam’ın kutsal topraklarına ve üç semavî dinin kutsal şehri olan Kudüs şehrinin de hakimiydi. Ayrıca Sünni İslam dünyasında oldukça etkili –ancak Abbasîlerden sonra sembolik– bir kurum olan hilafet makamı da onların elindeydi. Halifeler Memlûk Devleti’nde istisnai durumlar dışında siyaset üzerinde her hangi bir etkiye sahip değillerdi. Devrin önemli tarihçilerinden olan Makrîzi’nin (ö. 1442) şu sözleri bu bağlamda oldukça önemlidir;
“Halifenin hiçbir otoritesi, hatta düşüncesini ifade etme hakkı bile yoktu. Zamanını soylular, yüksek derecede memurlar, fakihler ve hâkimler arasında onlara akşam yemeklerine ve eğlencelere davet ettikleri için teşekkür ziyaretleri yaparak geçirirdi.” [9]
Makrîzi'nin sözlerinden de anlaşılacağı gibi Memlûklerde hilafet makamı siyasi güç için kullanılmaktadır. Tahta çıkan sultanın meşruluğunu onaylamak için gerçekleştirilen ritüel dışında halifeler siyasi ortamlarda gözükmemekte idi. İslam devletlerinde bir şehirdeki adli işleri yürütmesi için şehirlere kadılar atanırdı. Suriye ve Mısır’da Memlûkler döneminde daha çok Şafii mezhebinden kadılar atanmaktaydı. Kahire’de Şafii kadılarla birlikte diğer üç mezhebin de kadılarının atanması ilk defa Sultan Baybars zamanında gerçekleştirilmiştir. Fakat yine de ilginç bir şekilde törenler sırasında bu kadılar arasında bir kıdem sırası gözetilmiş ve Şafii kadısı ilk sıraya yerleştirilmiştir. Medreselerde verilen fıkıh derslerinde ise mezhepler arasında her hangi bir ayrım gözetilmemiştir. Memlûkler devrinde dini yaşamda, Müslümanlar arasında yaşanan en önemli olay ise“Selefiyye” akımının öncülerinden olan İbn Teymiyye’nin (ö. 1328) düşünceleridir. Bu akıma göre itikadî konularda yalnızca Kur’an ve Sünnet’e bağlılık gösterilmeli, tabiin[10] denilen kişilerin yolunda gidilmelidir.[11] Türbe ziyareti, anıt mezar, bazı sufi uygulamaları, Kıpti Hıristiyanlarına hoşgörülü davranma, Şiiliğe izin verme gibi uygulamalara İbn Teymiyye açıktan açığa karşı çıkmış bunun neticesinde altı defa hapise atıldıysa da, beş kez serbest bırakılmıştır. İbn Teymiyye, özellikle resmi ve dini kurumsallaşmayı savunması gibi devletin yararına olan bazı düşünceleri sebebiyle fikirlerini dile getirilmesine kısmen izin verilmiştir. Ancak onu beş kez serbest bırakmak tutarsız bir uygulama gibi görünmekle beraber, Memlûk Devleti’nin İbn Teymiyye’ye ve görüşlerine pragmatist bir yaklaşım gösterdiğinin de göstergesidir.
Memlûk toplumunun Hıristiyan algısı ise iki şekildedir; yağmacı Haçlı Hıristiyanlar ve Mısır’ın yerli Hıristiyanları. İlk gruba karşı cihad politikası izlenildiyse de Mısır’ın yerli Hıristiyanları olan Kıptilere oldukça hoşgörülü davranıldığını görüyoruz. Ancak yine de 1321’de olduğu gibi çatışmalar da olmuyor değildi. O yıl doğan gerginlik sonucu karşılıklı olarak ibadethanelere zarar verildiyse de çatışmalar büyümeden bastırılmıştır. [12] Mali açıdan kadim zamanlardan gelen tecrübeleri olan Kıptiler, Mısır’ın Müslümanların fethinden Memlûkler devride dahil olmak üzere bürokraside görev almışlardır. Yahudiler ve Hıristiyanlar inanç özgürlüğüne sahip olmakla beraber, sultanlar bu cemaatlerin başlarına istediği bir kişiyi nazır olarak tayin ederlerdi. Eğitim ve öğretim kurumlarına sahip olan ***rimüslimler vakıf da kurabiliyorlardı.
KÜLTÜREL YAŞAM
Memlûk Devleti’nin coğrafi konumu ticari yaşamı olumu etkilediği gibi, kültürel hayat üzerinde de oldukça olumlu etkisi oldu. Memlûkler’in hakim olduğu şehirlerden özellikle Kâhire ve Şam çağlar boyunca İslam dünyasının entelektüel faaliyetlerinin en yoğun olarak yapıldığı önemli merkezlerden oldular. Bu bağlamda Memlûk coğrafyasında astronomi, matematik, tarih başta olmak üzere pozitif ve beşerî ilimler alanında önemli insanlar yetişti. Memlûk Devleti’ndeki kültürel hayatı incelemeye öncelikle önemli bazı alimleri inceleyerek başlayacağız. Daha sonra ise “Memlûk Sanatı”na kısaca göz atacağız.
İslam medeniyetinin olmazsa olmazlarından olan eğitim, bütün İslam devletlerinde olduğu gibi Memlûk Devleti’nde de oldukça önemsenmiştir. Zaten hali hazırda bulunan bir çok medresenin yanına ihtiyaca göre yenileri eklenmiştir. Gerek Moğol akınları gerekse Endülüs’teki Reconquista [13] hareketindan dolayı alimler Memlûk ülkesine sığındılar. Bu durumla birlikte Memlûk Devleti alimler bakımından oldukça zengin bir devlet olmuştu.
Makrîzi : 1364/65 yılında Kâhire’de doğan ünlü tarihçi Makrîzi, fıkıh, hadis, kıraat, tarih ve edebiyatında aralarında bulunduğu bir çok ders gördü. İbn Haldun ile görüşmüş ve onun görüşlerinden büyük ölçüde etkilenmiştir. Kâhire’nin toplumsal ve iktisadi hayatına ilgi duyan Makrîzi, muhtesib [14] olarak devlet memurluğu da yaptı. Çeşitli divanlarda görev yapan Makrîzi bu süre zarfında bir çok devlet adamıyla tanıştı ve devlet işleriyle uğraştı. 1421-1441 arasında mesaisini tarih çalışmaları üzerine yoğunlaştırdı. O, siyasi tarihin yanı sıra iktisadi, kültürel ve sosyal tarihle de ilgilenmiş çağına göre oldukça ileri bir tarih anlayışı geliştirmiştir. Tarih yazarken objektif ve tarafsız olmaya özen göstermiştir. [15]
İbn’üş Şâtır : 1306 yılında Şam’da doğan İbn’üş Şâtır devrin önemli astronomlarındandır. Küçük yaşlarda matematik eğitimi alan Şâtır astronomi alanında daha çok derinleşmek amacıyla Şam’dan Kâhire’ye geldi. Burada eğitimini tamamladıktan sonra Şam’a geri döndü ve Ümeyye Camii’nin muvakkitliğine [16] getirildi. Günümüzde hala İbn'üş Şâtır'ın yaptığı güneş saati Ümeyye Camii'nde bulunmaktadır. Şam’da vefat eden Şâtır, muvakkitlik yaptığı sıralarda önemli gözlemler yapmış, zîcler [17] hazırlamış, usturlap yapmıştır. Onun tanımladığı “Ay modeli” sonraları Kopernik tarafından aynen kullanılmıştır. [18]
İbnü’n Nefis : 1213 yılında Şam yakınlarında doğmuş olan İbnü’n Nefis hazerfen olmasına rağmen en çok tıp alanında yaptığı çalışmalarla ün yapmıştır. Doğduğu şehirde tıp eğitimini alan Nefîs, daha sonra Mısır’a gitmiştir. Burada Sultan Baybars’ın özel hekimliğine kadar yükselmiş ayrıca medreselerde hocalık yapmıştır. Çalışmalarında Mısır’da devam eden İbnü’n Nefîs 1288’de Kâhire’de ölmüştür. İbnü’n Nefîs’in tıp tarihine en önemli katkısı ise küçük kan dolaşımını keşfetmesidir. Küçük kan dolaşımı Batı dünyasında ilk kez İbnü’n Nefîs’ten 300 yıl sonra ortaya atılmıştır. [19]
Sanatsal faaliyetlerin de yoğun olarak yapıldığı Memlûk coğrafyasında ortaya çıkan “Memlûk Sanatı”, İslam Sanatı içerisinde oldukça önemli bir konuma sahiptir. Bulundukları coğrafyada bir çok önemli yapılar inşa eden Memlûkler, kendisine miras kalan yapıları da korumuşlardır. Bu hususta Kâhire Kalesi’ni, Halep Kalesi’ni, El-Ezher Camii ve Medresesi’ni tamir etmişler, eklemeler yapmışlardır. Ayrıca Sultan Kalavun Camii, Sultan Berkuk Türbesi, Kayıtbay Kalesi gibi önemli yapılar da inşa etmişlerdir. Mimari eserlerin yanı sıra cam, alet yapımı, mermer, el sanatları gibi alanlarda da ileri derecede örnekler göstermişlerdir.