Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) Veda Hutbesi'nde mü'minler'e; "Size iki emanet bırakıyorum. Onlara sımsıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. Bu emanetler, Allah'ın kitabı Kur'ân ve O'nun peygamberinin sünnetidir." diye seslenmişti. Bu kutlu çağrıya kulak veren müminler, yüce kitabımız Kur'ân'a uygun yaşamaya ve Efendimiz'in (sallallahü aleyhi ve sellem) Sünnet'ine ittiba etmeye büyük özen gösterdiler. Müminler, muhabbetullahın gereği olarak Sünnet-i Seniyye'ye ittibaya çalışmış, diğer yandan da O'nun (sallallahü aleyhi ve sellem) ve Ehl-i Beyt'inin izlerini taşıyan hatıralara sahip çıkmışlardı. Efendimiz'den (sallallahü aleyhi ve sellem) günümüze ulaşan aziz hatıralara duyulan hürmetin ifadesi olarak "Mukaddes Emanetler" denmiş, bunların korunmasına büyük itina gösterilmiştir. Sakal-ı Şerîf, Nâlin-ı Saâdet, Hırka-i Saâdet, Hz. Ali'nin (ra) kılıcı, Hz. Fatıma'nın (r.anha) hırkası, Hz. Hüseyin'in (ra) cübbesi gibi emanetler altın sırmalarla bezenmiş, gül kokulu sandukalar içerisinde, özel dairelerde muhafaza edilmişti. Bu mekânda hafızlar kesintisiz olarak Kur'ân tilâvet etmiş, mekânın temizliği sırasında biriken tozlar "toz kuyusu" denen yerde özenle saklanmıştı.
Ehl-i Beyt'e sahip çıkmanın önemi
Nurânî bir şecere olan Efendimiz'in (sallallahü aleyhi ve sellem) pak soyu mukaddes bir emanet olarak kabul edilmiş, dâima hürmet ve muhabbetle muamele görmüştür. Müslümanlar Ehl-i Beyt'e sahip çıkmayı ve onların meseleleriyle ilgilenmeyi âdeta bir vazife kabul etmişlerdi. Cenab-ı Hakk'ın; "(Habîbim, yâ Muhammed!) de ki: Vazifem karşılığında sizden bir ücret istemiyorum; sizden istediğim, ancak akrabaya sevgi ve Ehl-i Beyt'ime muhabbettir." (Şura, 42/23) fermanı ile Peygamber Efendimiz'in (sallallahü aleyhi ve sellem) "Size iki şey bırakıyorum. Onlara temessük etseniz, necat bulursunuz. Bunlar Kitabullah ve Âl-i Beyt'imdir." (Tirmizi, Menakıb, 31) şeklindeki mukaddes beyanları bu anlayışın tezahüründe tesirli olmuştur.
Efendimiz'in (sallallahü aleyhi ve sellem) nesebi 'Seyyidler'
Efendimiz'in (sallallahü aleyhi ve sellem) soyu, kızı Hz. Fatıma (r.anha), çocukları Hz. Hasan (ra) ve Hz. Hüseyin'in (ra) neslinden devam etmiştir. Hz. Hasan'ın (ra) soyundan gelenlere "Şerif", Hz. Hüseyin'in (ra) soyundan gelenlere ise "Seyyid" denmiştir. Osmanlı döneminde Efendimiz'in (sallallahü aleyhi ve sellem) soyundan gelenlerin hepsi "Seyyid" olarak anılmıştır. "Seyyid" kelimesi ayrıca ulu, ileri gelen, efendi, ağa, bey mânâlarını da taşımaktadır.
Ehl-i Beyt'e zekât ve sadakanın haram olması
Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) ve Ehl-i Beyt'i; "Bilmiyor musun? Biz (Ehl-i Beyt) sadaka (zekât) yemeyiz." (Buhari, Zekât, 60, II. 135); "Muhammed ve ehline sadaka helâl olmaz." (Neylül Evtar, IV.185, Yusuf El Karzavi, Zekat) hadîsleri gereğince zekât ve sadaka kabul etmiyorlardı. Ehl-i Beyt tüccarlık, zanaatkârlık başta olmak üzere değişik işlerle meşgul olarak geçimlerini temine çalışmaktaydı. Meselâ Osmanlı'nın ilk Seyyid Nazırı Ali Natta yorgancılık yapıyordu.
Ehl-i Beyt'e yardımcı olmak maksadıyla bazı düzenlemeler yapılmıştı. Bunlardan ilki Ehl-i Beyt'in ihtiyaçları için ganimetlerden hisse ayrılmasıydı. Bu durum Enfal Sûresi'nin 41. âyetinde mealen şöyle izah edilir: "Bir de malumunuz olsun ki savaşta elde ettiğiniz ganimetin beşte biri Allah'ındır. Yani Resulullâh'a, onun akrabalarına, yetimlere, yoksullara ve yolculara (gariplere) aittir..." Âyetten anlaşıldığı üzere ganimetlerin beşte biri Allah yolunda harcanmak üzere ayrılarak belirtilen beş zümreye dağıtılırdı. Bu zümreler içerisinde Ehl-i Beyt de yer almaktaydı. Bunlara ek olarak İslâm ülkelerinde Ehl-i Beyt için vakıflar kurulmuş, tahsisatlar bağlanmış, vergi muafiyetleri getirilmişti. Bu uygulamaların ortak maksadı Ehl-i Beyt'in nesepleriyle uyuşmayacak hâl ve davranışlara girmelerine mâni olmaktı.
Nikâbet Teşkilâtı ve nakîbü'l-eşraflık
İslâm âleminde Seyyidlerin sayılarının artması ve Seyyid olmayan bazı kimselerin Seyyidlere tanınan ayrıcalıklardan faydalanmak maksadıyla Seyyidlik iddiasında bulunması yeni düzenlemeleri zorunlu kılmıştı. Bu sebepten Abbasi Halifesi Mütevekkil (847–861) Seyyidlerin meseleleriyle daha yakından ilgilenmek ve Seyyid olanlarla olmayanları ayırt etmek maksadıyla Nikâbet Teşkilâtı'nı kurmuş ve nakîbü'l-eşrâf denilen bir vazifeli tayin etmişti. Nakîbü'l-eşrâf seçkin insanların başı, vekili mânâsına gelmektedir. Nikâbet Teşkilâtı uygulaması Abbasilerden sonra da devam etmiş, Fatımiler, Zengiler, Eyyübiler, İlhanlılar, Memluklular, Selçuklular ve son olarak da Osmanlılar Ehl-i Beyt'in meseleleriyle ilgilenmek maksadıyla yeni düzenlemeler yapmışlardır.
Osmanlı'da Nikâbet Teşkilâtı
Osmanlı sultanları diğer zümreler gibi Seyyidlere de hürmet etmiş, onların ihtiyaçlarını karşılamış, onları bazı vergilerden muaf tutmuş, değişik vesilelerle onlara ulûfeler vermişlerdi. Meselâ Sultan 2. Murad her yıl Seyyidlere bin filori altın dağıtmış, Fatih Sultan Mehmed İstanbul'un fethinden sonra ganimet mallarından Seyyidlere, Mekke ve Medine sakinlerine yedi bin altın göndermiş, Sultan 2. Mahmud borçları sebebiyle zor durumda olan Seyyidlere borçlarının ödenmesi için on bin kuruş yardımda bulunmuştu.
Osmanlı Devleti'nde ilk Nikâbet Teşkilâtı Yıldırım Bayezid tarafından (1400) kurulmuştur. Emir Sultan'ın talebelerinden Seyyid Ali Natta b. Muhammed, Osmanlı ülkesindeki Seyyidlere nâzır tayin edilmiştir.
Nakîbü'l-eşrafların daireleri ve vazifeleri
Nakîbü'l-eşrâfın ikamet ettiği mekân onun çalışma dairesi olurdu. Bu durum o dönemlerde birçok devlet görevlisi için de geçerliydi. 2. Abdülhamid devrinde nakîbü'l-eşraflar için Yıldız Sarayı civarında özel bir konak tahsis edilmiştir.
Nakîbü'l-eşrafların en mühim vazifesi Efendimiz'in (sallallahü aleyhi ve sellem) soyunun muhafazası idi. Bunun yanında başka mesuliyetleri de bulunmaktaydı:
1. Seyyid olduğu sabit olanlara hüccet vermek,
2. Seyyid olmayanlarla (müteseyyid) mücadele ederek Seyyidliğinden şüphe edilen kimseler hakkında dava açmak,
3. Seyyidlerin vergilerden muafiyetlerinin devamını sağlamak,
4. Seyyidlerin doğum ve ölümlerini kayıt altına almak (sâdat defterlerini tutmak )
5. Seyyidlerin nesepleriyle uyuşmayacak ***retlere girmelerine mâni olmak,
6. Sadattan olan kadınların kendilerine denk olmayanlarla evlenmelerine mâni olmak,
7. Seyyidlerin davalarına bakmak, suçlu bulunanları cezalandırmak.
Nakîbü'l-eşrâfların özellikleri
Nakîbü'l-eşraf olabilmenin ilk şartı Seyyid olmaktı. Nakîbü'l-eşraf olacak kimsenin ilim ehlinden olmasına, fıkıh bilgisine sahip bulunmasına, halim, selim, müteverri (vera sahibi) ve müteşerri (şer'i ilimlere hâkim) kimseler olmasına dikkat edilirdi. Nakîbü'l-eşrâflar örf denen ulema kavuğu takarlar ve üzerine de yeşil sarık sararlardı. Yeşil, bütün Seyyidlerin tercih ettiği bir renkti. Ehl-i Beyt'ten olan erkek ve kadınlar yeşil giysileriyle toplum içerisinde tefrik edilirlerdi. Seyyidlerin alâmeti olmasından dolayı, onlarla ilgili nâmelerde yeşil renkler kullanılmıştı.
Nakîbü'l-eşrâfların tayinleri ve maaşları
Nakîbü'l–eşraflık makamına gelen kimselere berat (menşur) verilirdi. Beratlarda nakîbü'l-eşrafın görev ve sorumlulukları, bu vazifeye getirilecek kimselerde aranan özellikler de yer almaktaydı. Nakîbü'l-eşrâfların görev tebliğleri sadrazam tarafından yapılırdı. Sadrazamlar nakîbü'l-eşraf'ı ayakta karşılar, onlara gül suyu ve kahve ikram ederlerdi. İkramın ardından nakîbü'l-eşraf'a samur erkân kürkü giydirilip, beratı verilerek vazifesi tebliğ edilirdi. Belirli bir vazife süreleri olmayan nakîbü'l-eşraflar ölüm, azil, sürgün veya feragat yoluyla görevlerinden ayrılırlardı.
İlk nakîbü'l-eşraflık maaşı 2. Bayezid devrinde Seyyid Mahmud'a verilmişti. Başlangıçta kaza kadıları ile aynı maaşı alan nakîbü'l-eşrafların maaşları daha sonra büyük şehir kadılarının (Mevleviyet Kadıları) maaşları ile aynı seviyeye getirilmiştir. Meselâ Seyyid Mahmud yirmi beş akçe yevmiye ile göreve başlamış, sonradan bu yetmiş beş akçeye kadar çıkarılmıştır.
Kılıç kuşanma merasimleri
Osmanlı sultanlarının cüluslarında kılıç kuşanma merasimleri de düzenlenirdi. İlk kılıç kuşanma merasimi Yıldırım Bayezid'in tahta çıkışında düzenlenmiş ve Yıldırım Bayezid, Emir Sultan Hazretleri tarafından kılıç kuşandırılmıştı. Padişahlar genellikle Eyüp Sultan Hazretleri'nin türbesinde, şeyhülislâmlar, nakîbü'l-eşraflar veya muallim-i sultaniler tarafından kılıç kuşandırılmışlardır. 3. Ahmed, 1. Mahmud, 3. Mustafa, 1. Abdülhamid ve 2. Mahmud'a nakîbü'l-eşraflar kılıç kuşandırmışlardır.
Sâdat defterleri
Seyyidlerin isimleri, silsileleri, ikametgâhları "Şecere-i Tayyibe" denen defterlere kaydedilirdi. Bu kayıtlar sayesinde Seyyidlerin nesebi muhafaza edilmiş Seyyid olmayanların asılsız iddialarının da önüne geçilmiştir. Defterde kaydı olanlara Seyyidliklerinin delili olarak 'hüccet' adındaki belge verilmiştir. İstanbul'da Nikâbet Merkezi'nde tutulan Sâdat Defterleri'nden Seyyidlik kontrolü, hüccet verme ve Seyyidlerin geçmişinin araştırılması gibi durumlarda faydalanılırdı. Vazife değişikliklerinde bu defterler bir sonraki nakîbe devredilerek defterlerin eksiksiz tutulması sağlanırdı.
Nakîbü'l-eşrafın maiyeti
Alemdarlar: Nikâbet Teşkilâtı'nda nakîbü'l-eşraftan sonra en büyük makam "alemdarlık" idi. Alemdarın görevi sefer esnasında nakîbü'l-eşraf ve Seyyidlerle birlikte sancak-ı şerîfi taşımaktı. Nakîbü'l-eşraflar alemdar ve Seyyidlerle beraber, tekbir ve salâvatlar eşliğinde sancak-ı şerîfle birlikte yürürlerdi.
Çavuşlar: Seyyidlerin neseplerinden şüphe edilmesi durumunda gerekli teftiş ve kontrolleri yaparak, meseleyi aydınlatmakla görevli çavuşların lüzumlu hâllerde Seyyidleri yakalamak ve hapsetmek yetkileri vardı.
Merasimlerde nakîbü'l-eşrafın yeri
Nakîbü'l-eşrâflar teşrifat merasimlerinde de öne çıkmışlardı. Padişah cüluslarında (başa geçme merasimleri) hükümdara önce nakîbü'l-eşraf biat edip dua eder, onu müteakip teşrifat sırasıyla diğerleri biat ederlerdi. Bayram tebriklerinde de yine nakîbü'l-eşraf tebrik ile dua ettikten sonra diğer tebrikler kabul edilirdi. Her iki tebrikte de padişah nakîbü'l-eşrafı alkış denilen yüksek sesli dualar eşliğinde ayakta karşılardı.
Netice
Efendimiz'in (sallallahü aleyhi ve sellem) Ehl-i Beyt'i, her dönemde Müslümanlar tarafından hürmet ve muhabbet görmüştür. Bu muhabbet bilhassa Osmanlı döneminde üst seviyeye ulaşmıştır. Mü'minlerdeki bu hürmet ve muhabbetin sebebi, sadece onların mücerret şahsiyetleri değil, Kur'ân'a yaptıkları hizmetler, İslâm dininin neşrinde gösterdikleri büyük fedakârlıklar ile ilim ve irfan sahasında gösterdikleri ***retlerdir.
Onların bu hâlisane ve fedakârca hizmetlerine bir mükâfat olarak Cenab-ı Hakk, İslâm âlemini asırlar boyu irşat eden Zeynel Âbidin, Câfer-i Sâdık, Abdulkâdir Geylâni gibi nice büyük mürşidi onların neslinden göndermiştir. Bu büyük zâtlar nice insanın hidayetine ve ebedî saadetine vesile olmuştur.
Osmanlı devlet adamlarınca her zaman hürmet gören, önemli devlet törenlerinde en ön safta yer verilen nakîbü'l-eşraflar ve onların teşkilâtı Osmanlı Devleti'yle beraber ortadan kalkmıştır. Bu teşkilâtın ortadan kalkması, günümüzde Efendimiz'in (sallallahü aleyhi ve sellem) pak soyunun gereken ilgiyi görmemesine ve Seyyidlikle ilgili bazı suiistimallerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.