Padişahlar da, ana-baba terbiyesinin yanı sıra, eğitim kurumunda yetiştirilmiştir.
Ancak Enderun’la birlikte eğitim süreci bitmezdi. Bunun bir de “uygulamalı eğitim” aşaması vardı.
Belli bir yaşa gelen padişah çocukları, idareciliği uygulamalı olarak öğrenmek ve bu konuda deneyim kazanmak üzere sancaklara (eyaletlerden daha küçük yerleşim birimleri) gönderilirdi.
Giderken anneleri, lalaları (lalanın tecrübeli ve yüksek ahlâklı bir devlet adamı olması şarttı), hocaları ve üst düzey yönetimi oluşturan bürokratlar (Defterdar, Reisû’l-küttab, Çavuşbaşı, Nişancı, Divan Kâtibi) de yanlarına verilirdi. Bunlar geleceğin padişahının en iyi şekilde yetişmesinden sorumluydu.
Ayrıca sancağa çıkarılan şehzadenin yanına başka görevlilerle yeteri kadar asker de verilirdi.
Şehzadeler başkentten merasimle uğurlanırdı. Şehzadeyi padişah adına vezir-i azam uğurlar, yine padişah adına tabl (davul), alem ve bayrakla birlikte pek çok eşya takdim edilirdi. Bunların verilmesi yönetim yetkisinin verilmesi anlamına gelirdi.
Daha sonra ise dualar eşliğinde sancağına uğurlanırdı. Bu aşamaya gelmiş şehzadeler “Çelebi Sultan” unvanıyla anılırlardı.
Manisa, Amasya, Konya, Trabzon ve Kütahya gibi şehirlerimiz, bugüh hâlâ “Şehzade Sancağı” olarak anılır.
Sancağa giden Çelebi Sultan, padişaha yakın yetkilerle donatılır, atama, berat ve hüküm verme; arazi-timar işleri, vergi tahsilâtı gibi konularda tam yetkili olurdu.
Ayrıca sınırların korunmasından ve asayişten de sorumluydular.
Bunlardan başka, sancağa çıkarılan şehzadeler bölgenin ilmi gelişmesine, sanatına, edebiyatına, el becerilerine ve kültür konularına da eğilirlerdi.
Kısaca şunu söyleyebiliriz: Birbirine paralel yürüyen yetki ve sorumlulukları sayesinde, geleceğin padişahları, kendilerine verilen sancaklarda tüm teferruatıyla teorik ve pratik yönetim bilgisiyle donanır, bu yüzden de padişah olduklarında hiçbir konuda acemilik çekmezlerdi.
Tüm acemiliklerini kifayetli hocalar nezaretinde çıkarıldıkları sancaklarında atmış olurlardı. Belirli alanlarda uzmanlaşmış hocalar, gerektiği zaman şehzadeyi ikaz eder, böylece yanlış karar vermekten kurtulur, ayrıca da hızlı ve isabetli karar vermeyi öğrenirlerdi.
“Lala”, sancakta bulunan şehzadenin idarecilik sanatını öğrenme konusunda en yakın hocası ve yardımcısıydı. Gözetimlerine verilen şehzadenin terbiye-talim ve ahlâkından da onlar sorumluydu. Bir bakıma lala, sancağın sadrazamı (başbakanı) konumundaydı.
Sorumlulukları altında sancağa çıkarılan şehzadeye babalık yaparlardı. Bu yüzden şehzadelerle lalaları arasında çoğunlukla bir baba-oğul münasebeti oluşur, şehzadeye padişahlık nasip olduğunda, yine yanlarında kalırlar, hatta Lala Mustafa Paşa ve Lala Mehmed Paşa örneklerinde görüleceği gibi, sadrazamlığa atanırlardı.
Şehzade ile birlikte sancağa gönderilen “Nişancı”nın görevi ise, kararların, devletin yürürlükteki kanunlarına ve mevzuata uygunluğunu denetlemekti.
Reisû’l-küttab işlemlerin sağlıklı yürütülmesini sağlar, bu konuda şehzadeye yardımcı olurlardı.
Şehzade, emrine verilen askerlerle sancağın asayişini temin eder, sınırların güvenliğini sağlar, çağrı aldığı zaman da askerleriyle birlikte orduya katılır, padişah babasının yanı başında kılıç sallardı. Bu askeri eğitimleri açısından zaruri bir uygulama idi. Meselâ Ankara Savaşı’nda (Yıldırım Bayezid dönemi) Şehzade Mustafa, Musa ve İsa Çelebiler Padişah’la birlikte Osmanlı ordusunun merkezinde, Şehzade Mehmed sol cenahta yer almışlardı. Yine keza Otlukbeli Savaşı’nda (Fatih dönemi) Şehzade Bayezid sağ cenahta, Şehzade Mustafa ise sol cenahta savaşmıştı.