MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
1923, Uşak...
Halkın yoğun sevgi gösterileri arasında Türk Ocağına gittik. Ocak üyeleri toplanmıştı. ATATÜRK, eşi birbirine yakın sandalyelerde, Mareşal Fevzi Çakmak ve maiyeti bir arada oturmuştuk. Kahveler içiliyordu, Ocaklı arkadaşlardan tahminen otuz iki yaşlarında bir genç ayağa kalktı, misafirlerini selâmladıktan sonra bir konuşma yaptı. Konuşmacı sözü ATATÜRK’e getirip, onu Napolyon ve Bismarck’la mukayeselere giriştiği zaman bundan memnun olmadığını ATATÜRK’ün kaşlarını çattığından anlamıştık. Henüz kahvesini bitirmemişti, derhâl ayağa kalktı:
“Bey kardeşimizin izinleriyle burada bir noktayı açıklamak amacıyla
sözlerini kesiyorum. Efendiler, bu arkadaş beni Bismarck ve Napolyon’la
mukayeseye kalkıştılar. Napolyon kimdir? Taç ve macera peşinden koşan bir insan! Bismarck ise imparatorlara hizmet eden bir adam! Ben böyle değilim!”
dedi ve yerine oturdu. Konuşmacı çok sıkılmıştı; sözlerini düzeltmek üzere
“Afedersiniz Paşa hazretleri, sözlerim yanlış anlaşıldı. Sizin şerefinizden şanınızdan bahsetmek istiyorum.”
Sözlerini henüz bitirmişti. ATATÜRK tekrar ayağa kalktı:
“Efendiler; bu bey kardeşimiz ikinci bir hataya tekrar düştüler. Hangi şan, hangi şeref? Eğer mensup olduğum milletin şanı, şerefi varsa ben de şanlı ve şerefliyim. Aksi takdirde içinizden herhangi bir adam çıkar da şan, şeref peşinden koşar ve eşsiz olmak isterse biliniz ki başınıza belâdır, belâdır!.. Millet bu gibilerine asla izin vermemelidir!”