Her anne adayının hayâli, sağlıklı bir bebeğe sahip olmaktır. Bu sebeple, hâmilelik boyunca hekim kontrolüne girer ve tavsiyelere uymaya çalışırlar. Hâmileliklerin büyük çoğunluğu, sağlıklı bir doğumla sonuçlanmaktayken, bazı hâmileliklerde ciddî ve hayatı tehdit eden durumlar yaşanabilir. Doğumla ilgilenen hekimin amacı, anne adayının ve bebeğin sağlığını kontrol altına almak, muhtemel problemlerini tespit etmek ve gerektiğinde müdahalede bulunarak annenin ve bebeğin sağlığını korumak ve tedâvî etmektir.
Sağlıklı bir bebeğin dünyaya gelmesine yardımcı olmak için hâmilelik boyunca hekim kontrollerinizi ihmal etmemelisiniz. Doktorunuz, gerekli tetkik ve muâyenelerle bebeğinizin ve sizin sağlık durumunuzu kontrol altında tutmaya çalışmaktadır. Bu incelemelerin amacı, muhtemel bir problemi, en erken dönemde tespit ederek mümkünse tedavisini yapmaktır. Bu tarama testlerinin arasında yer alan, halk arasında da sıklıkla “zekâ testi” adıyla bilinen “ikili” ve “üçlü test”ler hakkında kısaca bilgi vermeye çalışalım:
Üçlü Test
Adından da anlaşıldığı gibi, anne adayından alınan kan örneğinde üç değişik maddenin incelenmesiyle yapılan bir testtir. Bu maddeler, normal olmayan hâmileliklerde sapmalar gösterir. Bu sapmalar değerlendirilerek, anne adayının özürlü bebek sahibi olma riski hesaplanır. Riski yüksek bulunan hâmilelerde kesin teşhis için, ileri incelemeler gerekmektedir. Bu testle bebeğin kromozomlarındaki anormallikler ve meydana gelebilecek zihnî ve bedenî sakatlıklar tespit edilmeye çalışılmaktadır.
Bu Test Ne Zaman Yapılır?
Bu testin yapıldığı zaman, test sonucunu direk olarak etkilediği için çok önemlidir. Hâmileliğin 16-18. haftalarında yapılması doğru olur. Gebelik haftasının yanlış hesaplanması, testin yanlış yorumlanmasına sebep olur. Testin yorumlanmasında en sık yanlış anlaşılan husus, bu tahlille teşhis konulduğunun sanılmasıdır.
Zannedilenin aksine, bu bir tarama testidir. Ve yüksek risk taşıyan fertleri tespit ederek, ileri tetkiklerin istenmesine karar vermek amacı ile yapılır. Bu tarama testi sonucunda riskin yüksek gelmesi, bebeğin %100 özürlü olacağı mânâsına gelmediği gibi, düşük risk hesaplaması da bebeğin sağlıklı olacağı anlamını taşımaz. Hesaplanan bir risk değeridir ve kesin teşhis için ileri tetkiklere ihtiyaç vardır.
İleri araştırma ile kastedilen, annenin karnından su alma işlemidir (amniyosentez) ki; bunun her anne adayında yapılması gerekli değildir. Sadece ihtiyaç hâlinde yapılması gereken, bazı riskleri olan bir yöntemdir.
Üçlü Test Kimlere Yapılır?
Risk, anne yaşının artması ile birlikte artsa da, bütün hâmilelere bu test tavsiye edilmektedir. Uygulamasında herhangi bir zorluk yoktur. Annenin kolundan alınan bir miktar kan örneği ile yapılır.
Sosyal hayattaki değişiklikler, kadının da iş hayatına atılması, kariyer yapması, tüp bebek yöntemindeki gelişmeler… gibi hususlar, anne olma yaşının giderek yükselmesine sebep olmaktadır. 35 yaşın üzerinde risk artmaktadır. Günümüzde 35 yaşın üzerindeki anne adaylarının sayısı da oldukça fazladır.
Bazı uzmanlar, 35 yaşın üstündeki anne adaylarını “risk grubu” olarak kabul ederek, doğrudan anne karnından su alma yöntemini tavsiye etseler de; bu girişim, riskli ve ağrılı olduğundan, bu görüş fazla kabul görmemektedir. En doğru yaklaşım, hastaya göre karar vermektir.
İkili Test
Her anne adayının, kromozom bozukluğu olan bebeğe sahip olma riski mevcuttur. Bu risk, anne yaşının ilerlemesiyle ve daha önceki hâmileliklerinde özürlü bebeğe sahip olmasıyla da artmaktadır. İkili test, üçlü teste göre daha duyarlı olan, hâmileliğin daha erken döneminde bebekteki özrü tespit etmeye çalışan bir yöntemdir.
11-14. hâmilelik haftasında, anneden alınan kan örneğinde ölçülen özel maddeler ve bebeğin anne karnında ultrason (US) ile incelenmesi sonucunda elde edilen değerler ile, bebeğin özürlü olma riski hesaplanmaya çalışılmaktadır. Annede şeker hastalığı varsa ve bebeğin suyu fazla ise, mutlaka ikinci düzey US ile bebeğin sağlık durumu incelenmelidir.
Amniyosentez Nasıl ve Ne Zaman Yapılır?
Uzun ve ince bir iğneyle, 16-22. hâmilelik haftalarında, anne karnından su alma yöntemi olarak bilinir. Bu sıvıda bebeğe ait canlı hücreler bulunmaktadır. Özel şartlarda bu hücrelerin incelenmesiyle, bebeğin sağlık durumu araştırılmaktadır.
Kimlere yapılır?
-35 yaşın üzerindeki hâmilelere;
-Daha önce genetik bozukluğu olan bebek sahibi olanlara;
-Anne veya babada kromozom bozukluğu olanlara;
-İkili, üçlü testin sonucu anormal çıkanlara;
-US incelemesinde şüpheli tespitler olan anne adaylarına;
-Bebeğin suyunun fazla olması durumunda bu suyu azaltmak için;
-Gerekli görüldüğünde, bebeğin akciğer gelişimini araştırıp, doğumuna karar vermek amacı ile yapılmaktadır.
Bu testte; erken doğum, düşük, kanama, enfeksiyon, bebeğin cildinin yaralanması gibi riskler, nâdir de olsa sözkonusudur.
Kromozom bozukluğu olan bebekleri, anne karnında iken tespit edebilmek, hekimlerin en büyük hayali olmuştur. Bu konuda pek çok çalışmalar yapılmış; 1980’li yılların sonuna doğru ikili ve üçlü tarama testleri ortaya atılarak, bütün dünyada giderek yaygınlaşmış ve özürlü bebeklerin %60-70’i, hâmileliğin ortalarına doğru tespit edilmeye başlanmıştır. Ancak bilimadamlarının amacı, daha erken dönemlerde bozuklukların tespiti ve bu gebeliklerin sonlandırılmasıdır. Bu konuda çalışmalar da devam etmektedir.
Burada üzerinde durulması gereken birkaç husus mevcuttur. Her şeyden önce bu tetkiklerin birer “tarama testi” oldukları bilinmelidir. Risk değerinin çok yüksek çıkması durumunda bile, bebeğin sağlıklı olması mümkündür. Meselâ üçlü test sonucu 1/50 gelen bir anne adayının bebeğinin sağlıklı olarak doğma ihtimali, özürlü doğma ihtimalinden 50 kat fazladır. (Bu nisbet, oldukça yüksek bir risk hesaplamasıdır.)
Kaldı ki, bu testlerin de yanılma payını göz ardı etmemek lâzımdır; yani hatalı pozitif ya da hatalı negatif çıkma durumu da mümkündür.
İkili-üçlü tarama testleri, bebeğinizin sağlık durumunu öğrenmenize yardımcı olacak testlerdir. Tabii ki, doktorunuz için de öyle… Varsa bebekteki gelişim bozukluklarını tespit etmek, mümkünse tedâvisini yapmak, sizi psikolojik olarak özürlü bir bebeğe sahip olmaya hazırlamak, daha kapsamlı bir hastahâne ortamında doğumun gerçekleşmesini sağlamak, doğumda ve hemen sonrasında gerekli müdâhaleleri yapabilmek için tedbirleri erken dönemde almak gibi…
Bunların içinde hiç atlanmaması gereken, belki de en önemli husus; âileyi, özürlü bir bebeğe sahip olma konusunda hazırlamaktır. Zira bebeğinin dünyaya gelişini hasretle bekleyen bazı anneler, sahip olduğu en değerli varlık olan yavrusu, şayet özürlü ise; sosyal baskılardan ötürü, bu durumdan utanmakta, doğumundan sonra bir daha hastahâneye ayak basmamakta, evinde bile çocuğunu çevresinden gizleyebilmektedir.
Bu sebepten, bazen erken müdâhalelerle normal fertlerinkine yakın bir hayat sürdürebilme imkânı varken, bunu da bilinçsiz davranışlarla kaçırabilmektedirler. Bedenî ya da zihnî bakımdan engeli olan bir bebeğe sahip olmak, elbetteki kolay olmayabilir.
Bu yüzden; özrü tespit edilmiş olan bebeklerin âilelerine bu durumu kabullenmeleri gerektiğini, bu yavrunun da sağlıklı fertler gibi âilesinin sevgi, ilgi ve bakımına muhtaç olduğunu anlatmak, ilk önce hekime düşmektedir. Ki; âile, bebeği için gerekli tıbbî bakım ve müdahalelerin yapılmasında geç kalmasın. Zira zamanında alınmayan tedbirler, bazen çok pahalıya mâl olmakta ve kaçan fırsatlar, bir daha yakalanamamaktadır.
Bazı bilim adamları, toplumu, özürsüz fertlerden oluşturmayı ideal edinmiştir. Bu sebeple çılgınlar gibi çalışmakta, mümkün olan en erken dönemde sakatlıkları tespit edip, genetik bozukluğu olan gebelikleri sonlandırmayı hedeflemektedirler.
Hâlbuki hekimin asıl görevi, anne ve bebeğin sağlığını korumak ve onları yaşatabilmek için elinden geleni yapıp bütün tedbirleri almaktır; yoksa genetik bozukluğu var diye gebeliği bir an evvel sonlandırmak değil!..
Araştırmalar yapıp yeni buluşlar ortaya koymak, bunları insanlığın faydası için kullanmak ne kadar doğruysa; hayatın, toplumun, dünyanın sahibi ve düzelticisi bizmişiz gibi davranmaya çalışmak, Allâh’ın (c.c.) verdiği aklı ve kabiliyetleri bu doğrultuda kullanmaya kalkmak da o kadar yanlıştır. Son yıllarda hepimizin korkulu rüyası hâline gelen genetiği değiştirilmiş gıdaların, ileride insanlarda ve yeni nesillerde ne tür sakatlıklara ve hastalıklara sebep olacağı meçhuldür. Bir yandan yeni buluşlara imza atılırken, diğer yandan insanlık kendi eliyle kendi sağlığını bozmakta, sonra da “Bu hastalıklar da nereden çıktı?” diye düşünüp çalışmalar yapılmaktadır.
İşin vahim tarafı, anne karnındaki bebekler de bu genetik kirlenmeden nasiplerini almaktadırlar. Bilim adamlarının hedefleri arasında ise, kromozom bozukluğu olan bebekleri erkenden tespit edip bebeğin tahliyesini sağlamak yer almaktadır. Bu karar da anneye bırakılmaktadır. Hâlbuki Rabbimiz’in (c.c.) bize verdiği her şeyde olduğu gibi; anne de, karnındaki bebeğin sahibi değil, emânetçisidir. Rabbimiz, nasıl davranacağımızı denemek için bizi çeşitli imtihanlardan geçirir. Sağlık da, hastalık da, evlat da hep imtihan vesileleridir.
Tahlilleri, muâyeneleri, ileri tetkikleri bebeğinizin ve kendinizin sağlığını korumak amacıyla yaptırmalısınız. Yoksa daha dünyaya gelmemiş, savunmasız, mâsum yavrunun hayatına son vermek amacı ile değil… Zira o; anne rahmine düştüğü andan itibaren bir hücre yığını değil, canlı bir insan yavrusudur. Bir insanın hayat hakkına müdahale etmek, insanî hasletlerle aslâ bağdaştırılamaz.
(Not: Daha önce düşüklerle ilgili konumuzda geçtiği gibi, genetik bozuklukların hayatla bağdaşmayacak derecede ileri olanlarının büyük çoğunluğu (%70), gebeliğin çok erken dönemlerinde rahimden kendiliğinden tahliye olmaktadır.)