Kur'ân, 'İnsanlara, güzel söz söyleyin'(1) der. Herkese, her insana, her konuştuğunuza, bütün insanlara 'güzel söz söyleyin!' Hitap genel ve umumi. Herkesi içine alıyor. Hatta inanan, inanmayan, size taraftar olan, karşı gelen her insana.

'Güzel söz' Kur'ân'ın ifadesiyle 'hüsnen' kelimesidir. Hani şu dilimizde iyi niyet anlamına gelen 'hüsn-ü niyet', iyi düşünce karşılığı olarak kullandığımız 'hüsn-ü zan', güzel ahlâk demek olan 'hüsn-ü ahlâk', kabul görme ve iyi karşılama manasına gelen 'hüsn-ü kabul' deyimlerinde yer alan 'hüsün'dür Kur'ân'ın sözünü ettiği kelime...

Kelimenin çok zengin bir anlamı var. Sadece 'güzel' anlamına gelmez, 'iyi, tatlı, hoş, şirin' gibi anlamları da içerir.
İnsanın hem kulağına hoş gelen, hem gönlünü okşayan, hem de içini açan ve rahatlatan, dolayısıyla onu sevince ve neşeye götüren, heyecanını ve şevkini artıran sözdür 'güzel söz.'

'Güzel söz yılanı deliğinden çıkarır' ama, 'sözün güzeli'nin bir özelliği bulunmalı. Yine Kur'ân diliyle güzel söz, 'gönül alıcı' olmalı, 'doğru' olmalı, ama mutlaka 'yumuşak' söylenmelidir. Âyette yer aldığı biçimiyle, 'Gönül alıcı sözler söyleyin'(2) , 'Sözün doğrusunu söyleyin.' (3)
'Yumuşak söz' de Kur'ân sözüdür. Âyetteki ifadesiyle 'kavlen leyyinen'dir.

Bu Kur'ân metodu sadece bir tespit ve tavsiyeden ibaret değildir. Bir uygulama şeklidir, tatbik edilmiş bir örnektir.

Bir örnek değil, iki örnektir. Birinci örnek aynı zamanda iki kardeş ve iki peygamber olan Hz. Musa ile Hz. Harun'un hayatında yer alır.

Mısır kralı Firavun (II. Ramses) tanrılık iddiasında bulunur. Mısır halkını toplamış onlara seslenmişti: 'Ben sizin en yüce rabbinizim.' (4)

Bunun üzerine Cenabı Hak, Hz. Musa ile Hz. Harun'a tebliğ görevi verir ve emreder:
'Firavun'a gidin. O iyice azdı. Ona yumuşak söz söyleyin, olur ki sizi dinler yahut Allah'tan korkar' diye uyarıda bulunur.

İki kardeş peygamber giderler, Tâhâ Sûresinde uzunca geçtiği üzere Allah'ın varlık ve birliğini anlatırlar, halkına yaptığı baskıdan vazgeçmesini söylerler.

Yumuşak söz tesir etmiştir. Karşılıklı konuşma ve tartışma başlar. Bütün Mısır halkının hazır bulunduğu bir ortamda yapılan mucizesihir gösterilerinde Musa Aleyhisselâm haklı çıkmış, Firavun'un imajı iyice sarsılmış ve akabinde ordusuyla birlikte Kızıl Deniz'de boğulmuştur.

İkinci örnek ise Peygamber Efendimizle (a.s.m.) alâkalıdır.
Uhud Savaşı öncesi Peygamberimiz (a.s.m.), sahabileriyle istişare etmiş, onların fikrini almış, ortak karar sonucu düşmanla Medine'nin dışında Uhud Dağı eteğinde karşılaşmıştı.

Savaş öncesi ve sonrası dava arkadaşları olan sahabilerle yaptığı görüşme ve konuşmalarda Peygamberimiz (a.s.m.) devamlı tatlı dilli, güler yüzlü ve yumuşak sözlü davrandığı için Kur'ân bu davranışını övüyor. Bu şekilde davranmasının da Allah'ın bir lütfu ve ikramı sonucu olduğunu ifade ediyor:

'Allah'ın bir rahmet eseridir ki, sen onlara yumuşak davrandın. Eğer sen huysuz, katı kalpli birisi olsaydın muhakkak onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi.' (5)

İşin aslına bakılırsa, sadece Hz. Musa ile Peygamberimiz (a.s.m.) bu şekilde davranmış değiller, başta Hz. İbrahim, Hz. Yakup ve Hz. Yusuf başta olmak üzere bütün peygamberler, daha sonraları bütün hak dostları, insanların gönlüne giren, onları hep doğruya, güzele ve hakka çağıran her İslâm bilgini bu yolu takip etmiştir.

Zaten İslâm hiçbir zaman kabalığı, sertliği, kırıp dağıtmayı, öldürüp yok etmeyi, insanları cebren ve kaba kuvvet kullanarak silah zoruyla, baskıyla yola getirmeyi ne tavsiye eder, ne de böyle bir yaklaşıma müsaade eder.
Çünkü İslâmın dili, 'nâzikâne, nezîhâne ve kavli leyyindir.' Yani, nezaket, nezih ve tatlı dildir.