PEYGAMBERİMİZ (A.S.M.) her vesileyle Sahabilerini Kur'ân okumaya ve Kur'ân eğitimine teşvik ediyor, onların hayatına Kur'ân'ı yerleştiriyor, Kur'ân'ın Sahibi ile Sahabileri arasında manevî irtibatlar kuruyor, yüzlerini Göklerin ve Yerlerin Rabbine çeviriyordu.
Enes bin Mâlik'in anlattığına göre bir seferinde Peygamber Efendimiz (a.s.m.) Übeyy bin Kâ'b'e:
'Allah bana ‘lem yekünillezîne keferû' sûresini sana okumamı emretti' buyurdu.
Übeyy: 'Yâ Resulallah, Allah benim adımı da açıkça andı mı?' diye sordu.
Peygamber Efendimiz (a.s.m.): 'Evet, andı' diye tasdik etti.
Bunun üzerine Hz. Übeyy sevincinden ağladı.
Bu teşvik sonucudur ki, Hz. Übeyy daha sonra ileride kıraat ilminin başlı başına bir imamı olmuştur.
* * *
Sahabiler Peygamberimizden (a.s.m.) Kur'ân'ı ilk dinleyen insanlardı. Vahiy gelmeden önce Peygamberimizin (a.s.m.) ruh hali, mübarek siması değişirdi. Çok soğuk günlerde bile vahyjn şiddetinden terler, mübarek yüzü kızarır, sıkıntılı anlar geçirirdi. Nefes alıp vermesinde bile değişiklik görülürdü. Eğer deve üzerinde vahiy gelmeye başlamışsa, deve vahye tahammül edemez, dizlerinin ü-zerine çökerdi. Peygamberimizin (a.s.m.) yanında bulananlar bile vahyin etkisi altında kalırlardı.
Âişe annemiz Efendimizin (a.s.m.) bir vahiy halini şöy-le anlatır:
'Resulullahı (a.s.m.) çok soğuk bir günde kendisine vahiy nâzil olurken görmüşlüğüm vardır. Kendisinden o hal geçtiği vakitte şakaklarından şıpır şıpır terler akardı.'
* * *
Sahabiler gelen âyet ve sûreleri Peygamberimizden (a.s.m.) dinliyorlardı.
Bazı zamanlar bu esnada, bazen de diğer zamanlarda Sahabiler âyetlerden anlamadıklarını Peygamberimize (a.s.m.) soruyorlar ve tatmin edici cevaplar alıyorlardı.
Nakledeceğimiz bu hadisler Peygamberimizle (a.s.m.) Sahabiler arasında geçen nurlu sohbeti yansıtmaktadır.
Ebû Hüreyre anlatıyor:
Resulullah Sallallâhü Aleyhi Vesellem 'O gün yeryüzü, üzerinde herkesin ne iş yaptığını haber verir' (Zilzâl Sûresi, 4) mealindeki âyeti okudu ve,
'Onun haberleri nedir, biliyor musunuz?' diye sordu.
Sahabiler, 'Allah ve Resulü en iyisini bilir' dediler.
Resulullah Sallallâhü Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu:
'Yeryüzünün haberleri, sırtı üstünde işlediklerine dair erkek ve kadın her kul hakkında şahitlik etmesidir ki, ‘falan gün falan ve falan işi yaptı' diyecektir. İşte yeryüzünün haberleri budur.'
Efendimiz, Sahabilerin dikkatlerini kıyamete, kıyametin dehşetine, kıyametten sonra insanın başına gelecek hadiselere çekiyordu. Asıl haberin, gerçek haberin neler-den ibaret olduğu, insanın başına gelecek bu olaylara nasıl hazırlanması gerektiğini bildiriyordu.
Bazen bu sohbet Resulullahın evinde, hanımlarıyla da gerçekleşiyordu.
Bu sohbetler aynı zamanda annelerimizin Kur'ân'la ne kadar içiçe olduklarını ve Peygamberimizin (a.s.m.) evinin aynı zamanda bir Kur'ân okulu olduğunu gösteriyordu.
Hz. Âişe anlatıyor:
Resulullah Sallallâhü Aleyhi Vesellem Ay'a baktı ve 'Ey Âişe!' buyurdu, 'Bunun şerrinden Allah'a sığın. Çünkü o karanlığı çöktüğü zaman kapkaranlık olandır.' (Felak sûresinin 3. âyetini anlatıyor.)
Bizim gibi Efendimiz de Ay'a bakıyordu. Fakat onun Ay'a bakışı, her bakışında olduğu gibi farklıydı. Ay'ın parlak ve güzel bir şekilde duruşunun bir gün gelip biteceğini, perdeleneceğini, kararacağını, her fani varlık gibi fonksiyonunu kaybedeceğini bildiriyordu. Çünkü Ay da kıyametin dehşeti karşısında varlığını ve güzelliğini koruyamayacaktır.
* * *
Sahabiler de insandı. Her ne kadar devamlı sûrette E-fendimizin (a.s.m.) sohbetine ve dersine katılma imkân ve fırsatları varsa da, her vesile ile yeni yeni meseleler öğre-niyorlardı. Anlayamadıkları hususları hemen sorarak öğ-renmeye çalışıyorlardı. Kader gibi insanın geleceğini belirleyen önemli konular Sahabileri çok meşgul ediyor, bu hususu bizzat Efendimize (a.s.m.) soruyorlardı.
Diğer taraftan Peygamberimiz (a.s.m.) Sahabilerine soru sorma fırsatını da veriyordu. Bunun canlı bir örneğini Hazret-i Ali Efendimiz anlatıyor:
Bakî mezarlığında bir cenazede idik. Resulullah Sallallâhü Aleyhi Vesellem geldi, oturdu. Biz de onunla beraber oturduk. Elinde bir ağaç parçası vardı, onunla ye-re vuruyordu. Derken başını semaya kaldırdı ve şöyle buyurdu:
'Hayata gözlerini açan hiçbir canlı yoktur ki, onun (Cennet ve Cehennemden) gireceği yeri yazılmış olmasın.'
Bunun üzerine Sahabiler, 'Yâ Resulallah, o halde yazımıza (kaderimize) tevekkül etmeli değil miyiz? Çünkü nasıl olsa saâdet ehlinden olan saâdet için çalışacaktır, bedbahtlık ehlinden olan da bedbahtlık için çalışacaktır.'
Resulullah Sallallâhü Aleyhi Vesellem, 'Bilakis, çalışınız, herkes yaratıldığı şeyi kolaylıkla başaracaktır. Kim saâdet ehlinden ise o saâdet amelini kolaylıkla başaracaktır ve kim bedbahtlık ehlinden ise o da bedbahtlık amelini kolaylıkla başaracaktır.'
Sonra şu mealdeki âyetleri okudu:
'Kim bağışta bulunur, günahtan kaçınır ve dinin en güzelini tasdik ederse, Biz de ona hayır ve kolaylık yolunu kolaylaştırırız. Kim cimrilik eder, kendini âhiret nimetlerine muhtaç hissetmez ve dinin en güzelini yalanlarsa, biz de ona kötülüğün ve Cehennem gibi zorlu bir âkıbetin yolunu kolaylaştırırız.'
Saâdetin ve şekavetin, Cennet veya Cehennem ehli olmanın yollarını insan dünyada iken tercih etmekte, kendini şimdiden ona göre hazırlamaktadır. Kul hangi yolda tercihini kullanırsa ona göre geleceğini tayin etmiş olmaktadır.
Efendimizin (a.s.m.) Sahabileri ile yaptığı sohbetin ko-nusunu ebedi hayat endişesi teşkil ediyordu. Asıl mesele buydu. İnsanlar bu konuda az düşünüyor, bu konuya az zaman ayırıyor ve ona göre gereken hazırlıkta gecikiyorlardı.
* * *
Fatiha-i Şerife Kur'ân'ın özü ve özeti mesabesindedir. Aynı zamanda küçük bir Kur'ân gibidir. Peygamberimiz (a.s.m.), Sahabe-i kiramın dikkatini bu noktaya çekiyordu. Hz. Ubeyy namazda olduğu halde, ona bu hakikati bir an önce öğretmek istiyordu.
Bu sohbeti de Ebû Hüreyre naklediyor:
Resulullah Sallallâhü Aleyhi Vesellem Ubeyy bin Kâ'b'in yanına vardı, 'Ubeyy!' diye seslendi. Ubeyy o sırada namazdaydı. Ubeyy yüzünü çevirip baktı, fakat Resulullaha Sallallâhü Aleyhi Vesellem cevap vermedi.
Ubeyy kıraat ve tesbihleri kısaltarak namazı hafifletti. Sonra kalktı, Resulullah Sallallâhü Aleyhi Vesellemin yanına gitti, 'Esselâmü aleyke yâ Resulallah!' dedi.
Resulullah Sallallâhü Aleyhi Vesellem 'Ve aleykesselâm' buyurdu ve 'Ey Ubeyy, seni çağırınca bana cevap vermene engel olan sebep neydi?'Ubeyy, 'Yâ Resulallah, namaz kılıyordum' dedi
Resulullah Sallallâhü Aleyhi Vesellem, 'Allah'ın bana vahyettiği Kur'ân'da, ‘Size hayat bahşedecek bir hususa sizi dâvet ettikleri zaman Allah ve Resulüne icabet ediniz' emrini bulmadın mı?' buyurdu.
Ubeyy, 'Evet, buldum, inşaallah bir daha bu hataya dönmeyeceğim' dedi.
Resulullah Sallallâhü Aleyhi Vesellem, 'Sana ne Tevrat'ta, ne İncil'de, ne Zebûr'da, ne de Kur'ân'ın diğer kısımlarında bir benzeri indirilmemiş olan bir sûre öğretmemi ister misin?' buyurdu.
Ubeyy, 'Evet, yâ Resulallah' dedi.
Resulullah Sallallâhü Aleyhi Vesellem, 'Namazda nasıl okuyorsun?' diye sordu.
Bunun üzerine Ubeyy, Ümmü'l Kur'ân olan Fâtiha Sûresini okudu.
Resulullah Sallallâhü Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu:
'Nefsim kudret elinde olan Zat'a yemin ederim ki, onun benzeri ne Tevrat'ta, ne İncil'de, ne Zebûr'da, ne de Kur'ân'da indirilmemiştir. O mesnâ'lardan yedi âyet ve bana verilen yüce Kur'ân'dır.'
* * *
Sahabiler içinde Kur'ân-ı Kerîmi en iyi bilen, en çok Kur'ân ezberleyen, Kur'ân'la en çok meşgul olan kimse Peygamberimizin (a.s.m.) yanında dirâyet, idare ve emir verme konusunda öne çıkıyor, zekâ ve kabiliyet açısından gözde ve özde oluyordu. Bir askeri birliğe bir komutan lazımdı. Bakınız, Peygamberimiz (a.s.m.) kimi komutan olarak tayin ediyor, kime paye ve sorumluluk veriyordu? Bu gerçeği de yine bir Sahabe sohbetinden öğreniyoruz.
Sohbeti bize ulaştıran Ebû Hüreyre Hazretleri şöyle anlatıyor:
Resulullah Sallallâhü Aleyhi Vesellem bir askerî birliği bir sefere göndermek istemişti. Bunlar belli sayıda kişilerdi. Onları Kur'ân okumaya davet etti. İçlerinden herbirinin okumasını istedihadisin râvisi Kur'ân'dan ezberinde olanları kastediyor.
Derken yaşça en küçük olanlarından birine geldi, 'Ey falan senin ezberinde ne var?' diye sordu. O da, 'Ezbe-rimde şu, şu sûreler ve Bakara Sûresi var' diye cevap verdi.
Resulullah, 'Senin ezberinde Bakara Sûresi var mı?' buyurdu.
Adam, 'Evet, var' dedi.
Resulullah Sallallâhü Aleyhi Vesellem, 'O halde git, sen onların komutanısın' buyurdu.
Onların ileri gelenlerinden bir adam bunun üzerine şöyle dedi:
'Vallahi, Bakara Sûresini öğrenmeme engel olan şey, onun hakkını verememe korkusu idi.'
Sonra Resulullah Sallallâhü Aleyhi Vesellem buyurdu-lar ki:
'Kur'ân'ı öğrenin ve onu okuyun. Kur'ân'ı öğrenen, okuyan ve onunla amel eden kişi misk kokusu ile doldurulmuş dağarcığa benzer, onun kokusu her yere yayılır. Kur'ân'ı öğrendikten sonra, Kur'ân içinde olduğu halde uyuyan kimse, içinde misk varken ağzı bağlanmış dağarcığa benzer.'
* * *
Sahabe-i Kiram her vesileyle, her seferinde, her fırsatta Peygamberimizden (a.s.m.) Kur'ânî bir şey öğrenmeye ***ret ediyor, öğrendikleri her yeni hakikati de anında hayatlarına geçiriyorlardı. Onların merakı, onların önceli-ği, onların öne çıkardığı ve onların üzerinde durdukları meseleler hep Kur'ânî çerçevede, Kur'ânî ölçüde ve Kur'ânî çizgideydi.
Ebû Zer el-Gıffârî'nin anlattığı bir hadis:
Bir seferinde Resulullaha (a.s.m.) geldim ve, 'Yâ Resulallah, bana tavsiyede bulunun' dedim.
Nebiyy-i Ekrem (a.s.m.), 'Allah'tan takva üzerinde bu-lunmaktan ayrılma, zira takva herşeyin başıdır' dedi.
Ona, 'Yâ Resulallah faydalı bir şey daha varsa söyleyin' dedim.
O da, 'Kur'ân-ı Kerîmi okumaya devam et. Zira Kur'ân-ı Kerîm senin için dünyada nurdur, semada da azıktır' buyurdu.
* * *
Sahabiler de dünyada yaşıyorlardı, onların da işleri güçleri, çocukları, aileleri ve dünyevî meşguliyetleri, sıkıntıları, problemleri vardı. Dünyevi meseleleri düzenleyen âyetler nâzil oldukça, onların hemen dikkatleri tek noktada yoğunlaşıyordu. Acaba neye, ne kadar, nasıl sahip olacaklardı? En değerli, en vazgeçilmez, en bitmez tükenmez mal neydi?
Hazret-i Sevban (r.a.) anlatıyor:
'Altını ve gümüşü biriktirip de onu Allah yolunda harcamayanları ise, acı bir azapla müjdele' mealindeki âyet nâzil oldu. Bu esnada biz Resulullah Sallallâhü Aleyhi Vesellem ile birlikte bir seferde idik.
Bazı Sahabiler, 'Yâ Resulallah' dediler, 'bu âyet, altın ve gümüşü biriktirmek hakkındadır. Hangi malın daha hayırlı olduğunu bilmiş olsaydık, onu elde ederdik.'
Bunun üzerine Resulullah Sallallâhü Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu:
'Malın en faziletlisi, zikreden bir dil, şükreden bir kalb ve imanı hususunda eşine yardım eden mü'mine bir hanım.'
* * *
Peygamber Efendimiz (a.s.m.) bir vesilesini bulur, en has öğrencileri olan Sahabilerine Kur'ânî hakikatleri ders verirdi. Bir hediye gelse dahi o hediyenin arkasındaki asıl mânâyı ve güzelliği anlatırdı. Bir seferinde kendilerine bir hurma getirilmişti. Bakınız, bu hurmadan mü'minleri na-sıl tarif ediyordu.
Rivâyeti Enes bin Mâlik anlatıyor:
Resulullah Sallallâhü Aleyhi Veselleme hurma ağacından yapılmış bir kap içinde taze hurma getirildi. Bunun üzerine Resulullah Sallallâhü Aleyhi Vesellem şu meâldeki âyeti okudu:
'Kelime-i Tevhidi Allah nasıl hoş bir ağaca benzetmiştir ki, onun kökü sabit, dalı ise semâdadır. O güzel ağaç Rabbinin izniyle her an meyvesini verir' ve 'Bu hurma ağacıdır' buyurdu.
'İnkâr sözü ise kökü yerden koparılmış kötü bir ağaca benzer ki kökleşip tutunacağı bir yer yoktur' 'Bu da Ebû Cehil karpuzudur' buyurdu.
* * *
Yasin-i Şerifi çeşitli zamanlarda, özellikle Cuma günlerinde bizler de okuyoruz. Çok zaman üzerinde, mânâlarını düşünmeden, akla getirmeden, hayatımıza getirdiği güzellikleri anlamadan okuyoruz. Meselâ güneşle alakalı bazı âyetler bu sûrede yer alıyor. 38. âyetin tefsirini Peygamber Efendimiz şöyle dile getiriyordu.
Bu sohbeti Hazret-i Ebû Zer anlatıyor:
Birgün güneş battığı sırada Mescidde Resulullah Sallallâhü Aleyhi Vesellem ile beraberdim. Resulullah Sallallâhü Aleyhi Vesellem dediler ki:
'Yâ Ebâ Zer, biliyor musun, güneş battıktan sonra nereye gidiyor?'
'Allah ve Resulü daha iyi bilir' dedim.
Resulullah Sallallâhü Aleyhi Vesellem, 'Muhakkak ki, güneş Arş-ı Âlâ'nın altında secde etmek için gidiyor, secde için önce izin ister ve ona izin verilir. Secde ettiği halde kendisinden bunu kabul edilmeyeceği zaman yakındır. O zaman da ister, fakat verilmez. Kendisine şöyle denir:
'Geldiğin yere dön, battığın yerden doğ.' O da battığı yerden doğacaktır.'
Daha sonra Resulullah Sallallâhü Aleyhi Vesellem şu âyeti okudu:
'Güneş de onlar için bir delildir ki, kendisine tayin edilen bir yere doğru akıp gider. Bu, kudreti herşeye galip olan ve ilmi herşeyi kuşatan Allah'ın takdiridir.' (Yâsîn Sûresi, 38.)
Ve ilave etti:
'Bu durma hadisesi ne zamandır, bilir misiniz? Bu, kişiye imanının fayda vermeyeceği, artık inançsız hale geldiği zamandır.'
* * *
Sahabiler, kıyamet, hesaba çekilme, mahkeme-i kübrâ ve mizan gibi âhiretle ilgili âyetleri işitince, yanlarında okununca, sohbet konusu olunca, Efendimiz (a.s.m.) bu sûre ve âyetleri okuyunca bütün dikkatleri o tarafa çekilir, hemen Efendimize (a.s.m.) sorular sorarak başlarına ne geleceği, nasıl davranacakları hususunda bilgiler almaya çalışırlardı.
Abdullah bin Zübeyr babasından rivâyet ediyor:
'Sonra (ey insanlar) hiç şüphesiz hepiniz Rabbinizin huzurunda muhakeme olunacaksınız.' (Zümer Sûresi, 31) mealindeki âyet nâzil olduğu zaman,
'Ey Allah'ın Resulü' dedim, 'Dünyada iken mahkeme huzurunda duruşmamız kâfi gelmeyecek mi, aynı duruşmayı âhirette bir kere daha mı yapacağız?'
Resulullah Sallallâhü Aleyhi Vesellem, 'Evet' buyurdu.
'Öyleyse' dedim, 'işimiz çok zor!'
Gerçekten işimiz zor, hem de çok zor. Sahabiler için zor olan, bizim için ne kadar zor olacak, bunu düşünmek de artık bize kalıyor.
* * *
Allah'ın yüce katından Efendimize (a.s.m.) bir mükâfat vaadi gelince, bir müjde ulaşınca, ona has bir nimeti duyunca Sahabiler hemen kendilerini düşünürler, kendilerine de bu nimetten bir pay, bir hisse düşer mi diye merak ederlerdi. Çünkü onların tek düşüncesi, dünyada iken Peygamberimizle (a.s.m.) birlikte ve beraber oldukları gibi, âhirette de ondan ayrılmamak, aynı güzellemenin ora-da da devam etmesini istemekti.
Böyle bir Cennet sohbetini Enes bin Mâlik anlatıyor:
'Ey Muhammed, biz sana apaçık bir fetih yolu açtık. Tâ ki Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlasın, üzerindeki nimetini tamamlasın ve seni dos doğru bir yola iletsin' mealindeki âyetler Hudeybiye Seferi dönüşü Resulullaha Sallallâhü Aleyhi Vesellem nâzil oldu. Âyette geçen 'apaçık bir fetih' Hudeybiye Zaferidir.
Âyet inince Sahabiler, 'Ey Allah'ın Resulü, ne mutlu size! Kutlu olsun, saâdetli olsun, Allah Teâla ne yapacağı-nı size açıkladı, acaba bize ne yapacak?' dediler.
Bunu üzerine şu mealdeki âyet indi:
'Allah iman eden erkek ve kadınları, içinde ebedi kalacakları, içlerinden ırmaklar akan Cennetlere koyar, onların kötülüklerini örter. Allah katında büyük kurtuluş işte budur' (Fetih Sûresi, 5)
Demek ki, Allah'ın rahmetinden istemek gerekiyor. Hani, 'Bize de yok mu?' gibi bir dua ve talebin dile getirilmesi gibi. Çünkü Cenâb-ı Hakkın rahmetinden ümit kesilmez, isteyen ve istemesini bilen herkese Yüce Allah vereceğini müjdeliyor. Aslında bu müjdeye bizler de dâhiliz inşaallah...
* * *
Bazı zamanlar Peygamber Efendimiz (a.s.m.) kendine has o mübarek ve ulvi sesiyle Kur'ân-ı Azimüşşânı okur, Sahabiler de huşu ve huzur içinde dinlerdi. Bu an dünyada iken Cennet lezzeti ve Cennet nimeti idi. Peygamberimiz (a.s.m.) insanlara okuduğu gibi bazen cinlere de okurdu. Böylesi durumlarda cinlerle insanları kıyaslar, aradaki farkı ifade eder, insanların Kur'ân-ı Kerîme daha çok eğilmelerini temin ederdi.
Bu güzel ânı bir hadis deryası olan Hz. Câbir anlatıyor:
Resulullah Sallallâhü Aleyhi Vesellem birgün Sahabilerinin huzuruna çıktı ve Rahman Sûresini baştan sona kadar okudu. Hepsi de sessizce dinlediler.
Bunun üzerine Resulullah Sallallâhü Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu:
'Ben bu sûreyi cinlere de okudum, fakat onlar sizden daha güzel karşılık verdiler. Şöyle ki:
'Cenâb-ı Hakkın, ‘Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkar edersiniz?' kelâmını her okuyuşumda cinler şöyle diyorlardı:
'Ey Rabbimiz, biz nimetlerinden hiçbir şeyi inkar edemeyiz, bütün hamdler Sanadır.'
* * *
Kur'ân-ı Kerîm ile meşgul olmak, onu okumak, okut-mak ve muhtaç yerlere ulaştırmak Sahabenin en önemli göreviydi. Ama bütün bunlarla birlikte insan olmaları dolayısıyla Peygamberimiz (a.s.m.) çeşitli usüllerle onları tekrar tekrar Kur'ân'a yöneltir, akıl ve kalblerinde Kur'ân sıcaklığının soğumamasını, devamını temin ederdi.
Ukbe bin Âmir'in anlatıyor:
'Biz Mescidde Suffe'de iken Resulullah Sallallâhü A-leyhi Vesellem yanımıza geldi ve şöyle buyurdu:
'Hergün günah işlemeden ve akrabalık bağlarını koparmadan Buthan'a veya Akik'e kadar gidip oradan çift hörgüçlü iki dişi deve getirmeyi hanginiz ister?'
'Yâ Resulullah, bunu hepimiz isteriz' dedik.
Bunun üzerine şöyle buyurdular:
'O halde birinizin mescide gidip orada Allah Azze ve Cellenin kitabından iki âyet öğrenmesi veya okuması, kendisi için iki deveden daha hayırlıdır. Üç âyet onun için üç deveden, dört âyet onun için dört deveden ve böylece âyetlerin sayısı, kendi sayısı kadarki develerden daha hayırlıdır.'