KUR'ÂN-I KERİMDE zikredilen misâller, verilen örnekler, anlatılan kıssa ve hâdiseler hiçbir şekilde hikmetsiz ve sebepsiz yere değildir. Kur'ân, İlâhî hikmet ve emirleri insanların anlayış seviyesine yaklaştırmak için en sade ifadeleri, en anlaşılır misâlleri, en ibretli hâdiseleri zikretmiştir. Bunun gibi Kur'ân'da bahsedilen peygamberler, onların ümmetleri ve başlarına gelen belâ ve musibetler sıradan bir anlatış olmadığı gibi, sırf tarihî bir tespit ve hikâyeden ibaret de değildir.

Kur'ân-ı Hakîm, hitap ettiği insanlara canlı bir örnek teşkil etmesi, ibretli bir sahne olması, maddî ve manevî hayatlarını aydınlatması; ilerlemeleri, terakki etmeleri ve bunun gibi daha pek çok sebepten dolayı peygamberlerden bahseder, kıssalarına yer verir. Hz. Mûsa, Hz. Yûsuf ve Hz. İbrahim'de olduğu gibi bazılarını da uzun uzun bütün teferruatıyla anlatır.

Başta Peygamber Efendimiz (a.s.m.) olmak üzere, bütün peygamberler; kavimlerinin ve diğer insanların hak yoldan ayrıldıkları, doğru yoldan saptıkları, yaratıcı diye canlı cansız, akla hayale gelmeyen pek çok varlıklarda insanüstü bir güç görmeye başlayıp taptıkları; böylece in-sanlıklarını unuttukları, yaratılış ***eleri ile bağdaşmayan hareketlere girip türlü vahşet ve dehşete düştükleri bir zamanda, bir kurtarıcı, bir rehber, bir güneş olmuşlardır. Böylece Allah'ın varlık ve birliğini, İlâhî emir ve ya-sakları insanlara ulaştırarak tebliğ vazifelerini yerine getirmeye çalışmışlardır.

Bu uğurda peygamberlerin hepsi de çeşitli zulüm, işkence, eziyet ve hakaretlere maruz kalmışlardır. Özyurtlarından sürülmüşler, yalnız bırakılmışlar, en yakınlarından bile vefasızlık görmüşlerdir. Fakat Rablerine olan imanları, tevekkülleri; sabır ve metanetleri, azim ve ***retleri en büyük dayanakları olmuş, hiçbir hâdise karşısında yılmamaları en bâriz vasıfları olmuştur. Bu sebatları sonunda kısa zamanda seslerini her tarafa duyurmuşlar, Allah'ın yardımı sayesinde muvaffak olmuşlar; neticede düşmanları ya boyun eğmişler veya inatları yüzünden çeşitli felaketlere uğramışlar, Allah'ın gazabına çarpılmış-lardır.

İşte hak yolunun dâvetçileri olan peygamberlerin bu üstün vasıfları ve onların başından geçen böylesi hâdiseler Müslümanlara şu hakikati anlatıyor:
Hakka ve hakikate giden yol meşakkatlidir, çilelidir, sıkıntılı ve dikenlidir. Fakat sabır ve azim sonunda bütün menfi şartlar ters döner; huzurlu, mes'ut ve aydınlık bir istikbal gelir. İslâm güneşini balçıkla sıvamaya kalkanlar ise her zaman perişan olmaya mahkûmdurlar.

Diğer taraftan geçmiş peygamberler bizim Peygamberimizden (a.s.m.), geçmiş ümmetler de Müslümanlardan daha fazla ve dayanılmaz işkencelere maruz kalmışlardır. Bazı peygamberler ateşe atılmış, bazıları testere ile biçilmış, birçoğu Yahudiler tarafından katledilmişlerdir.

Yine geçmiş ümmetler peygamberlerine inanmadıkları zaman veya bir günah işledikleri vakit dünyada benzeri görülmedik felaketlere maruz kalmışlardır.

Bütün bu ve benzeri hâdiseler Peygamberimize (a.s.m.) ve mü'minlere teselli kaynağı olmuştur. Peygamberimiz (a.s.m.) bazen müşriklerin eziyetine uğradığı zaman Kur'ân'ın bu kıssalarını düşünerek teselli buluyordu. Biz Müslümanlar da hak yolunda, imanımız uğrunda her ne kadar mağdur olsak da, diğer ümmetlerin başına gelen benzeri bir felakete maruz kalmamaktayız. Bunun için teselli oluyoruz.

İşte bu şekilde Kur'ân kıssaları insanların imanlarına ve İslâmî hayatlarına bir ışık tuttuğu gibi, maddî bakımdan terakki etmeleri için de bir rehber mahiyetini taşımaktadır.

Bilhassa Kur'ân'da zikredilen peygamberlerin mûcizeleri insanlara iki mesaj takdim etmektedir:

Birisi, insanların hak dâvayı tasdik etmelerini temindir.

İkincisi de insanlara fen, sanat ve teknolojinin en son sınırını çizerek, en nihâî hedeflerini tayin ederek o mûcizelerin bir benzerini yapabilmelerini temin ve teşviktir.


Sözler isimli eserinde Bediüzzaman Said Nursî, bu gerçeğe şöyle işaret eder:

'İşte Kur'ân-ı Hakîm enbiyaları insanın cemaatlerine terakkiyât-ı mâneviye (mânevî ilerleme) cihetinde birer pişdar (önder) ve imam gönderdiği gibi, yine insanların terakkiyât-ı maddiye (maddî ilerleme) sûretinde dahi o enbiyanın (peygamberlerin) her birisinin eline bazı hârikalar verip yine o insanlara birer ustabaşı ve üstad etmiştir. Onlara mutlak olarak ittibaa (uymaya) emrediyor."

'İşte enbiyaların mânevî kemâlâtını bahsetmekle insanlardan istifadeye teşvik ettiği gibi, mûcizatlarından (mûcizelerinden) bahis dahi onların nazirelerine (benzerlerine) yetişmeye ve taklitlerini yapmaya bir teşviki işmam ediyor. Hatta denilebilir ki, mânevî kemâlât gibi, maddî kemâlâtı ve hârikaları dahi en evvel mûcize eli nev'-i beşere (insanlığa) hediye etmiştir. İşte Hazret-i Nuh'un (a.s.) bir mûcizesi olan sefine (gemi) ve Hazret-i Yusuf'un (a.s.) bir mûcizesi olan saati en evvel beşere hediye eden dest-i mûcizedir (mûcize elidir).'

Yine Kur'ân-ı Kerîmin Hz. Mûsa'nın (a.s.) asâsını yere vurarak su çıkardığını haber vermekle, insanlara yerden su çıkaracak bir âlet yapmaya, Hazret-i İbrahim'in ateşe atıldığını, fakat ateşin onu yakmadığını bildirmekle, ateşin yakmayacağı maddeyi bulmanın mümkün olduğunu, Hazret-i Davud'un (a.s.) demiri hamur gibi yoğurduğunu haber vermekle, demire istenilen şeklin verilebileceğini, Hazret-i Süleyman'ın Belkıs'ın tahtını bir anda yanına ge-tirttiğini anlatmakla, eşyanın bir anda bir yerden bir yere aynen nakledileceğini beyan buyurmaktadır.

Gerçekten de, Kur'ân'dan ilham alan ilim adamları mûcizelerin aynısını yapamamakla birlikte, küçük bir benzerini yapmayı başarmışlardır. Sondaj âleti ile istedikleri yerden su çıkarabildikleri gibi, amyant maddesi sayesinde de kızgın alevlerin içine girebilmektedirler. Eşyanın aynı anda nakledilmesi hususunda ise çalışmalar yapılmakla birlikte, henüz istenilen sonucu elde edememişlerdir.