19.yy, binlerce yıllık dünya tarihininen baştan tekrar yazıldığı, diplomasi ve savaşlar açısından çok verimli bir yüzyıl olmuştu. Napolyon gibi bir imparator ile başlayan yüzyıl, devamında Bismarck ve Abdülhamit Han gibi muazzam diplomatlarla devam etmiş ve günümüz dünyasının temelini oluşturmuştu. Hepsinden önemlisi bu yüzyıl, kendisinden sonra gelecek olan, ve dünyanın kaderini tayin edecek olan 20. yüzyıla gebeydi.Avrupa’nın, Birinci Dünya Savaşı’na giderkenki en büyük dönemeçlerinden biri şahsımca, Almanya Başbakanı Bismarck’ın siyaset sahnesinden çekilmesidir. Bismarck Dönemi ve sonrası Avrupa siyasetini ve bloklaşmaları bir önceki yazımda ele almıştım bu sebeple buralara değinmeyi pek fazla düşünmüyorum.Fransa’da, 2 ay gibi çok kısa bir süre içerisinde Paris yolundaki nehirlerin Almanlar tarafından aşılması ve müttefik orduların ilk çarpışmalardaki mağlubiyeti mağlubiyeti, savaşın ilk yılda Almanlar lehine sonuçlanacağını işaret ediyordu. Almanlar için savaşın bir çırpıda bitmesi gerekiyordu. Savaşın uzaması Almanya’da kıtlık başlatacak derecede tehlikeli ve riskliydi. İlk yapılan planlara göre Paris’in işgali, yani Fransa’nın savaştan çekilmesi tek başına kalacak Birleşik Krallığın mağlubiyetini doğuracaktı. Ruslarsa özellikle Tannenberg Muharebesinde aldıkları ezici mağlubiyetten sonra asıl düşmanın Avusturya-Macaristan İmparatorluğu olduğuna karar vermişlerdi ki bu da zaten Rusya açısından mantıklı olan şeydi. Fakat Almanlar 1917’ye, Rusların savaştan çekilmesine kadar iki ordu ve imparatorluğun en tecrübeli generallerinden General Ludendorff’u bu cephede tuttu.
Almanlar açısından savaşı 4 bölüme ayırıyorum. Birinci zaman diliminde Belçika direnişi planlanandan daha uzun bir zamanda ve daha fazla zaiyata sebep oldu. Wilhelm’ın askerleri Belçika’dan sonra büyük bir hızla Paris’in yolunu tuttular ve doğal olarak büyük ölçüde ilerlemeler kaydettiler. Herkes, savaşın bir veya iki yıl süreceğini tahmin ediyordu ancak Fransız ordularının Afrika sömürgelerinden takviye alması ile Almanlar batı cephesinde kısa bir süreliğine -özellikle Verdun’da aldıkları yenilgi sonucu- durduruldu. İkinci zaman diliminde itilaf güçleri karşısında daha fazla ilerleme kaydedemeyen Almanya çareyi, Rusları saf dışı bırakarak doğudaki kuvvetleri batıya kaydırmakta buldu. Rusya’da yaşanan iç savaşta Bolşevikleri desteklemeleri ve doğu cephesinde ilerleme kaydetmeleri sonucunda Rusları sonunda 1917’de savaş dışı bırakmayı başardılar. Doğu cephesinin kapanmasıyla Batı Cephesine geçen General Ludendorff, planladığı bir dizi taarruzlar sonucunda ilerleme kaydetse de İngilizler tarafından desteklenen Fransızlar karşısında çok fazla ilerlemek artık mümkün gözükmüyordu.Üçüncü zaman diliminde Kayzer II.Wilhelm, ilk önce Fransa, ardından Birleşik Krallık olacak hedefini değiştirme kararı aldı. Ordular Fransa’dayken Birleşik Krallığı zor durumda bırakmanın tek yolu ise Britanya’ya deniz yoluyla yapılan yardımları kesmekti. Affedersiniz dananın kuyruğu da zaten burada kopuyor. II.Wilhelm bu zamana kadar savunma için kullandığı Atlantik tarihi boyunca hiç görülmemiş büyüklükteki çoğunluğu denizaltılarından oluşan donanmayı harekete geçirdi. Bu muazzam donanma savaşı Atlantik’e taşıyarak Britanya’ya giden tüm gemileri batırmak üzere emir aldı. ABD’nin yardım gemileri dahil.Buraya ayrı bir paragraf açacağım. Tarih derslerinde her zaman yadırganan savaşı kaybetmemizin sebebi olarak öğretilen bu davranışı ben çok haklı ve yerinde bir karar olarak buluyorum. Eminim Wilhelm’da olacakları bilse bile aynı hamleyi tekrar yapardı. Tarihte, büyük diplomatik hataları o devletin ordusunun kurtardığı fazla görülmemiştir. Ancak bu adam ordu alanında yaptığı atılımlar ile, batırdığı dış politikayı 20. yy gibi zor bir devirde askeri reformları ile düzeltebilecek duruma getirdi. Alman ordusu o kadar kuvvetliydi ki ABD ile bile savaşabilecek durumdaydı ve savaş o kadar ciddileşmişti ki Wilhelm’ın Birleşik Krallığı saf dışı bırakması adına bu Emperyalist devleti de karşısına almaktan başka çaresi yoktu.Peki gelelim ABD’nin savaşa gitmesine. ABD’nin, savaş sebebi olarak gösterdiği “Lucitania” gemisi 1915’te batırılıyor. ABD ise 1917’de bunu bahane ederek savaşa giriyor. O arada geçen iki yıl ABD ne yapıyordu? Gerçekten batan gemileri yüzünden mi savaşa girdi, yoksa her zamanki gibi mesele başka mıydı?
Almanların Britanya’nın ikmalini kesmedikçe savaşı kazanamayacaklarını Amerikalılar en başından beri biliyorlardı ve bu süre içerisinde İtilaf devletleri zor durumda kalacak ABD’de bu durumdan silah satarak para kazanacaktı. Savaş ne kadar uzun sürerse, ABD o kadar fazla para kazanacak ve her iki tarafta bitkin düşecekti. Kıtlıkta bulunan Almanlar en sonunda yorulacak ve geri çekileceklerdi. ABD bu süre içerisinde İtilaf devletlerine, silah satacak, ve savaşa girmeyeceklerdi ancak II.Wilhelm Britanya’nın ikmalini kesmeye yönelik atılımlar yapmaya başlayınca doğal olarak ABD’nin bir yerleri tutuşmaya başladı. Eğer İtilaf devletleri kaybederse ABD, şuana kadar sattığı silahlar Almanların eline geçmekle beraber İtilaf bloğundan silahların parasını da alamayacaktı. Silahların tutarı ise yaklaşık 2 milyar dolardı. Bu para günümüzün yaklaşık 50 milyar dolarına denk gelmekteydi. Yolcu gemilerini bahane eden ABD savaşa katıldı.
Amerika Birleşik Devletleri resmi olarak 1917 de savaşa dahil oldu. Fakat askerlerin eğitilmesi ve cepheye sürülmesi 1918 yılının ilk aylarını buldu. Dördüncü zaman dilimine geldiğimizde Almanlar, kendilerinden çok daha kalabalık ve tanklı ABD liderliğindeki İtilaf koalisyonuna karşı işgal ettikleri yerde bir süre savunmada kaldılar ve tutundular. İki taraf için de kolay olmayacak bu savaş tarafların birinin herhangi bir savaşta kesin yenilgisiyle son bulacaktı. Eğer Almanlar bir muharebeyi kazanırlarsa İtilaf tarafı, dünya genelinde başarılı olduğu cephelerdeki askerlerini savaşın yaşandığı asıl cepheye, Fransa’ya, kaydırmak zorunda kalacaklardı. Eğer Almanlar kaybederse zaten kıtlıkla boğuşan Almanya için her şey bitecekti. Savaş, yavaş yavaş Almanya’nın aleyhine dönmekteydi. Her şeye rağmen Almanlar, başarılı bir taarruz yapabilmek için her şarta sahiptiler ve yapacaklardı da. Bu planı benim ‘’bitirim üçlü’’ adını verdiğim Kayzer II.Wilhelm-Hindenburg-Ludendorff üçlüsü yapacaktı. “Bitirim Üçlü’’ bugüne kadar üzerinde çalıştıkları saldırı planını harekete geçireceklerdi ki Avrupa’da beklenmeyen olay bu koca İmparatorluğun kesin sonu oldu
.
İspanya’da ortaya çıkan salgın hastalık tüm Avrupa’yı vurdu. İtilaf tarafından 1.200.000 kadar asker Almanya tarafından 500.000 kadar asker işlevsiz hale geldi. Rakamlara baktığımızda İtilaf tarafı daha çok zarar görmüş gibi görünebilir ancak başlarında Ludendorff gibi bir komutanın emrindeki 200.000 Alman askerinin, 1914 Tannenberg Muharebesinde neler yapabileceğini gördük. Alman ordusunun merkezinde yer alan bu 500.000 Alman askeri ile birlikte tüm planlar suya düştü. Ludendorff saldırı planını gerçekleştiremedi. İtilaflar için her şey hoştu. Giden 1.2 milyonun yerine başkalarını bulmak 2 ayı geçmezdi. Hazırlıkların tamamlanmasının ardından İtilaf devletler taarruzu başlattı ve Almanlar adına büyük bir geri çekilme başladı. Fransa’daki işgal toprakları kurtarıldı. Alman halkı savaşın neredeyse tamamına yakın zamanda kıtlık çektiler özellikle İspanya’dan yayılan salgın karşısında bu kıtlık durumu çekilmez bir hal aldı. Fakat ilginç bir durum vardır ki Almanlar savaş sonuna kadar -1918’de bile- hiç kendi topraklarında savaşmadılar. Almanya saldırı gücünü yitirmesi, müttefiklerin de aldıkları yenilgilerin etkisiyle ve bu açlık, kıtlık olaylarından dolayı daha fazla can kaybına sebebiyet vermemek amacıyla ateşkes önerdi. 1914’deki umutlar 1918’in Kasım ayında, salgın hastalıklar başta olmak üzere; Belçika direnişi ve Verdun savunması sebebiyle toza karıştı. Dünyanın kaderi artık Enperyalistlerin elindeydi.