ŞEYH VEFA HAZRETLERİFatih Sultan Mehmed Han, cihanlar dolu aşkın sahibiydi. Allah'ın veli kullarına karşı içinde muhabbet ırmakları çağlıyordu.. Hele mürşidi Akşemseddin'e bağlılığı dillerle anlatılacak gibi değildi..
Ama gün geldi, Akşemseddin, İstanbul'u ve İstanbul'un Fatihini terk etti. Görevi devam ediyordu,Hakkı dileyenleri Hakka ulaştırmak amacıyla Allahu Teala'dan almış olduğu görevi yerine getirmek üzere Göynük'e gitti ve orada kaldı.. Kaldı ama, Fatih de onun hasretine dayanamıyordu.
O cihanlar aydınlatan yüce pir gitmiş, İstanbul kendisine dar gelmeye başlamıştı. Sıkılan gönlünü kim feyiz ırmaklarıyla dolduracaktı? Yalnızlığın ızdırabını nasıl çekecekti?..
Genç ve dirayetli hükümdar günlerce düşündü Koskoca bir imparatorluk Allah dostlarından uzak nasıl idare edilebilirdi. Onlar olmasa bu devlet nasıl ayakta kalabilirdi. Fatih Sultan Akşemsettinin ellerinde şekillenmişti. Allah'ın ilmini ondan almaya başlamıştı, feyz ırmaklarını gönlüne ilk kez o çağlatmıştı.Hep mürşidinin izinde onun dedikleri doğrultusunda hareket etmeyi düsturu haline getirmişti. Şimdi bu kalp o nurlardan mahsun kalamazdı.
.. Düşündü de bir çare buldu aklınca.. Aklına Şeyh Vefa geldi.. Niçin olmasındı? Onu çağırır, ondan nice ***b incileri elde ederdi.. Derhal bir yakınını Pir efendinin evine gönderdi:
-Tez varıp Vefa Hazretlerine selamlarımı söyle.. Kendilerini sarayımızda görmekten saadet duyacağız!..
Padişahın adamı sokaklarda rüzgar rüzgar uçarak Vefa Pirin evine vardı. Ve kapının halkasını tutup çaldı:
İçeriden bir velinin yumuşak sesi aksetti:
-Kim o?
Dışarıdaki aceleyle cevap verdi:
-Padişahın adamıyım, pir efendiyle görüşmek ve onu saraya götürmek için geldim!..
Veli:
-Bir dakika, dedi; Pir efendiye sorayım. Sizi kabul buyurursa ancak o zaman kapıyı açarım!.
Ve koştu yüce pirin huzuruna, anlattı.. Pir düşünceliydi:
-Koş dedi; benim namıma o adamdan özür dile. Bu davete icabet etmeyeceğim!..
Veli kapıya varıp pirin sözlerini bir bir anlattı.Padişahın adamı şaşkın, bir türlü aklı bu işi kavramıyordu.. Padişah davet etsin de gitme.. Hiç olur muydu?
Burnundan soluya soluya sarayın yolunu tuttu. Gelip olanları tane tane anlattı.. Fatih'i kızacak, köpürecek, öfkelenecek sanıyordu. Ne var ki, koca sultan gülüyordu.. Büyüklük, ince gönüllülük, Hak anlayışı işte buydu.. Koca devletin koca reisi, zaferler kazanmış orduların başbuğu, ışıklar dolu gözlerini ufuklara dikip:
-O gelmezse, dedi; biz onun ayağına gideriz!..
Artık sıra kendisindeydi. O arif kişiydi, kalkar gider, evinin eşiğinde boyun bükerdi.. Nitekim öyle de yaptı. Istanbul'un eğri büğrü sokaklarına koyuldu. Herhangi bir insan gibi tozlu yollarda gidiyordu. Yolu onu evinin kapısına kadar götürdü. Demir kapı yine kapalı idi.. Bahçede ne bir kul, ne bir can, ne bir nefes. Hiç kimsecikler yoktu.. Yüce Fatih bunun ne demek olduğunu anlamıştı.. Güzel yüzünde ızdırap çizgileri gezindi. Yaralı gönlüne bir hançer daha saplanmıştı.. Halbuki o yaralı ceylanlarla dönmüştü. Dinlenecek, derdini dökecek bir makam, sığınacak bir gönül arıyordu… Ne ki, güzellerin cefası da çok olurdu. Bu yola baş koyan her cefaya katlanmalıydı.
Koca sultan nermin ellerini demir kapının parmaklarına takıp mırıldandı:
-Ey Vefa, sende hiç vefa kokusu yok mu?
Pir Vefa ise, indirilmiş hücre penceresinden manzaraya bakıyordu. Gözlerinde iki damla yaş vardı. O da pek mahzun olmuştu:
Çağ açıp çağ kapayan hünkar boynunu büküp evden uzaklaştı. Fakat içindeki arzu ateşi büsbütün alevlenmişti.. Bu alevler dolu dünyada yaşamak ne kadar da zordu..
O günlerden birinde erenlerden biri dayanamadı:
-Ey yüzü Ülker yıldızına benzeyen pirim, dedi; madem ki hünkarı görmek istemezsin, neden gelişinden rengin sararır, mahzun olur, gözyaşını tutamazsın
Pir Vefa, aya benzeyen yüzünü ona tutup dedi ki:
-Ah, çocuğum ah! Bilmezsin benimde onu görme arzum o derece fazladır. Lalkin Rabbimizin takdiridir ki bu onun imtihanıdır ve geçici bir müddettir . Allahu Teala'nın bundan muhakkak ki bir muradı vardır. Elbette koskoca imparatorluğu tek başına idare edemiyecektir. Allah ona onun dilinden öğretecek birini, zamanı gelince mutlaka gönderecektir, lakin şimdi bu yangındır, bu hasret onun imtihanı…