Hz. Muhammed'in amcasının soyundan gelen Haşimi ailesi Abbasiler'in, 750 yılında halifeliği ele geçirmesinden sonra Antik Yunan başta olmak üzere eski dönemlere büyük bir ilgi başladı. Yunanca'dan Arapça'ya çeviri hareketi, Bağdat şehrinin kurucusu olan ikinci Abbasi Halifesi Mansur ile başlamıştır. Çeviri faaliyetleri daha önce Emevi başkenti Harran'da da yapılıyor olsa da bu, Bağdat'taki gibi büyük ve genel ölçüde değildi. İlk Abbasi çevirilerinin ana konusu olan Yunan eserleri, bu çeviri faaliyetleri sayesinde korunmuş ve İtalyan Rönesansı'ndan önce Avrupa'ya ulaşmıştır. Bağdat'ta yapılan çeviriler Helenizm'e yeniden hayat vermiştir. Halife Mansur'un çeviri faaliyetlerini başlatmasının nedenlerinden birisi, en önemli kaynakları Yunanca olan astrolojiye olan derin ilgisidir.



(Bağdat şehrinin merkezi, 10. Yüzyıl)

Önce Bağdat'ta başlayan, sonra da imparatorluğun diğer merkezlerine yayılan çeviri faaliyetlerinin merkezi, Bağdat'ta bulunan ve temelde bir kütüphane olduğu anlaşılan Beyt'ül Hikmet, yani Bilgelik Evi'ydi. Beyt'ül Hikmet'in kapsamlı olarak faaliyete geçmesi Halife Memun döneminde olsa da, küçük bir büro olarak kuruluşu Halife Mansur döneminde gerçekleşmiştir. Kurulurken Sasaniler model alınan kütüphanenin ilk kurulduğundaki başlıca işlevi, Sasani eserlerinin Farsça'dan Arapça'ya tercümesiydi. Kütüphanede tercümanların yanı sıra, kitapların korunmasını sağlamak amacıyla mücellitler de yetiştiriliyordu.


Mansur zamanında başlayan çeviri faaliyetleri Harun Reşid zamanında artarak devam etti. Aristoteles'in Fizik ve Öklid'in Elementler isimli eserleri çevirisi yapılan başlıca kitaplardır. Beyt'ül Hikmet, asıl sıçrayışını ise Halife Memun önderliğinde yapacaktı.




(Abbasi Sarayı'nda Halife'ye bağlı olarak görev yapan bilim adamları Halife el-Memun'un huzurunda astronomik verileri aktarırken.)


Yedinci Abbasi Halifesi Memun'a göre, gelecekteki ideal toplum ancak bilim ve akılcılıkla oluşturulabilirdi. Memun, barış ve bereketin sadece bilgi ile elde edilebileceğine inanıyordu. Bunu başarmak için de imparatorluğun her tarafına yayılmış bir halde bulunan bilimsel bilginin çeşitli kodlarının merkezi bir yerde bir araya getirilmesi gerekiyordu. Memun, İslam Dünyası'nın en iyi alimlerinin bilgi alışverişinde bulunmak üzere bir araya getirilebilmesi halinde sınırsız imkanların ortaya çıkacağını düşünüyordu. İşte Beyt'ül Hikmet'in yükselişi böyle başladı.

Beyt'ül Hikmet, Memun döneminde modern eğitim kurumlarıyla rekabet edebilecek bir kurum haline getirildi. Beyt'ül Hikmet; üniversite, kütüphane, çeviri merkezi, araştırma laboratuvarı, sohbet meclisi gibi farklı kurumların bir arada bulunduğu bir yere dönüştü.




Halife Memun, Dünya'nın farklı yerlerinden alimleri, bilimsel çalışmaları yürütmeleri için Bağdat'a davet etti. İran, Mısır, Hindistan, Afrika, Çin ve Yunanistan başta olmak üzere Dünya'nın çeşitli bölgelerinden alimler ve kitaplar Bağdat'a getirildi. Dünya'nın her yerinden Bağdat'a akın eden alimler, bilimsel çalışmaları tüm Dünya'nın istifade edebileceği şekilde geliştirmek için tarihte ilk kez bir araya getirilebilmişlerdi. Memun, tarihte ilme özel ilgi gösteren sayılı liderlerdendi. Bunun yanında İslam toprakları üzerinde farklı kültürler arasındaki duvarlar yıkılmış, Arapça ortak bilim dili haline gelmişti.



Halife Memun, bilim adamlarını Bağdat'a davet etmekle kalmamış, onları korumasına almış ve maaş da bağlatmıştır. Söylenene göre, burada çalışan alimler çevirdikleri kitap ve ortaya çıkardıkları akademik eserlerin ağırlığınca altın ile ödüllendirilmekteydi. Ayrıca Halife Memun, burada gerçekleştirilen felsefi, dini, tarihi ve siyasi sohbetlerin yapıldığı meclislere bizzat başkanlık etmiştir.

Bununla birlikte, Memun'un, rüyasında Yunan filozofu Aristoteles ile sohbet ettiği söylenir:
Halife Memun'un Aristoteles Rüyası



İslam Rönesansı'nda alimler için en kutsal ilim Matematik'ti. Çünkü Matematik; Fizik, Kimya, Astronomi ve Coğrafya dahil birçok ilimin temelini meydana getiriyordu. Bu alimler matematiği anlayarak birçok sırra vakıf olabileceklerini düşünüyordu. Zaten Beyt'ül Hikmet'te çalışmaya gelen ilk kişilerden birisi, 780 - 850 yılları arasında yaşamış olan büyük matematikçi Musa el-Harizmi'ydi. İbn Nedim'in aktardığına göre Harizmi, Halife Memun'un hizmetinde Beyt'ül Hikmet'te tam gün çalışmaktaydı. Harizmi, Cebir'in temeli olan Hisabü'l-Cebr Ve'l-Mukabele (Cebir ve Karşılaştırma Hesabı) isimli eserini 825 tarihinde burada yazmıştır. Harizmi bu kitabında, miras hukuku, paylaşım, ticaret, arazi ölçümü, kanal açımı gibi birçok günlük sorunun çözümünde cebir denklemlerinin nasıl kullanılabileceğini açıklamıştır. Harizmi, kendisini bu eseri yazmaya Halife Memun'un teşvik ettiğini söyler. "Cebir" kelimesi, "sonuçlandırma" anlamına gelen el-cebir'den gelmektedir. Bunun dışında Harizmi, Hint sayı sisteminin benimsenmesi ve yaygınlaştırılmasında büyük rol oynamıştır. Çünkü ondan önce yaygın olarak kullanılan Roma rakamları matematik için uygun değildi. Hint sayı sistemini almakla kalmayan Harizmi, 0 (sıfır) rakamını icat etmiştir.




Halife Memun ve Beyt'ül Hikmet'in himayesi altında astronomik çalışmalar da yapılmıştır. Astronomiyi, astrolojinin mitoloji ve varsayımlarından ilk kez Müslümanlar ayırmıştır. Harizmi ve Beni Musa Kardeşler'in burada yaptığı astronomik çalışmalar yüzyıllar boyunca kullanılmıştır. Bu arada Beni Musa Kardeşler demişken; bu üç kardeş, (Muhammed, Ahmed, Hasan kardeşler) halifeliği öncesinde Memun'un dostluğunu kazanan Musa bin Şakir'in oğullarıdır. Beni Musa Kardeşler, kazandıkları paranın büyük bir bölümünü antik yazmalar toplamaya ve Bağdat'ta bir grup tercümanın faaliyetlerini desteklemek için harcadılar. Bağdat'taki en ünlü iki tercüman, Beni Musa Kardeşler tarafından finanse edilen İshak bin Huneyn ve Sabit bin Kurra'ydı. Halife Memun, bu üç kardeşi Eratosthenes ve diğer Antik Yunan bilimcilerinin yaptığı ölçümleri doğrulamak üzere Dünya'nın çevresini ölçmekle görevlendirmiştir. Dünya'nın çevresini ölçen Beni Musa Kardeşler, sonucu 24.000 mil olarak bulmuştur. (Bugünkü ölçümlerin sonucu 24.092 mildir)

Sadece Matematik ve Coğrafya değil, Tıp, Fizik, Kimya, İlahiyat, Felsefe ve Edebiyat gibi birçok alanda sayısız çalışmalar yapıldı. Konunun dışına daha fazla çıkmamak adına bunları anlatmayacağız. Çalışmaların bir kısmını görseldeki konular oluşturmaktadır:





Beyt'ül Hikmet'teki tercüme faaliyetleri, Bağdat'taki kağıt imalathaneleri olmasaydı gerçekleştirilemezdi. Bu imalathaneler, İslam Rönesansı'nda üretilen elyazmalarının bolluğunun da kaynağıydı. 9. yüzyılın sonuna gelindiğinde, sadece Bağdat'ta 200'den fazla sahaf vardı. Bağdat 1258'de Moğollar tarafından yağmalandığında 36 resmi kütüphanenin yanında çok sayıda özel kütüphane de bulunuyordu. Felsefe, bilim, tarih, edebiyat ve tüm bilgi alanlarında eserler, okuryazar olan herkesin erişim alanındaydı. Talebeler, alimler, tüccarlar, sanatkarlar ve akla gelebilecek her çalışma alanından işçiler Bağdat'a akın ediyordu. Harun Reşid ve Memun dönemlerinde Bağdat, bir milyon nüfusu ile o dönemin en kalabalık şehri haline gelmişti.




Beyt'ül Hikmet'in yaklaşık 4 asır parlayan yıldızı, Moğollar gelene kadar sürebildi. Moğol hükümdarı Hülagü'nün ordusu 10 Şubat 1258'de halifeliğin başkentini ele geçirdi. Bağdat'ın işgali, İslam tarihinin en yıkıcı olaylarından biriydi. Şehrin düşüşünü Moğol katliamı takip etti. 200 bin ile 1 milyon kişi arasında değişen çeşitli rakamların verildiği şehrin Müslüman nüfusunun neredeyse tamamı öldürüldü. Yalnızca şehirdeki Hristiyan nüfusunun canı bağışlandı. Halife Memun tarafından ilmi çalışmaları yeni ufuklara taşımak için kurulmuş olan Beyt'ül Hikmet yerle bir edildi. Burada bulunan kitaplar Dicle Nehri'ne atıldı ve yüzlerce yıllık bu eserlerden akan mürekkep nehrin suyunu siyaha dönüştürdü. Matematik, fen, coğrafya, astronomi, tarih, ilahiyat ve fıkıh ile ilgili binlerce eser sonsuza dek kayboldu. Bu kayıptan dolayıdır ki, bugün yalnızca Altın Çağ'da yaşamış İbn-i Heysem, Biruni ve İbn-i Sina gibi büyük alimlerin eserlerinin sadece bir bölümüne sahibiz. Dicle'ye atıldıkları için haberdar olmadığımız daha nice keşiflerle ilgili bir daha hiçbir bilgi elde edilemeyecek. Yüzlerce yıllık bilgi yok edilirken, Hülagü tarafından esir edilen Halife de gösterişli halılardan birine sarılarak Moğol süvarileri tarafından ezilerek öldürüldü. Bağdat'ın yok edilmesinin, bir şehrin işgalinden daha fazla bir karşılığı vardı. Bu, aynı zamanda İslam Dünyası'nın hiçbir zaman eskisi gibi olamayacak olan siyasi, kültürel ve dini merkezinin yok edilmesi anlamına da geliyordu...

Yararlanılan Kaynaklar: