TEFEKKÜR ÜZERİNE HASBİHAL
” Oku ! Yaradan Rabbinin adıyla oku ”
Bu ayetlerle başlıyor en sevgili (sav) aracılığıyla insanlara sesleniş. Anlamını hiç okumasak bile , tilaveti ile gönüllere inşirah salan , müthiş kafiyeleri ile , gelmiş geçmiş en büyük edipleri hayran bırakan kutsal kitabımızi gönderen yüce Allah , bu kadar özenle indirilmiş olan Kur’an in ilk ayetlerini neden bu şekilde seçmiştir acaba ?
-teşbihte hata olmasın – bir şair ilk mısrasıyla etkiler insanları, bir yazar ilk cümleleriyle. Bir halının tamamı; ilk motifinde gizlidir, bir evin geleceği ilk temelinde. İlk çiçek haber eder gelecek olan baharı , sağanak ; yağmurun ilk damlasında saklıdır.
Peki , insanı herşeyin ilkine bu kadar anlam yükleyen bir varlık olarak yaratan Allah , göndereceği cümlenin İLKİNİ de ona göre seçmez mi ?
“Oku! ” diyor Kur’an. “Yaradan Rabbinin adıyla oku ” diyor. Peki bu , bir besmele çekerek , bir kitabı okumak mı? Harflerin kelimelerde nasıl dizildigini izlemek mi sayfalarda ? Bu da olabilir…
Her canlının dili vardır, herşeyin anlaştığı bir düzen vardır mutlaka. Ya kainat ? Kainatın dili ne ? Gözlemlerle okunabilir mi mesela, duyumlarla algılanabilir mi ? Bir dedektif misali , bakılan her noktada Yaradanın mührü görülebilir mi ?
“Oku!” Diyor Kur’an “Oku!” . “Yaradan Rabbinin adıyla oku ” Azalarının hissettiği , beyninin algıladığı her şeyi onu anarak oku. Baktığın her zerre , sana Halık’ ını hatırlatsın. Devam ediyor sonra : ” O , insanı bir kan pihtisindan yarattı ” diyor. İşte yeni bir sır. ..
Bu üç cümle , sıralamayı öğretiyor bize. Önce ‘ gözlem ‘ , sonra ‘ kimin adıyla gozlemleyecegimiz ‘ ve ardından ‘neyi gozlemleyecegimiz’ bildiriliyor. Yüzyıllardır insanlığın en büyük tartışması olan ” yaradılış ” konusuna son noktayı koyuyor ve onu kabullenemeyenlerin suratına bilimin ‘b’ si yokken , insanı Kendisinin ( cc ) yarattığının yanında, ‘nasıl yarattığını’ da sedid bir tokat gibi çarpıyor ve bir balyoz gibi indiriyor yumruğunu insanın uydurduğu her ihtimalin üzerine …
Peki , düşmana korku salan bu sözler , dosta da bir çağrı sayılmaz mı ? Elbette sayılır.
Yaradılışı, yaratılan herşeyi , incelikleri, terbiye edici olan Rabbinin ismiyle oku , diyor Allah. Bakarken o niyetle bak herşeye. ..
Hani en yakınından başlamak sünnettir ya ! Biz de kendimizden başlayalım . Başlayalım lakin ; önce neyi anlatalım ? Bir hucremiz için dahi , kütüphaneler dolusu eserler yazilabilecekken , biz nasıl bir kaç satıra sigdiralim?
Şimdi okumaya başlama zamanı , kendimizi. Önce yüzümüzden başlayalım .Hemen alalım elimize bir ayna ve başlayalım o yüzün ardında gizli olan beynimizle , ” yaradan Rabbin adıyla yaradılış ” ı okumaya:
Sahi beyin demişken ; nasıl da korunuyor değil mi bu en yumuşak ve en değerli organımız , en sert tabaka ile ? Kafatasimizda nice hikmetler olsa gerek.
Ayna elimizde. İlk dikkatimizi çeken gözler. ..hem yüzümüzdeki en değerli azamız. Burun , kulak , deri gibi azalar , göze nispeten daha âdi gelir insana. Şöyle bir bakalım :
Birer çukurun içine koyulmuş gözlerimiz. Dışarıdan gelen anı bir darbede etrafı morarır ama göze hiç bir şey olmaz. Ya çukurda olmasaydı ? O zaman nasıl olurdu sizce ?
Peki ya gözyaşımız , sadece duygularımıza tercüman olduğu için mi değerli ? Göze mükemmel bir hareket kabiliyeti daha güzel nasıl kazandirilabilir ki ? Mikropları temizleyen doğal antibakteriyel sabun gözyaşlarımız. ..Peki ya kirpikler ? Bir araba sileceği misali , aklımız nerede olursa olsun , ağzımız neyi konuşursa konuşsun , silip duruyorlar gözlerimizi.Temizliyorlar , kirlerimizi. Hele de o tehlike anında , hızlıca kapanma manevraları yok mu ! Ne çok hasarlardan koruyor bizi.
Gelelim kaşlara. .. Terlesek, yağmur yağsa veya başka birşey ; nasıl da tutuyorlar başımızdan aşağı süzülen her damlayı . Gözlerimizi gelebilecek zararlardan koruyan barajlar gibiler…
Yine yüzeysel bir şekilde devam edelim aynaya bakmaya . Sıra geldi burnumuza…
Nasıl da kusursuz duruyor yüzümüzde değil mi ? İki göz arasına yerleştirilmiş bir duvar misali ; bir göze zarar gelse dahi , diğeri hiçbir zarar görmez . Şimdi biraz içine girelim :
İki adet delik karşılıyor bizi ilk olarak. Ne hikmettir ki ; bu delikler ileride birleşiyor ve tekrar ayrılıyor . Biri tıkansa veya sorun olsa dahi , diğeri her ikisinin işlevini görebilsin diye. Sonra kıllar , burun kıllarımız ; nasıl da suzuyorlar içimize çektiğimiz nefesi , havayı . Ya onlar olmasa ? Aldığımız her nefes zûl olur bize . Peki ya mukus sıvısı ? Hani şu igrendigimiz sümük ? Killardan geçebilen her tozu , mikrobu yapışkanlık özelliği ile hapsediyor içine ve izin vermiyor mikrobun ilerlere kadar ilerlemesine. Bir peçete yardımıyla , anında sınır dışı ediyoruz tozları , mikropları daha hiç yol alamadan burnumuzda. Peki ya kokuyu almaya yarayan özelliğe ne demeli ? öyle bir ayırt etme yeteneği var ki burnumuzun , gözü olmayanlara göz görevi dahi görebilir çoğu zaman. Aldığı her kokuyu hafızaya alıp , istediğimizde sunar bize . Gözümüzü kapasak dahi , kokusundan kavun mu , domates mi , çilek mi anlar burnumuzla görürüz herşeyi .
Gelelim ağzımıza …Hala bakıyor muyuz aynamiza?
Dudaklarımız ne kadar güzel değil mi ? İçeride ki değirmeni örten perde misaliler. Peki ya olmasalardı? Eminim korkardık birbirimizden . Şimdi içeri giriyoruz …
Dişler, her biri ayrı bir vazifeyle vazifelendirilmis , bıçak seti misali karşılıyor bizi dislerimiz. Isirirsak ön ile yeriz , çiğnersek yan ile cigneriz. ” Dişimize göre ” diye bir tabir var hatta , güzel turkcemizde. Şimdi sıra dilde :
Dişlerdeki artıkları temizleyen bir silecek mi diyelim bu kusursuz tasarıma , yoksa göz , kulak görevini görebilen tat tomurcuklariyla bezenmiş gurme mi ? Hiç görmesek , koklamasak bile biliriz ağzımıza atılanın ne olduğunu tadından . Peki ya konuşabilmeye ne dersiniz? Dil konuşsa ; en büyük dil ineklerde var . ” mö ” sesinden başka birşey söylediklerini duyan olmamıştır henüz. Demek ki, sırrın sahibi var …
Kulaklardayız şimdi . Sesi toplayan bir kepçe misali değil mi ? Ses dağılsa nasıl olurdu acaba ? Duymak yine böyle kolay mı olurdu ? İlerliyoruz içeri doğru . Bir sıvı sızıyor derinlerden ; kulak sıvısı . İçerideki çalışma sisteminin tüm yıkama , yağlamasını yapmış , her mikroptan arındırmış, dışarı doğru sızıyor. Daha fazla derinlere girmeden burada bitirelim yolculuğumuzu. Şimdi zihin yolculuğumuz başlasın .
Ne müthiş bir yaratılış değil mi , ne mükemmel bir tasarım ? Ne büyük bir incelik , ne anlamlı bir sevgi …İnsan bunu eline bir ayna aldığında dahi , rahatça anlayabiliyor. Sanatkarin sanatını icra ettiği bir destan , insan yüzü …
” ben kayıp bir hazineydim, bilinmek istedim ” diyor Allah . Bildirmek için de olabilecek herşeyi önümüze seriyor . Bir aynada dahi neler anlatılabilir neler …Şimdi onu bilme vakti ! Onu, onun istediği gibi bilme vakti .Kulak verme vakti söylediklerine .
” ya açar bakarız Nazm-ı celil ‘ in yaprağına,
Yahut üfler geçeriz bir ölünün toprağına .
İnmemistir hele Kur’ an , bunu hakkıyla bilin ;
Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için ! ”
M.Akif ersoy
Evet kuran bu amaçlar için İnmemistir insanoğluna. İlk emri ” oku ” olan bir bildirinin içinde ne yazdığı merak edilmeden gerçek bir imana kavuşamaz insanoğlu .Elimizdeki bu değerli pusula , bize kendimizi bilmemiz için indirildi ve yüzyıllardır ” yaradan Rabbinin adıyla ” okunmayi , okuduklarimizla kainatı okutturmayi bekliyor . Nice sırlar keşfedilmeyi bekleyen değerli kıtalar misali ; fikir sahibi insanlar için gizleniyorlar , bu kutsal kitabın sayfalarında.
Bize düşen ; beynimizi asıl görevi olan fikir üretme mesgalesi ile bir an evvel buluşturmak ve urettigimiz fikirlerle , ufkumuzun fakirliginden bir an evvel kurtulmak …