Osmanlının yedinci şeyhülislamı olan Alâeddin Arabî Efendi, aynı zamanda Eyüp Sultan mezarlığına defnedilen ilk Osmanlı şeyhülislamıdır. Refakatçiniz, rehberiniz, elinizde bir krokiniz olmasa burada bir kabrin, hatta bir şeyhülislamın medfun olduğunu katiyen anlayamazsınız ve mezarını da bulamazsınız. Türbeden Alâeddin Arabî Efendi’ye dair ne bir kitabe ne de iz kalmış. Nidayi Sevim yazdı.
Yaklaşık 13 seneden beridir fırsat buldukça Eyüp Sultan’ımızın ebedi misafirlerini tanımaya, keşfetmeye çalışıyoruz. Gün geçmiyor ki tarihe mal olmuş, iz bırakmış bir değerimizle, büyüğümüzle karşılaşmayalım. Kimler yok ki bu mezarlıklar şehrinde? Esasen bu teveccühün, rağbetin sebebi hepimizin malumudur. Hazreti Peygamber Efendimizi (s.a.v.) hanesinde yaklaşık yedi ay süreyle misafir edebilme bahtiyarlığına mazhar olmuş, mübarek fethin ilham kaynağı, Halid Bin Zeyd Ebu Eyyub El-Ensari’ye (r.a.) yakın olma arzusu. Onun ruhaniyetinden, bereketinden nasipdar olmak. Ne güzel bir duygu değil mi?Fatih Sultan Mehmed Han, İstanbul’un fethinden hemen sonra Akşemseddin hazretlerinin keşfi ile Eyüp Sultan hazretlerinin kabrinin olduğu muhitte onun adına bir türbe, cami, hamam inşa ederek burayı adeta Medine-i Münevvere’ye kardeş şehir yaptı. Ahde vefanın, kadirşinaslığın, misafirperverliğin gereği de bu değil midir?Evet, kadim medeniyetimizin bin bir nadide izini bünyesinde barındıran tarihi Eyüp Sultan sokaklarını arşınlarken karşılaştığımız manzaralar bazen beni sevindirir, mutlu eder. Bazen de bu gözlemlerim, incelemelerim esnasında derin düşüncelere dalar ve hüzünlenirim. Geçmiş ile günümüzün mukayesesini, hatta geleceğimizin muhasebesini yaparım. “Bu da yapılır mı? Böyle bir şey nasıl olabilir? Yarın torunlarımıza bunun hesabını nasıl veririz?” dediğim çok olmuştur.Molla Gürânî’den ders aldıYine Eyüp Sultan’da tarihe mal olmuş bir büyüğümüzün kabri başındayız. Belki önünden her gün on binlerce insanın geçtiği fakat bihaber olduğu bir değerimiz. Bu büyüğümüzün ismi Alâeddin Arabî Efendi’dir. Müderris ve Osmanlı şeyhülislamıdır. Çelebi Alâeddin Arabî Efendi, Alâeddin Alî Arabî ve Molla Arab olarak da bilinmektedir. Halep doğumlu olması sebebiyle “Arabî” lakabıyla meşhur olmuştur. Doğum tarihi kaynaklarda yer almaz.Mehmet Nermi Haskan’ın bildirdiğine göre Alâeddin Arabî Efendi, İmam Seferi’den ders almış, babası Mehmed’den Rufaî, Alâeddin Halvetî’den ise Suhreverdi izni alıp şeyhiyle birlikte Osmanlı ülkesine gelerek Edirne’ye ulaşmıştır. Molla Gürânî’nin derslerine devam ettiği, bir süre Hızır Bey’in hizmetinde bulunduğu ve talebesi olduğu muhtelif kaynaklarda dile getirilir. Edirne Dârülhadis müderrisi Fahreddîn-i Acemî’ye muîd olarak göreve başlamış, daha sonra Bursa Kaplıca Medresesi’ne müderris tayin edilmiştir. Bir müddet sonra bazı sebeplerden dolayı şeyhi ile birlikte Manisa'ya sürgüne gönderildiği rivayet edilir. Mehmet İpşirli, Alâeddin Arabî Efendi’nin Manisa’daki sürgün yıllarında Şehzade Mustafa’dan himaye gördüğünü, onun tavassutuyla bir müddet sonra affedilerek Sahn-ı Semân Medresesi’ne (İstanbul Üniversitesi) müderris tayin edildiğini zikreder. Yine çeşitli kaynaklarda Alâeddin Arabî Efendi’nin II. Beyazıt döneminde (Nisan 1495) şeyhülislâm olduğu, bir yıl kadar bu görevde kaldıktan sonra 1496 yılında vefat ettiği dile getirilir.Osmanlının yedinci şeyhülislamı olan Alâeddin Arabî Efendi, aynı zamanda Eyüp Sultan mezarlığına defnedilen ilk Osmanlı şeyhülislamıdır. Mezarı İdris Köşkü mevkiinde, Haliç’e bakan hâkim bir noktadadır. Mezarının alt kısmında ünlü ressamlarımızdan Hüseyin Avni Lifij’in kabri ve teleferik istasyonu bulunur.Devrin faziletli âlimlerinden kabul edilen Alâeddin Arabî Efendi’nin tefsir ve fıkıh alanında geniş bilgi sahibi olmasına rağmen herhangi bir eseri bilinmemektedir. Oğullarından Abdülbaki’nin kız tarafından torunu Mustafa Sabri Efendi divan şairidir. Mehmet Nermi Haskan, Alâeddin Arabî Efendi’nin Tire’nin 5 kilometre kuzeybatısında Yahşibey ovasında, cami, medrese, hamam ve çarşısının bulunduğunu ve günümüzde külliyenin harap durumda olduğunu zikreder. Ayrıca Sicil-i Osmanî, Bursa'da da bir camisinin olduğunu bildirmektedir.Karyağdı Tepesinden Pierre Loti MezarlığınaBilindiği üzere bir Fransız deniz subayı ve yazar olan Pierre Loti, bir zamanlar İstanbul’da kalmış ve vaktinin bir bölümünü Eyüp Sultan’da, İdris Köşkü mevkiinde bir kır kahvesinde geçirmiştir. Kendisini üne kavuştura “Aziyade” isimli romanını da burada yazdığı söylenir. Ahmet Bilgin Turnalı, o zamanlar buranın isminin “Karyağdı (Ali Baba) Tepesi” olduğunu zikreder. Zira tesislerin bittiği noktada bulunan Karyağdı Baba Tekkesi günümüzde hâlâ ayaktadır. Kimi kaynaklarda ise bölge ismi olarak İdris-i Bitlisi’nin adı geçer. Hakikaten burada İdris-i Bitlisi’nin ve zevcesinin hatırı sayılır miktarda hayır eseri bulunur. Tesislere uzanan caddeye ve yakındaki bir parka da İdris-i Bitlisi’nin adı verilmiştir.Evet, maharetli Fransız subayı bir iki cilalı sözle kendini Türk dostu olarak kabul ettirmeyi başarmış. Veyahut badireli yıllarımızda “denize düşen yılana sarılır” misali biz ondan medet beklemişiz. Bu durumun başka bir izahı yok. Zira Fransızlar ne zaman bir yere savaş açsa -ki bunlar genellikle İslam ülkeleridir- bu romantik yazarımız ordunun en ön safında yer almıştır. Türk dostu, lakin Müslüman düşmanı! Nitekim Pierre Loti’nin karanlıkta kalan Birinci Dünya Savaşı yıllarını, doktorasına araştırma konusu yapan Mesut Özekmekçi, Pierre Loti’nin Topkapı Rıhtımı’nda devlet töreniyle karşılanmasından sadece iki yıl sonra Birinci Dünya Savaşı için ülkesine döndüğünü, Fransa ordusuna katıldığını ve Çanakkale Savaşı’nda Türklere karşı da savaştığını kaynaklarıyla gözler önüne serer. Bu sahte sevgiyi, doku uyuşmazlığını vaktiyle en güçlü ifadeyle Nazım Hikmet’in dile getirmiş olduğunu da belirtmekte yarar var.Bir asrı aşkın zamandan beri öyle ya da böyle yaklaşık üçyüz bin metre karelik Osmanlı-Müslüman Mezarlığı, “Pierre Loti Mezarlığı”, “Pierre Loti Tepesi” olarak telaffuz edilmeye başlandı! Oysa bahse konu kahvenin, hatta top yekûn tesislerin kapladığı alan bile bir iki dönümü geçmez. O tesislerin içerisinde, Zevki Kadın namazgâhı, İdris-i Bitlisi sıbyan mektebi ve çeşmesi, günümüzde emaresi kalmayan Mevlevihane ve İskender Dedenin kabri, Attan düşen Ali Ağa ve ailesinin mezarları ve Nahilbend Hacı Hasan Ağa’nın Türbesi bulunmaktadır.At mezarı da nereden çıktı?
Pierre Loti tesislerinin içinde bulunan tarihi eserler yakın zamanda fazlaca zarar görmemiş. Ancak yolun hemen karşısında, kahvenin yanı başında bulunan Alâeddin Arabî Efendi’nin türbesinden geriye sadece bir duvar kalmış. Birkaç sıra taş. Bereket versin etrafı demir parmaklıkla çevrilmiş. Yoksa burası çoktan el değiştirmiş olacaktı. Yeni mezar yeri için bulunmaz bir fırsat!Bir talihsizlik örneği olarak vaktiyle bu kabre “at mezarı” da denmiş. İhtimal daha ilerde tesislerin içerisinde yer alan “attan düşen” Ali Ağa’nın mezarından hareketle duydukları “at” kelimesini buradaki mezara atfetti şaşkın insanımız. Osmanlı şeyhülislamı mezarına at mezarı demek. Ne esef verici bir durum! Tarihiyle, geçmişiyle övünen bir milletin düştüğü duruma bakar mısınız?
Refakatçiniz, rehberiniz, elinizde bir krokiniz olmasa burada bir kabrin, hatta bir şeyhülislamın medfun olduğunu katiyen anlayamazsınız ve mezarını da bulamazsınız. Türbeden Alâeddin Arabî Efendi’ye dair ne bir kitabe ne de iz kalmış. Eski resimlerde görülen mezar kitabesi nerededir? Tahrip mi edildi, bir yerlere mi atıldı? Akıbeti belli değildir! Geçtiğimiz yüzyılın ortalarına tarihleyeceğimiz bir resim Eyüp Belediyesi arşivlerinde halen mevcuttur. Rahmetli Süheyl Ünver üstadımıza ait. Bu resimde türbenin harap olmadan önceki hali bariz bir şekilde görünüyor. Ümidimiz bu resimden hareketle türbe projesinin yapılıp yeniden ihya edilmesi yönünde. İnşaallah bu üzücü durum kısa süre zarfında son bulur.Pierre Loti kahvesinin bitişiğindeki Alâeddin Arabî Efendi’nin içler acısı durumdaki mezarını düşündükçe insan ister istemez şöyle bir soru sormadan edemiyor: “Pierre Loti Türk dostu da Alâeddin Arabî Efendi Türk düşmanı mıydı?” Belki de Alâeddin Arabî Efendi’nin en büyük suçu veya günahı Arab olması. Kim bilir? Evet, ne olduğu, kime hizmet ettiği tartışmalı bir Fransız’ın iki fincan kahve içtiği mekânı türbeye dönüştürüp, kendi geçmişine, değerlerine sırtını çeviren milleti yarın ne torunları ne de tarih asla affetmez.Yakın zamanda Eyüp Belediyesi tarafından “Eyüp Sultan Araştırmaları Merkezi” isimli bir birim oluşturuldu. Eyüp Sultan semti ile ilgili tarih ve medeniyet araştırmaları yapılacakmış bu merkezde. Umarız bahsekonu birim tabeladan ibaret olmaz, adına layık çalışmalar yapar da bu kadir kıymet bilmezliğimiz bir nebze de olsa azalır. Zira unutulmuş, kaderine terk edilmiş, harap vaziyette o kadar çok tarihi değerimiz, kültür mirasımız var ki ömür biter bunları sayıp dökmeye vakit yetmez.