Mustafa Kara’nın yazıp yönettiği Kalandar Soğuğu filmi; gerek hikâyesi, gerek sinematografik başarısı ve de yerli bir film olmayı başarması ile kendinden çokça söz ettirdi. Aldığı ödüller ve Türkiye adına 2016 Oscar ödülleri için yabancı dilde en iyi film dalında aday film olmasıyla da adı sık sık duyuldu. Film, Oscar için yarışacak son dokuz film arasına kalamasa da, değerinden, başarısından bir şey kaybetmiş değil. Zira Oscar’ın değişmez pratikleri ve de lobi faaliyetleri hesaba katıldığında adaylığı etkileyen sinema dışı birçok faktörün varlığı tartışılmaz.
Yerliliği yerel karikatürlere çeviren nice filmden farklı
Kalandar Soğuğu’nu iyi, hem de oldukça iyi bir film olarak nitelememize sebep birçok durum var. Filmin özellikle görüntü estetiği, oyuncu yönetimindeki başarı ve diğer sinematografik unsurların daha derininde durumlar bunlar. Öncelikle Yeni Türkiye Sineması ikinci kuşak yönetmenleri içerisinde sayabileceğimiz Mustafa Kara’nın seçmiş olduğu hikâyenin özgünlüğünün altını çizmemiz gerekiyor. Daha çok politik gerçeklikler üzerinden kendi ülkesine ve toplumuna eleştiri getiren, böylece festival başarısını garanti eden fakat farkında olmadan self oryantalist duruma düşen yönetmenlerin aksine Mustafa Kara, bir insan hikâyesi anlatmayı başarıyor. Üstelik oldukça güçlü bir estetikle.Kara, yerli bir hikâyeyi anlatırken karşılaşabileceği muhtemel tuzakları bertaraf etmesiyle de filmin gücüne güç katıyor. Zira yerliliğin ham bir yerelliğe dönüştüğü, özellikle yerel şivelerin hakkıyla konuşulamamasından ve yetersiz oyunculuktan dolayı karikatüre dönen karakterlerle hikâyelerin anlatıldığı nice film düşünüldüğünde Kara’nın neyi başardığı daha iyi anlaşılacaktır
.
Doğanın kalbinde bir adam
Hikâyeyi yerli ve inandırıcı kılan bir diğer önemli unsur, yönetmenin mekânı kullanma biçimi. Özcan Alper’in 2008 yılı yapımı Sonbahar filmi ile festivallerde almış olduğu birçok ödülden sonra, mekânı bir fon olarak kullanıp filmin estetik unsurunu bu fon üzerine bina etme kolaycılığına kaçan birçok film gördük. Hikâyeden ve karakterlerin yaşamından bağımsız, bir fon olarak duran manzara; anlatıya katkı sunmadığı gibi anlatıyı askıya alıp kendi varlığına dikkati çeker. Filme yabancılaştırır.Kalandar Soğuğu, bu tuzağa düşmemesiyle de değerine değer katıyor. Zira filmin karakterleri dört mevsimi doğanın kalbinde yaşayan kişiler. Filmdeki insan-doğa ilişkisi bunla da sınırlı değil; filmin başkarakteri Mehmet, maden aramak için dağları, yaylaları karış karış geziyor. Gezmekle de kalmıyor, o doğanın derinine inip maden arama uğraşına devam ediyor. Toprağın içine, dağ oyuklarına, mağara diplerine girmek sureti ile yaşamış olduğu mekânla temas kurup bütünleşiyor
.
Filmi manevi yapan dokunuşlar
Kalandar Soğuğu filmini yerli ve değerli yapan -yukarda bir kısmına değindiğimiz- birçok unsur var. Fakat filmi umutsuz, karamsar bir film olmaktan çıkartıp manevi bir film yapan, rahmete işaret eden detay, filmin son sahnesinde, hatta son planında yer alıyor. Son sahnesine kadar katlanarak devam eden bir umutsuzluk görüyoruz. Ailenin maruz kaldığı yoksulluğu bertaraf etmek için girişilen her çaba sonuçsuz kalıyor. Bu yapısıyla film Yılmaz Güney’in Umut filminden umutsuzluk anlamında geri kalmıyor. Hatta ondan bile daha umutsuz bir film denebilir. Fakat son sahnesinde, sahip olunan her şeyin kaybedildiğinin düşünüldüğü noktada, ilahi bir lütfun bahşedildiğini görüyoruz.Bu sahnenin bu şekilde yorumlanmasının hiçbir abartı ve duygusallık taşımadığını da belirtelim. Zira olay ve yönetmenin tercih ettiği sinematografi buna işaret ediyor. Kaybolan boğa, filmin en masum karakteri down sendromlu Mustafa sayesinde bulunuyor. Yani lütuf, masumiyeti yol olarak seçiyor.Filmin son planı da kuyu içerisinden kameranın göğe döndüğü ve adeta göğü işaret edercesine konumlandığı bir yapıda. İşaret edilen yer ve işaret etme biçimi filmin manevi yanını pekiştiriyor.