Bozkır yaşamının vazgeçilmez unsuru olan atlar tarih boyunca Türklerin yoldaşı oldu. Günlük hayatta birbirlerinden ayrılmadılar ve farklı topraklarda yine birlikte savaştılar. Osmanlı ordusundaki süvari birlikleri, birçok yerin fethedilmesinde önemli rol oynadı. Tarih boyunca sayısız devlet kuran Türklerin yoldaşı olan atlar, gerek günlük hayatta gerekse savaşlarda önemli bir işleve sahipti.
İnsanoğlu, sadece atın gücünden faydalanmakla yetinmedi. Kemiklerinden araç gereçler, derisinden kıyafetler yaparak hayatını kolaylaştırdı. Arap Yarımadası'ndaki çöl yaşantısında ya da bozkırlardaki göçebe yaşam koşullarında faydalanılan atların evcilleştirilmesi bir dönüm noktasıydı. Orta Çağ tarihçisi Prof. Dr. Aydın Usta, atın evcilleşme sürecinin milattan önce 400 ile 3000 yılları arasına tarihlendiğini kaydediyor.
At Türklerin kanadıdır
İslamiyet öncesi toplumlarda, kişiler çoğu kez hayatlarına yön veren nesnelerle birlikte gömülüyordu. Altay dağlarının eteğinde bulunan "Pazırık kurganı"nda sahibinin başucunda bulunan at gömüleri de, bozkır halklarında ata verilen değerin bir nişanesi olarak görülüyor. Hâkim oldukları topraklara adalet, hoşgörü ve refah getiren Türkler, sonraki dönemlerde gerçekleştirdikleri fetihleri atlarıyla kurdukları yakın ilişkiye borçluydular. Atın Türk tarihindeki önemine değinen Prof. Dr. Aydın Usta, “Çin kaynaklarında ya da Dîvânu Lugâti't-Türk'de at Türklerin kanadıdır şeklinde ifadelere rastlarız. At Türkün hayatında bir obje değil hayatın ta kendisi anlamına geliyor. Yiyeceğini ondan sağlıyor ve diğer savaştığı toplumlara karşı beylik duygusunu sağlayan en önemli de güç attır, hep onla birlikte hareket ediyor” diyor. Ömürlerinin büyük çoğunluğunu at üzerinde geçiren Türkler cihanı atlarıyla kuşatırken, cihan da onları atlarıyla bildi. Öyle ki Mısır'da Türk ordusuna yenik düşen Napolyon'a "beni Türk askeri değil, Türk atı yendi" dedirtti.
Anadolu ve Rumeli kapılarının Türklere açılmasında en büyük paya sahip olan da yine süvari birlikleriydi. At yetiştiriciliği ve atçılık kültürünün büyük ivme kat ettiği 16. yüzyılda Osmanlı ordusundaki süvari sayısı da iki yüz bine kadar ulaşmıştı. Prof. Aydın Usta, atlı süvarilerin Osmanlı ordusunun muharebe taktiklerinde önemli yer tuttuğuna işaret ediyor: "Kaynaklara göre Türklerle ilgili söyledikleri en önemli şey süvari gücü olması… Türklerin bütün savaş taktiklerinde -ki özellikle Turan ve Hilal taktiğinde- Türk ordularında uygulanmıştır. Bunlar tamamen atlarla uygulanabilen metoddur. Malazgirt'te baktığınızda Bizans ordusu yok edilmiştir. Bunların hepsi atlarla birlikte sağlanan başarılardır."
Türkler için atlar yalnızca askeri hayatın değil, sivil hayatın da ayrılmaz bir parçasıydı. Ava ya da seyrana giderken, oyun oynarken yanlarından ayırmadıkları atları için sokak başlarına binek taşları konuldu.
Atlar, teknolojinin gelişip savaşlardaki fonksiyonlarının azalmasıyla geri planda kaldı. Teknolojinin ulaşmadığı yörelerde ulaşım ve nakliye aracı olarak kullanılan atlar günümüzde eğlence ve yarış sektörünün bir unsuru oldu. Ancak yedi iklim dört bucağa, dört nala koşan yağız atların hasreti Türklerin kalbinden hiç silinmedi.
Atın edebiyat ve sanata yansıması
Atlar öteden beri Türk edebiyatının da vazgeçilmez figürüydü. Hem mitolojide hem halk edebiyatında at vazgeçilmez bir öğeydi. Atlar, destanlardan atasözlerine, şiirlerden masallara kadar edebiyatımızın bir çok türünde hak ettiği yeri buldu.
“Şimşek gibi atıldık bir semte yedi koldan,/ Şimşek gibi Türk atlarının geçtiği yoldan, / Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik,/ Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik...” Bu mısralarla yad etmişti şair Yahya Kemal, atın Türk tarihindeki vazgeçilmez yerini...
Türklerin ata verdikleri değerin ve atla kurdukları dostluğun izlerini, edebiyatta da sürmek mümkün. At, hem Türk mitolojisinde hem de halk edebiyatında ayrı bir öneme sahip. Destanların, masalların ve halk şiirinin vazgeçilmez öğesi at ile ilgili sayısız da atasözü mevcut. Dede Korkut hikâyelerinin kahramanlarından Bamsı Beyrek düşmana esir düştüğünde atı kendisini 16 sene bekler. Bu hikâyede at bir sadakat timsalidir. Keza Köroğlu hikâyelerinde de at önemli yer tutar. Bolu Beyi'nin kır atın namını duymasıyla gelişen olaylar Köroğlu adıyla tanıdığımız kahramanın ortaya çıkmasına yol açar.
At, sadece Anadolu'da değil Orta Asya'da da pek çok edebi eserin temel unsuru. Kırgız yazar Cengiz Aytmatov'un beyaz perdeye de aktarılan "Elveda Gülsarı" adlı meşhur romanı, Türk ile at arasındaki gönül bağını ortaya koyan en iyi eserlerden biridir.
Atın, Türk kültürüne katkıları sadece edebiyata olan yansımalarıyla sınırlı değil. Türklerin ata verdiği önem, eyer yapımı, heybe ve nalcılık gibi el sanatları ve zanaatlerin teşekkülünde de önemli bir pay sahibi. Prof. Aydın Usta'nın verdiği bilgilere göre eyercilik, keçecilik daha çok soğuk ikimlerde, Orta Asya toplumlarında kullanıldı. Keçe ne sıcağı ne soğuğu geçirir. Dolayısıyla atlı kültüre sahip toplumlarda keçe çok daha yaygın olarak kullanılıyordu
Kırgız kültüründe at
Türk boylarından Kırgızlar için de atlar geçmişten bu yana yaşamın ayrılmaz bir parçası oldu. Göçebe halklar, ömürlerinin büyük bölümünü at üstünde geçirdi. Atlar, Kırgızların en yakın dostu oldu. Bu bağ, Orta Asya'da yapılan arkeolojik kazılarla pekiştirildi. Askerlerin mezarlarına ulaşıldığında onlarla birlikte gömülen atlar da ortaya çıkarıldı. Bu birliktelik, ''eğer diriyse canımız bir, öldüysek mezarımız bir'' Kırgız atasözüyle de anlatılıyor. Öte yandan ''At kişinin kanadıdır”, “Atından ayrılan artık er değildir”, “Sahibi nasılsa atı da öyledir'' gibi özdeyişler de geçmişten bugüne Kırgızistan'da varlığını koruyor. Kırgız toplumunda at, yaşamın hemen her alanında kendini gösteriyor.
Eski zamanlarda göçebe halklar arasında hızlı koşan at için büyük çatışmalar ve yarışmalar yaşandığı biliniyor. Göçebe halklardan olan Kırgızlar, ata olduğu kadar hiçbir hayvana saygı duymuyor. Kırgız bilim adamı Semyon Tyan Şanskiy, Orta Asya incelemeleri sırasında atların Kırgız halkının yaşamındaki yerini gözlemledi. Şanskiy, “Kırgızlar yarı yaşamını at üstünde geçirerek, ayrılmaz bir dost gibi alışıyorlar; bu nedenle, at, bir Kırgız için, onun en yakını, inandığı birisidir'' diyor. Kırgızların at ile olan bağlantısının eski zamanlara kadar uzandığını kaydeden tarihçi Kubat Tabaldiyev ise şöyle devam eder: “Biz tarihte atları günlük ev işlerinde, asker işinde, gelenek ve göreneklerde geniş olarak kullandık. Arkeolojik kazılar sırasında mezarlıkları açtığımız zaman kişilerin kemiklerinin yanında çoğu zaman gömülmüş atları buluyoruz. Genel olarak Kırgızların tarihi kaynaklarında 'eğer diri ise canımız bir, öldüysek mezarımız bir' sözü atlarla ilgilidir ve çok yaygın olarak kullanılır. Kazılar sırasında atı ile birlikte toprağa gömülen askerlerin mezarlarını araştırınca, onun sadece ev veya askeri öneminden daha çok manevi değerinin yüksek olduğuna şahit oluyoruz.”
Atlar Kırgızistan'ın kırsal bölgelerinde insanoğlunun en iyi yardımcısı konumunu bugün de koruyor. Atlarla iyi iletişim kurabilen eğitmenlerin yüksek saygı gördüğü Kırgızistan'da, 7 kilometreden 100 kilometreye değişen uzaklıklarda at yarışları gerçekleşiyor. Özellikle kutlama törenlerinde, her zaman “at çabış”, “er eniş”, “kız kuumay”, “tıyın enmey”, “kök-börü” gibi atlı oyunlar büyük keyifle izleniyor. Atlar kültür ve sanatta, özellikle de sinema filmlerinde değişmeyen öğe olarak kabul ediliyor. Kırgızistan'da tehlikeli sahnelerin vazgeçilmez dublörü Satar Dikambayev, yıllardır birçok filmde atlarla gösteriler yapıyor. Başkent Bişkek'teki binicilik okuluysa isteyen herkese at binmeyi öğretirken, okuldaki gözde atlar da yarıştan yarışa koşuyor. Tarihte yaşamın her alanında var olan atlar, Kırgız yaşam kültürünün bir parçası olmayı bugün de sürdürüyor.