Tarihte Yahudilik ile İslam arasındaki etkileşimin tarihi,
İslamınArap Yarımadası'nda doğup buradan yayılmaya başladığı 7. yüzyıla kadar uzanır. Gerek Yahudiliğingerekse İslamın kökenleri Ortadoğu'da, İbrahim'e dayandığından, her ikisi de İbrahimi (Semavi dinler) olarak kabul edilir. Yahudilik ile İslamın paylaştığı birçok ortak yön bulunmaktadır: temel dini görünümü, yapısı, hukuk felsefesi ve uygulaması ile İslam Yahudiliğe benzer.[1]Gerek bu benzerliklerden ötürü, gerekse Müslümankültürü ve felsefesinin İslam dünyası içinde yaşayan Yahudi cemaatleri üzerindeki etkisi yoluyla, geride kalan 1.400 yıl boyunca bu iki din arasında kesintisiz ve hatrı sayılır bir fiziki, teolojik ve siyasi örtüşme ortaya çıkmıştır.
Dini şahsiyetler


İbrahim'in gömülü olduğu Makpela Mağarası.


Musa ve On Emir, Rembrandt.

Kadim İbrani ve Arap halkları genel olarak, eski İbranilerin bildiği kültürlerin kökenlerine dair Tevrat'ta anlatılanlardan esinlenilerek ortaya atılan bir kavram olan Sami halkları adı altında sınıflandırılırlar. Kadim İbraniler kültürü ve dili ile kendilerine en yakın olanların genelde ataları Nuh'un oğullarından Sam'ın soyundan geldiğine inanırlardı. Düşmanlarının ise, Sam'ın lanetli erkek kardeşi Ham'ın soyundan geldiği söylenirdi. Modern tarihçiler, genellikle ebeveynden çocuğuna geçen, gen ve alışkanlıklar gibi özelliklere dayanarak eski İbraniler ile Araplar arasındaki hısımlık ilişkisini doğruluyorlarsa da, bugüne kadar üzerinde en çok çalışma yapılan kıstas dil olmuştur. İbranice ve Arapçayı da içine alan Sami dilleri arasındaki benzerlikler ve bu diller ile diğer komşu halkların konuştuğu diller arasındaki farklılıklar, tüm Sami halkları içinde İbraniler ile Arapların ortak kökenini teyit eder niteliktedir

Yahudilik, M.Ö. 16. yüzyılda ilk büyük tek tanrılı din olarak ortaya çıkmıştır. Yahudi inanışına göre, Yahudilik tarihi Tanrı ile kendisi de İbrani olarak kabul edilen İbrahim arasındaki Ahit ile başlar. (İlk İbrani İbrahim'in atalarından Hud'dur.) Tevrat'ta zaman zaman "Arap" olarak tercüme edilen
Arvi halklarından bahsedilir. Arap Yarımadası'nda yaşayan Arapların İbrahim'in ilk oğlu İsmail'in soyundan geldiği kabul edilir. Çoğu Batılı ile kimi Müslümanlar arasında İslamın Kur'an'ın Muhammed'e indirilmesi ile 7. yüzyılda, Arap Yarımadası'nda doğduğu görüşü hakim olsa da, Kur'an'da (Allah'a inanmak ve Allah'a ve emirlerine teslimiyet anlamında) ilk Müslümanın İbrahim olduğu yazar. İslam, gerek Yahudilik gerekse Hıristiyanlık tarafından kabul edilen Musa ve İbrahim[3] gibi ortak peygamberlereinanç ve hürmet gibi birçok özelliği de paylaşır.

İbrahim

Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam "İbrahimi dinler" (Semavi dinler) olarak bilinir.İlk İbrahimi din, Babil Sürgünü'nden önce, M.Ö. 1. yüzyılda kadim İsrail ve Yahuda krallıklarında uygulandığı haliyle Yahudilik idi. Müslümanlar, İbrahim'in büyük oğlu İsmail'i Arapların Babası olarak kabul ederler. İbrahim'in küçük oğlu İshak ise İbranilerin Babası olarak adlandırılır. Yahudi geleneğinde, İbrahim Avraham Avinu, ya da "Babamız İbrahim" olarak adlandırılır. Müslümanlar ise, İshak'ı İslamın önemli peygamberlerinden biri ve İsmail vasıtası ile Muhammed'in atası olarak kabul ederler.

Musa


İslam, Tora'nın ya da Arapça'dan gelen adı ile
Tevrat'ın Musa'ya vahiy yoluyla indiğini ve Allah kelamı olduğunu kabul eder. Aynı zamanda inen vahyin aslının zaman içinde Yahudi (ve Hıristiyan) kâtip ve vaizler tarafından tahrif edildiğine de inanırlar. İslam inanışına göre, Yahudilerin günümüzdeki kutsal kitapları Musa'ya inen vahiylerden uzaklaşmıştır. Müslümanlar, Kur'an'ın Tanrı'dan inen son kitap olduğuna ve önceki kitapları tamamladığına inanırlar.

Muhammed bin Abdullah


Muhammed Mekke'de dini yayarken, "Ehl-i kitap" olarak adlandırdığı Hıristiyanlar ile Yahudileri, öğretilerinin temel ilkelerini paylaştığı doğal müttefikleri olarak görmüş, onay ve desteklerini vermelerini beklemiştir. O dönemde, Müslümanlar da tıpkı Yahudiler gibi ibadetlerinde Kudüs'ü kıble alıyordu. Muhammed, Yahudi cemaatinin uzun süredir tek Tanrı'ya ibadet ettiği Medine'ye hicret etmekten de büyük heyecan duymuştu.
Başta pagan ve çok tanrılı kabileler olmak üzere, birçok Medineli Mekke'den gelen göçmenlerin dinine geçerken şehirdeki Yahudi kabilelerdinlerini değiştirmediler. Peygamberliğini reddetmeleri Muhammed'i hayal kırıklığına uğratmıştı.





Muhalefetleri "dini sebeplerin yanı sıra pekala siyasi sebeplere de dayanıyor olabilir."
[8] Watt'a göre, "Yahudiler, doğal olarak Yahudi olmayan birinin [Yahudiliğin] peygamberi olabileceğini kabul etmekte isteksiz davranmış olabilirler."[9]

Mark Cohen ise, Muhammed'in "kutsal kehanetin sona ermesinden yüzyıllar sonra" ortaya çıktığını ve "mesajını, hem biçim hem de söylem olarak Yahudiliğe yabancı bir lafızla dile getirdiğini" ekliyor.[10]İbn Meymun sahte peygamber olarak nitelendirdiği Muhammed için Yemen'e Mektup'unda da meczup demişti. Dahası, ibn Meymun Muhammed'in peygamberlik iddiasının kendi kehaneti ile geçersiz kılındığını, zira bunun Musa'nın kehaneti, Tevrat ve Sözel Gelenek ile çeliştiğini iddia etmişti. Ayrıca, Muhammed'in okuma yazma bilmemesi de peygamberlik iddiasını geçersiz kılıyordu.[11]
Diğer Peygamberler

Her iki din de bazı istisnalar hariç birçok kişinin peygamberliği konusunda fikir birliği içindedir. Hıristiyanlığın aksine, her iki din de Hud, Eyyub ve Yusuf'un peygamber olduğunu öğretir. Ne var ki, bir Yahudi bilgeye göre, Eyyub'a atfedilen tüm hikâye bir efsaneden ibaretti ve Eyyub diye biri aslında hiç var olmamıştı. İbrani Kutsal Metinleri üzerine yorumları ile bilinen Yahudi alimi Rashi ise Eyyub'un bir peygamber olduğunu göstermek için Tekvin'in 10. babına dair yaptığı yorumda, Talmud'da da adı geçen ve kökeni M.S. 160 yılına kadar uzanan bir metinden alıntı yapar.
Tarihi etkileşim


Yahudiler Müslümanların hakimiyeti altındaki ülkeler içinde sıklıkla yaşamışlardır. On dört yüzyıllık İslam tarihi boyunca birçok ulusal sınır değiştiğinden, Kahire'deki Yahudi cemaati gibi tek bir cemaat farklı dönemlerde çok farklı ülkelerin sınırları içinde kalmış olabilmektedir.
İslam devleti Arap Yarımadası'nın dışına yayıldıkça, çok sayıda Yahudi de Müslüman yönetimi altına girdi. İslam hukukunun Yahudilerin kendi yasaları ile yargılanması ve sinagogların korunmasını emretmesinden ötürü, Yahudilerin durumunda genel bir iyileşme yaşanırken, kimileri ise Müslümanların kontrolündeki ülkelerde Yahudi ve Hıristiyanların ikinci sınıf vatandaş statüsüne işaret etmektedir.


Orta Çağ

İber Yarımadası'nda, Müslüman yönetimi altındaki Yahudiler matematik, astronomi, felsefe, kimya ve filoloji alanlarında önemli ilerlemeler sağlayabilmişlerdir.[12] Bu çağ kimileri tarafından İber Yarımadası'ndaki Yahudi kültürünün Altın Çağı olarak da adlandırılır.[13]
Geleneksel olarak, Müslüman topraklarında (Hıristiyanlar ile birlikte) zımmi statüsünde olan Yahudilerin kendi dinlerini yaşamalarına ve kendi iç işlerini yönetmelerine, bir takım koşullara uymaları şartıyla, izin veriliyordu.[14] Müslümanlara Cizye (her özgür ***rı müslim erkekten alınan şer'i vergi) ödemek zorundaydılar.[14] İslami yönetim altında, zımmiler daha düşük bir statüdeydiler. Silah taşımalarının ya da Müslümanların da dahil olduğu davalarda şahitlik etmelerinin yasak olması gibi çok sayıda sosyal ve hukuki kısıtlamaya tabiydiler.[15] Söz konusu kısıtlamaların çoğu oldukça sembolikti. En haysiyet kırıcı olanı ise, aslında Kur'an'da da hadislerde de yeri olmadığı halde Orta Çağ'ın başlarında Bağdat'da ortaya çıkan ve düzensiz şekilde uygulanan ayırt edici kıyafet uygulamasıydı.[16] Yahudiler nadiren öldürülmüş veya sürgün edilmiş ya da din değiştirmeye zorlanmış ve çoğunlukla ikamet ve meslek seçimlerinde serbest bırakılmışlardır.[17] Yahudilere karşı gerçekleştirilen önemli katliamların başında, 12. yüzyılda Endülüs'teki Muvahhidhanedanı hükümdarlarının gerçekleştirdiği öldürme veya din değiştirmeye zorlama olayları gelmektedir.[18] İkamet seçimlerinin Yahudilerin elinden alındığı durumlara verilebilecek en önemli örneklerden biri ise, Fas'ta 15. yüzyılda başlayan, özellikle de 19. yüzyılın başlarından itibaren Yahudilerin duvarlarla çevrili mahallelerde (mellahlar) toparlanması uygulaması gelir.[19] Din değiştirme olaylarının birçoğu ise gönüllü olmuş ve çeşitli sebeplere dayanmıştır. Ne var ki, 12. yüzyılda, Kuzey Afrika ve Endülüs'teki Muvahhid hanedanının yanı sıra, İran'da da Yahudilerin din değiştirmeye zorlandığı kimi olaylar yaşanmıştır.[20]
Orta Çağ'da Volga boyunda kurulan Hazar devleti Yahudiliğe geçerken, ona tabi olan Volga Bulgaristan'ı ise İslama geçmiştir.
Yahudilerin İslama geçişi

Geçmişte, Yahudilerin gruplar halinde ya da tek tek İslama geçtiği görülmüştür.
Yahudilikten İslama geçen grupların bir bölümü Müslüman olarak kalırken Yahudi mirasları ile bağlantılarını ve bu mirasa olan ilgilerini de korumuşlardır. Bu gruplar arasında, Askia Muhammed'in Timbuktu'da başa geçmesinden sonra Yahudilerin ya İslama geçmeleri ya da topraklarını terk etmelerini emretmesi üzerine 1492 yılında din değiştiren Timbuktulu anusim (Yahudi hukukunda Yahudilikten çıkmaya zorlananlara verilen ad) ya da Daggataun ve İslama geçmesi için baskı gören, kimi zaman da buna zorlanan Buhara'daki Yahudi cemaatiÇala'nın bir kısmı da vardır.
İran'da, 16 ve 17. yüzyıllarda hüküm süren Safevi hanedanı döneminde, Yahudiler alenen İslama geçtiklerini beyan etmeye zorlanmış, bu kişilere, Yeni Müslüman anlamına gelen, Cedid el-İslam adı verilmiştir. 1661 yılında, bu zorunlu din değiştirmeleri iptal eden bir ferman çıkarılmış ve Yahudiler tekrar dinlerini açık bir şekilde uygulamaya tekrar başlamıştır. Benzer şekilde, 1839'da İran'ın Meşhed şehrinde kendilerine yönelik katliamları durdurmak için şehirdeki Yahudiler toplu olarak İslama geçmişlerdir. Tekrar kendi inançlarını alenen uygulamaya başlamadan önce, yüzyıldan uzun bir süre boyunca da Yahudiliği gizlice uygulamışlardır. Yirmi birinci yüzyılın başı itibariyle, bunların 10.000'i İsrail'de, 4.000'i New York'ta, 1.000 kadarı da başka yerlerde yaşıyordu.
Türkiye'de kendini mesih ilan eden Sabetay Sevi, kendisine İslama geçmek ile idam arasında bir seçim sunulana kadar hapsedilmiş, 1666 yılında da İslama geçmiştir. Takipçilerinin bir bölümünün de onu izlemesi ile, Dönmeolarak bilinen grup ortaya çıkmıştır. Dönmeler, dışarıdan Müslüman gözükmekle birlikte, Sevi'nin Mesih olduğu inancını korumuş, kimileri ise, Tanrı'nın Sevi'de vücut bulduğuna inanmıştır. Dönmeler, birçok açıdan Yahudiliklerini gizlice sürdürmüş, kimi Yahudi geleneklerine uymuş, dualarını İbranice ve Aramice etmiş, Yahudi bayramlarını kutlamış ve oruçlarını tutmuştur.
Günümüz

Bugün tüm Müslüman ülkeler arasında en büyük Yahudi cemaatiİran'da bulunurken bu ülkeyi Özbekistan ve Türkiye takip etmektedir. İran'da devlet tarafından bir dini azınlık grubu olarak tanınan Yahudi cemaatine, tıpkı Zerdüştiler gibi, İran parlamentosunda bir sandalye tahsis edilmiştir. 2000 yılında, İran'da halen 30.000 ila 35.000 Yahudi olduğu tahmin edilirken, kimi kaynaklara göre bu sayı 20.000 ila 25.000 arasındadır.
Günümüzde, Arap-İsrail anlaşmazlığı Müslümanlar ile Yahudiler arasındaki ilişkilere yön veren temel konu haline gelmiştir. İsrail Devleti, Filistin'deki Britanya Mandası'nın sona ermesinden bir gün önce, 14 Mayıs1948 tarihinde bağımsızlığını ilan etti.Kısa süre sonra, aralarında Mısır, Suriye, Ürdün, Lübnan ve Irak'ın bulunduğu 5 Arap devletinin İsrail'e saldırması ile 1948 Arap-İsrail Savaşı patlak verdi. Yaklaşık bir yıl süren savaşın ardından ateşkes ilan edilerek, Yeşil Hat adı verilen geçici sınırlar belirlendi. Ürdün, daha sonra Batı Şeria olarak bilinen bölgeyi ilhak ederken, Mısır da Gazze Şeridi'nin kontrolünü ele aldı. İsrail 11 Mayıs1949 tarihinde Birleşmiş Milletler üyeliğine kabul edildi. Çatışmalarda, Birleşmiş Milletler'in tahminlerine göre 711.000 Arap İsrail'den kaçtı. 1948'de, "Tam da Filistin'de bir Yahudi devleti kurma teşebbüsünün ta kendisi yüzünden ortaya çıkan Arap mezalimi sonucunda" Yahudiler de Arap topraklarından kitleler halinde ayrıldılar.
Yirminci yüzyılın başından bu yana Yahudilerin İslama geçişi genel olarak gönüllü olarak gerçekleşmiş, İslamı seçen Yahudilerin sayısı ise düşük olmuştur. Bunlar arasında en kayda değer olanları şunlardır:


Altı milyon İsrail vatandaşından her yıl ortalama 35'i İslama geçerken, bunların büyük bölümünü Müslüman erkeklerle evlenen Yahudi ve Hıristiyan kadınlar oluşturmaktadır.[28]
Daha fazla bilgi için: [[Dünya Üzerindeki Yahudiler ve Arap Asıllı İsrail Vatandaşları]]
İslam Yahudileri: İslam ülkelerinde doğup yetişen Yahudi toplulukları bazen bu isimle anılırlar. Bu toplulukların çoğu 1948'den sonra yaşadıkları ülkelerden kovulmuşlardır. Neredeyse bir milyon yahudi Arap ve müslüman ülkelerden zorla kovulmuştur. (Türkiye bu duruma istisnadır). Bunların büyük çoğunluğu İsrail'e yerleşmiş bir kısmı da Fransa ve ABD gibi batı ülkelerine göç etmişlerdir. Halen İslam Yahudilerinin bu ülkelerde kültürel kimliklerini korumaktadırlar. Şalom Gazetesi yazarlarından Haymi Behar bu konuda kaleme aldığı "Ben bir İslam Yahudisiyim" başlıklı yazıda bu kültürel zengilikleri anlatır.

Ortak yönler

İslam ile Yahudiliğin paylaştığı birçok ortak yön bulunmaktadır. İslam, gelişimi sırasında Yahudiliğe en yakın büyük din haline gelmiştir. Antik Yunan ve İbrani kültürlerinin etkileşiminden ortaya çıkan Hıristiyanlığın aksine, Yahudilik genel dini görünümü, yapısı, hukuk felsefesi ve uygulaması ile İslama benzerlik gösterir.İslam içinde, kökenleri Tevrat'ta yer alan geleneklere ya da Tevrat sonrası Yahudi geleneklerine dayanan birçok gelenek yer almaktadır. Bu uygulamaların geneline İsrâîliyyât adı verilmektedir.
Tarihçi İlber Ortay'lı İslam'ı "evrensel yahudilik" olarak tanımlamıştır. Gerek Kurallar gerekse Allah anlayışı bakımından bu iki dinin yakınlığı konunun uzmanları tarafından birçok akademik kaynakta vurgulanmaktadır.
Kutsal Kitaplar

Daha fazla bilgi için: [[ Ehl-i Kitap]]
İslam ve Yahudilik vahiy ile inen Kutsal Kitap fikrini paylaşırlar. Her ne kadar tam olarak metin ve tefsiri konularında birbirlerinden ayrılsalar da, İbrani Tevrat'ı ile Müslümanların Kur'an'ı önemli miktarda öykünün yanı sıra emri de paylaşırlar. Tevrat'ın geleneksel olarak tomar, Kur'an'ın ise kitap şeklinde olması ise her iki dinin yaşı hakkında bir fikir vermektedir.
Müslümanlar genelde Yahudilerden (ve Hıristiyanlardan) kendileri gibi, İbrahim'in iman ettiği tek bir Tanrı'ya iman etmelerinden ötürü aynı genel öğretileri izleyen insanlar anlamında, "Ehl-i Kitap" olarak bahsederler. Kur'an, dinlerini bırakmak istemeseler bile hoşgörü gösterilmesi gereken "Ehl-i Kitap"ı (Yahudiler ve Hıristiyanlar) ile aynı hoşgörünün gösterilmediği putperestlerden (çoktanrıcılar) arasında ayırır (Bkz. Bakara Suresi, 256. Ayet). Müslümanlara getirilen bazı kısıtlamalar da gevşetilerek, örneğin Müslüman erkeklerin "Ehl-i Kitap"tan bir kadın ile evlenmeleri ya da Müslümanların Kaşer et yemelerine izin verilmiştir.[30]
"Onlar (Yahudiler) nerede bulunurlarsa bulunsunlar, Allah'ın ahdine ve insanların (müminlerin) himayesine sığınmadıkça, kendilerine zillet (damgası) vurulmuştur; Allah'ın hışmına uğramışlar ve miskinliğe mahkum edilmişlerdir. Çünkü onlar, Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorlar ve haksız yere peygamberleri öldürüyorlardı. Bu da, onların isyan etmiş ve haddi aşmış bulunmalarındandır. Hepsi bir değildir; Ehl-i kitap içinde istikamet sahibi bir topluluk vardır ki, gece saatlerinde secdeye kapanarak Allah'ın âyetlerini okurlar." (Al-i İmran, 3/112-113)
Mâide Sûresinin 64. âyetinde şöyle buyuruluyor: “Bir de Yahudiler, Allah’ın eli bağlıdır, cömert değildir, dediler. Bu dedikleri söz sebebiyle, elleri hayır yapmak hususunda bağlandı ve lânetlendiler. Doğrusu Allah’ın kudret elleri açıktır, dilediği gibi ihsan eder. Andolsun ki, sana Rabbinden indirilen âyetler, onlardan bir çoğunun azgınlığını ve küfrünü artıracaktır.”
A'RÂF SÛRESİ (137) Hor görülüp ezilmekte olan kavmi (İsrailoğullarını), toprağına bolluk ve bereket verdiğimiz yerin doğu ve batı taraflarına mirasçı kıldık. Rabbinin İsrailoğullarına verdiği güzel söz, onların sabretmeleri karşılığında gerçekleşti. Firavun ve kavminin yaptıklarını ve (özenle kurup) yükselttiklerini yerle bir ettik.
YÛNUS SÛRESİ (93) Andolsun, biz İsrailoğullarını çok güzel bir yurda yerleştirdik ve onlara temiz rızıklar verdik. Kendilerine bilgi gelinceye kadar ayrılığa düşmediler. Şüphesiz ki, ayrılığa düşmüş oldukları şeyler hakkında Rabbin kıyamet günü aralarında hükmünü verecektir.
İSRÂ SÛRESİ (104) Bunun ardından İsrailoğullarına şöyle dedik: "Bu topraklarda oturun, ahiret va'di (kıyamet) gelince hepinizi toplayıp bir araya getireceğiz."
CÂSİYE SÛRESİ (16) Andolsun biz, İsrailoğullarına kitap, hükümranlık ve peygamberlik verdik. Onları güzel ve temiz yiyeceklerle rızıklandırdık ve onları (dönemlerinde) âlemlere üstün kıldık.
TÂ HÂ SÛRESİ (80) (Allah şöyle dedi:) "Ey İsrailoğulları! Sizi düşmanınızdan kurtardık, size Tûr'un sağ yanını vadettik ve size kudret helvası ile bıldırcın indirdik."
Din hukuku

Yahudilik ve İslam, yazılı yasaların önüne geçebilen sözel geleneğe dayalı ve dini ile laik alanlar arasında ayrım yapmayan din hukuku sistemlerine sahip olmaları ile eşsizdir.[31] İslamda, söz konusu dini yasalara Şeriat, Yahudilikte ise Halaha adı verilir. Gerek Yahudilik gerekse İslam din hukuku üzerine çalışmayı bir çeşit ibadet ve başlıbaşına bir amaç olarak görür.
Davranış kuralları

İki din arasındaki en bariz ortak uygulama Tanrı'nın kesin tekliğinin ifadesidir: Müslümanlar bunu her gün kıldıkları beş vakit namaz ile, Yahudiler ise günde üç vakit ibadetin yanı sıra en az iki defa (Şema Yisrael) daha ifade ederler. İki din de imanın merkezinde yatan oruç tutma ve sadaka verme uygulamalarının yanı sıra perhiz kuralları ve arınma ritüellerinin diğer yönlerini de paylaşırlar. Katı perhiz kuralları altında, yenmesine müsaade edilen gıdalara Yahudilikte Kaşer, İslamda ise Helal adı verilir. Her iki din de domuz etinin yenmesini yasaklar. Helal kısıtlamaları Kaşrut perhiz yasalarının bir alt kümesini andırır, dolayısıyla birçok kaşer gıda, özellikle de, İslamın Allah'ın adı ile kesilmesini emrettiği et, helal kabul edilir.
Hem İslam hem de geleneksel Yahudilik eşcinselliği yasaklar ve evlilik dışı cinsel ilişkiden men eder ve kadının adet döneminde cinsel ilişkiden kaçınmayı emreder. Her iki dinde de erkeklerin sünnet olması emredilir.
Daha fazla bilgi için: [[Yahudilik ve İslam'ın Beş Şartı]]
Diğer benzerlikler

Hem İslam hem de Yahudilik Hıristiyanlıktaki teslis doktrinini ve İsa'nın Tanrı olduğu inancını Tek tanrıcılığın ilkelerine bilhassa aykırı olduğunu kabul eder. Putperestlik, yani putlara tapınma da her iki din tarafından yasaklanmıştır. Her ikisinde de meleklere ve cinlere inanılır ve her iki dinde de birçok melek benzer isim ve role sahiptir. Ne İslam ne de Yahudilikte asli günaha inanılır. Her ikisi de eşcinselliği en ağır cezayı gerektiren bir günah olarak görür. Midraş ile Kur'an (ve Hadisler) arasında çok sayıda anlatım benzerliği kaydedilmiştir. Her ikisi de Potiphar'ın karısının adının Züleyha olduğunu (ki İslamda, bu İsrâîliyyât etkisinden de kaynaklanıyor olabilir) belirtir.Her ikisi de Kral Süleyman'ın kuş dilini bildiğini ve diğer birçok benzerliği öğretir.
Müslüman ve Yahudi inanışına göre, vücutta omurganın en altında bulunan, Luz kemiği (kimileri bunun halk arasında kuyruk sokumu kemiği olarak bilinen coccyx olduğunu belirtir) adlı küçük kemik asla çürümez ve yeniden diriliş sırasında vücut bu kemik üzerine kurulacaktır. Müslümanların kitaplarında bu kemik "Acbu'z-zeneb" -(عَجْبُ الذَّنَب) olarak adlandırılır. Sonraki dünyada insanoğlunun nasıl yeniden can bulacağını soran Hadrian'a Haham Joshua Ben Hananiah, "Omurga kemiğindeki Luz'dan" cevabını vermiştir.

Yahudi ve İslam düşünceleri arasındaki karşılıklı etkilenme

Başta Müslüman hakimiyeti altındaki İspanya'da yaşayanlar olmak üzere, Orta Çağ Müslüman ve Yahudi akılcı filozofları arasında önemli miktarda entelektüel alışveriş olmuştur.
Ayrıca bakınız: Yahudi Felsefesi ve Erken İslam Felsefesi
Saadia Gaon

İslam felsefesinden ilk etkilenen en önemli Yahudi filozoflardan biri de Rav Saadia Gaon'dur (892-942). Emunoth ve-Deoth (İnançlar ve Fikirler Kitabı) Gaon'un en önemli çalışmasıdır. Bu eserinde, Kelâmcıları son derece yakından ilgilendiren, maddenin yaradılışı, Tanrı'nın tekliği, ilahi özellikler, ruh vs. gibi soruları ele alan Saadia filozofları da son derece yoğun bir şekilde eleştirir.
On ikinci yüzyılda, saf filozofinin baş tacı edilişine tanıklık eder. Felsefenin böylesine göklere çıkartılmasının ardında büyük ölçüde Araplar arasında Gazali (1058-1111), Yahudiler arasında ise Judah ha-Levi (1140) vardır. Gazali gibi, Judah ha-Levi de dini spekülatif felsefenin prangalarından kurtarmayı kendine vazife edinmiş, bu amaçla tüm felsefe okullarını itibardan düşürmeye çalıştığı Kuzari'yi yazmıştır.
Musa ibn Meymun



Musa ibn Meymun, Aristoteles'in felsefesini Yahudilik ile bağdaştırmak için uğraşmış, bu amaçla da ölümsüz eseri, Dalalat el-Hairin'i (Yoldan Sapanlara Kılavuz) kaleme almış, Yahudi düşünürler bu eseri üzerine yüzyıllar boyunca tartışmış ve yorumlar yapmıştır. Bu çalışmasında, ibn Meymun yaradılışı, Tanrı'nın tekliğini, Tanrı'nın özelliklerini, ruhu vs. Aristoteles'in teorileri doğrultusunda, bunlar din ile çatışma içinde olmadığı ölçüde, ele alır. Örneğin, Aristoteles'in madde ve biçim üzerine öğretilerini kabul ederken, maddenin sonsuzluğuna karşı gelir. Ayrıca, Aristoteles'in Tanrı'nın özel değil, sadece evrensel olan hakkında bilgi sahibi olabileceği yönündeki teorisini de reddeder. Şayet Tanrı özel hakkında bilgi sahibi olmasaydı, sürekli değişime tabi olurdu. İbn Meymun'a göre: "Tanrı gelecekteki olayları gerçekleşmeden önce idrak eder ve bu idrakinde de asla yanılmaz. Öyleyse, O'nun için yeni olan hiçbir fikir yoktur. Belirli bir bireyin henüz var olmadığını ancak belirli bir tarihte doğacağını, belirli bir süre boyunca var olacağını ve ardından yine yokluğa geri döneceğini bilir. Dolayısıyla bu birey var olduğunda, Tanrı yeni bir olgu öğrenmiş olmaz; O'ndan habersiz hiçbir şey olmamıştır, zira bu bireyi, şu anda olduğu gibi, doğumundan önce de tanıyordur" (Moreh, i.20). Böylece, bir yandan bazı Aristotelesçi teorilerin din için yaratacağı sorun yaratabilecek sonuçlardan kaçınmaya çalışmışsa da, ibn Meymun Aristoteles'in ruhların bütünlüğü fikrinin yarattığı sonuçlardan tümüyle kaçamamış, bu noktada da kendisini ortodoksların saldırılarına açık hale getirmiştir.
İbn Meymun'un çağdaşı ve hocası ibn-i Rüşd Arapların felsefe çağını kapar. Bu büyük Aristoteles yorumcusunun cesareti, büyük bir feveran ile ayrım gözetmeksizin tüm filozoflara saldıran ve tüm felsefi metinleri alevlere atan ortodoksların gazabını tüm gücüyle üzerine çekti.
Arap okullarından kovulan Arap felsefesi, kendisini Hıristiyan dünyasına ulaştırma onuruna sahip olan Yahudilere sığındı. Tibbons, Narboni ve Gersonides gibi birçok önemli isim Arap felsefi metinlerinin İbraniceye çevirilmesi ve yorumlanmasında rol aldı. Çalışmalarının merkezine ise, büyük ölçüde, talebesi Joseph ben Judah'a yazdığı bir mektubunda ibn-i Rüşd'ün tefsiratından büyük övgü ile söz eden ibn Meymun sayesinde, özellike ibn-i Rüşd'ün eserleri oturdu.
Bir cevabında, ibn Meymun Yahudilik ile İslam arasındaki ilişkiyi şöyle ele alır:
İsmailoğulları hiç de putperest değildirler; [putperestlik] dudaklarından ve kalplerinden çok uzun zaman önce silinmiştir; ve Tanrı'ya ortada hiç şüpheye yer bırakmayacak, uygun bir teklik atfederler. Bizim hakkımızda yalan söylemeleri ve Tanrı'nın bir oğlu olduğu ifadesini bize yakıştırmaları bizim de onlar hakkında yalan söyleyip putperest olduklarını söylememizi gerektirmez… Ve [Müslümanların] değer verdiği mekanın [Kabe] bir putperestlik mekanı olduğunu, içinde atalarının eskiden tapındığı bir putun saklı olduğunu söyleyen olursa da, ne fark eder? Bugün onu kıble alıp secde edenlerin kalbi sadece Cennet'e [dönmüştür]…. Bugünkü İsmailoğulları'na bakarsak, putperestlik kadınlar ve çocuklar da [dahil olmak üzere] hepsinin dudaklarından silinmiştir. Hataları ve akılsızlıkları, İsrailoğulları arasındaki dönekler ve hainler [örn. dönmeler] yüzünden yazıya dökülemeyecek, başka şeylerdedir. Ancak, Tanrı'nın tekliği konusunda, hiçbir hataları yoktur.
Tefsir üzerindeki etki

Saadia Gaon'un Tevrat yorumu, Mutezililerin izini taşır; ve yazarı da Tanrı'nın, öze ilişkin olanlar haricinde, insane benzer herhangi bir özelliği olduğunu kabul etmezken, kutsal metinleri atropomorfizmden arıtacak şekilde yorumlamaya ***ret gösterir. Yahudi yorumcu Abraham ibn Ezra, Tevrat'ta anlatıldığı şekli ile Yaradılışı ve Kutsal Kitap'taki diğer bölümleri felsefi bir anlamda açıklar. Nahmanides (Rabbi Moshe ben Nahman) ve diğer yorumcular da, kendi dönemlerinde geçerli olan felsefi fikirlerin etkilerini gösterirler. Aralıksız olarak beş yüzyıl boyunca süren bu olumlu etkilenme, Yahudi ve Neoplatonistmistisizmin ihmal edilmiş derinliklerinden gelen ve Kabbala adını alan diğer etkiyi doğurmuştur. Kuran üzerine yapılan yorumlar, ya da tefsir, de yoğun bir şekilde Yahudi kaynaklarından yararlanır. Buna da İsrâîliyyât adı verilir.