İslam ve Kadın konusunda Müslüman ilim adamları arasında birbirinin tam aksi iki farklı eğilim görülür. Bunlardan birisi İslam'ın kadını en yüksek mertebeye oturttuğu, kadınlara bütün haklarını verdiği şeklinde iken; diğeri ise Kur'an'ı ataerkil Arap toplumunun önyargılarını yansıtan, kadınları ikinci sınıf bir konuma hapseden bir metin olarak algılayanların tutumudur.

İslam dininin kutsal kitabı Kur'an, kadın ile erkeği insan olmaları bakımından eşit, değişik rolleri yönüyle de birbirini tamamlayan varlıklar olarak kabul eder. Akıl melekesiyle donatılan her iki cins de Allah’ın emir ve yasaklarına uyup kulluk görevini yerine getirmekten sorumlu tutulmaktır.[2]Ancak birinci eğilime sahip olan ilim adamlarına göre, İslam'ın insan onur ve özgürlüğüyle şekillenen kadın anlayışının zamanla değişerek dinin özüne ve temel prensiplerine ters düşen yorum, tefsir ve rivayetlerin ortaya çıkması, İslam toplumlarında kadınların geri kalmışlığı sorununu ortaya çıkarmıştır.
Öte yandan, İslam toplumlarında kadının durumunu İslam dininin kurallarının yanısıra sosyal ve siyasî çevre, etnik yapı ve İslâm öncesinden gelen kültür mirası belirlemiştir. Bu sebeple İslâm dünyasında kadının her yerde ve her dönemde aynı konumda olduğunu söylemek mümkün değildir.
Tarihsel dönemlere göre İslam toplumunda kadın

İslamın doğuşu

Cahiliye dönemi'nde Arap toplumunda sosyal yapıda kadına erkekten daha az değer verilmesi söz konusuydu; ancak sosyal konum ve başarıları ile ön plana çıkmış marjinal kadınlar da mevcuttu. İslamiyet'in doğuşu ve yaşanmaya başlanmasıyla birlikte, bütün toplumsal gelenek ve değerlere karşı uygulanan, “olumlu bulunanın devamına izin verilmesi ve ***riislamî bulunanın yasaklanması” prensibi doğrultusunda kadın ile ilgili bazı kabullerin devam etmesine izin verildi; olumsuz görülen toplumsal geleneklerin yerine bir İslami prensip getirildi.
Kur’an, öncelikli olarak Arap toplumunda kız çocuklarına yapılan kötü muameleyi, insanların kız çocukları karşısında sergiledikleri kötü tavırları tasvir etmiştir. Kur'an'da kadın, kadın-erkek ikilemine indirgemeksizin insan olması temelinde ele alınmış; kadın-erkeğin yaratılış niteliklerini dikkate alarak hak ve sorumlulukları belirlenmiştir. Kadın ve erkek eşit ilişkilere sahip, farklı iki cins olarak görülmüş; cinslerin birbirinin eksikliklerini tamamladığını ve her birinin farklı özelliklerinin kendi içinde değerli olduğunu savunan tamamlayıcılık yaklaşımı ile ataerkil gelenek yıkılmaya çalışılmıştır. İlk kadın tarafından işlenen ve erkeğin de işlemesine sebep olunan aslî günah anlayışına dayanan kadın karşıtı söylem yerine erkek olsun kadın olsun her doğan kişinin günahsız doğduğu, sonradan işlediği fiiller sebebiyle sorumlu olduğu anlayışı getirildi. Ancak İslam toplumlarındaki uygulamalar her zaman bu esaslara uygun olarak şekillenmemiştir.
İslamî tebliğ döneminde siyaset, savaş ve ilim konularında erkeklerin yanı başında yer alan kadınlar vardı.Sahâbî kadınların gerek günlük namazlara gerekse cuma ve bayram namazlarına katıldıkları bilinmektedir.
İslam peygamberinin ölümünden hemen sonra kadınların namazlarını camide kılma uygulamasından rahatsızlık duyulmaya başlandığı anlaşılmaktadır. Kadınların camilerden uzak tutulmak istenmesi zamanla etkisini göstermiş, onların evdeki ibadetlerinin camidekinden daha faziletli olduğu, camiye gitmelerinin fitneye sebep olacağı inancı yerleşmeye başlamıştır.

Emeviler dönemi

Emeviler döneminde kadının konumu cahiliyeye geri dönüş seyri göstermiştir. Şehirleşme oranı arttıkça kadınların ve özellikle üst tabakada yer alan kadınların kendilerine has bir sosyal hayat tarzı kurdukları ve erkek ağırlıklı sosyal yapıdan çekildikleri görüldü. Kadınların camilerden uzaklaşmaları bu dönemde daha da belirginleşti. Ancak kadınlar ilim ve kültür hayatında önemli bir yer almaya devam ettiler. Kadınların özellikle hadis ilmine yöneldiği görüldü. Hür kadınların toplumsal hayattan çekilmesi ile sosyal hayatta öne çıkan kadınlar, cariyeler oldu.
Abbasiler dönemi

Abbasiler döneminde gerek fethedilen Bizans ve İran topraklarındaki kültürlerden etkilenme, gerekse hazine gelirlerinin artıp yönetici ve elit kesimin büyük servet sahibi olması sonucu İslam toplumunun kültürel değerlerinde büyük değişiklikler meydana geldi. Bu durumun, Müslüman kadınların sosyal hayattaki hak ve sorumluluklarında gerilemeye neden olduğu sanılmaktadır.
Memluk himayesi dönemi

1258 yılında Moğollar'ın Bağdat'ı yağmalayıp Halifeyi öldürmelerinden sonra Abbasi hanedanı varlığını Kahire'de Memluk Sultanı himayesinde sürdürdü. Mısır ve Suriye'de hüküm süren ve Türk kültürünün izlerini taşıyan Memlûk Sultanlığı'nda kadınların sosyal hayatta öne çıktıkları görülmekteydi.
Memluk Devleti'nin kuruluş sürecinde İslâm toplumunun alışık olmadığı biçimde Şecer-üd-Dürr müslüman bir ülkeye hükümdar olmuş ve bu durum o dönemin Abbasi halifesi Mustasım Billah'ın tepkisini çekmişti.
Şecer-üd-Dürrr Memluklar'da tek kadın hükümdardır. Daha sonra Memlûklarda kadınların siyasette arka planda kalırken mimarî alanda daha faal bir rol oynadıkları görüldü. Özellikle üst sınıfın kadınları, -yani sultanın anneleri, eşleri ve emir eşleri- birçok yapı inşa ettirip kamu hizmetine sunarak adlarını ölümsüzleştirmiştir.

Orta Çağ İslâm âleminde kadınların eğitim imkanlarının çok sınırlı olduğunu bilinmektedir ancak Memluk toplumunda orta sınıf kadınları arasında Arap asıllı ve Türk asıllı çok sayıda okumuş kadın vardı; hadis bilimi kadınların en çok yöneldiği alandı.[6] Arapça dil bilgisi ile uğraşan kadınlar ve tasavvufa yönelip şeyhe (kadın şeyh) olan kadınlar da görülmüştür. Eğlence hayatında da cariyeler önemli yer almışlardır.
Öte yandan Memluk toplumunda zaman zaman yönetimin kadın kıyafetlerine kısıtlamalar getirdiği, kıyafet müdahalesine uymayan kadınlar dövülüp teşhir edildiği görülmüştür. Kadını uğursuz sayan bir anlayışla toplumsal felâketlerin sorumluluğunun kadına yüklemesinin bir örneği Barsbay döneminde görüldü.[3]Sultan, veba salgınından kurtulmak ümidiyle kadınların sokağa çıkmasını yasakladı.
Modernleşme dönemi

16. yy. başında Osmanlılar'ın Mısır'ı alıp Memluklar'a son vermesiyle Osmanlı himayesine giren son Abbasi halifesi öldükten sonra halifelik Osmanlı sultanlarına geçti. Memlûklar ve Osmanlılardaki kadının eğitim durumu birbirine benzemekte idi.
Kadının klasik dönemdeki sosyal, ekonomik ve hukukî konumu 19. yüzyıla gelinceye kadar köklü değişikliklere uğramadı. 1850’li yıllardan itibaren gerek Osmanlı Devleti'nde ve ona bağlı bir eyalet statüsündeki Mısır'da gerekse İran’da bir taraftan kız liseleriyle öğretmen okullarının açılması, kızların üniversiteye kabul edilmesi, diğer taraftan basında kadın hakları konusundaki yazıların gittikçe artan bir oranda yer alması, kadınlara yönelik gazete ve dergilerin yayımlanması kadın hareketine yeni bir ivme kazandırdı. 19. yüzyıl sonları ve 20. yüzyıl başlarında kadınlarının sosyal ve ekonomik hayatının katılımının artması ile kadının sosyal, ekonomik ve hukukî hayattaki konumu gerek Osmanlı aydınları gerekse Mısır aydınları arasında yoğun şekilde tartışılmaya başlandı. Bu dönemde Cemaleddin Afgani, Muhammed Abduhve M. Reşîd Rızâ gibi modernist İslâmcılar kadının konumunu İslâm hukuku ve kültürü içinde iyileştirme amacıyla köklü reformlar teklif ederken diğer taraftan Kasım Emin gibi reformistler kadının hukukî ve sosyal konumunda reform yapılmasını istemişlerdir. 19. yüzyılda İran'da da kadın hareketi ortaya çıtı.
20. yüzyılda Türkiye, Tunus ve devrim öncesi İran'da, İslâm kültürüne bağlılık endişesi taşımaksızın kadının ferdî ve sosyal konumunu değiştirmeyi hedefleyen bir kadın hareketi ortaya çıktı. Aynı dönemde İslâm kültürüne bağlılık ilkesini korumakla birlikte gelenek ve kültürel etkilerle dinîleştirilen bazı uygulama ve anlayışların terk edilmesi gerektiğini savunan, kadının sosyal ve hukukî konumunda yeni anlayış ve ihtiyaçlar ışığında değişiklikler yapma gereğini duyan ikinci bir kadın hareketi daha ortaya çıkmıştır. Bu hareket Osmanlı Devleti'nde, Mısır, Ürdün, Pakistan, Irak, Suriye, Malezya gibi ülkelerde etkili olmuştur. Afganistan, Suudi Arabistan ve kısmen devrim sonrasında İran gibi ülkelerde kadının hukukî ve sosyal statüsü konusunda klasik yorumlara bağlı kalma ve bunu zorunlu olarak uygulama anlayışı sürdürülmektedir.

Kur'an ayetleri

Kadına İslamî bakışı aksettiren bazı Kur'an ayetleri şunlardır:
"Biz insanı pişmiş çamurdan, değişmiş cıvık balçıktan yarattık. "(Hicr Suresi : 26)''Andolsun biz insanı, çamurdan (süzülüp çıkarılmış) bir özden yarattık.'' (Mü'minun Suresi, 12)
"Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan eşini yaratıp ..."(Nisa Suresi :1)''Kendileriyle huzura kavuşmanız için size kendi nefislerinizden eşler yaratıp...''(Rum suresi, 21)''Ey insanlar, sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık...''(Hucurat suresi, 13)

"Kadınlar hakkında hayır tavsiye ediniz. Çünkü kadın, eğri “kaburga kemiği”nden yaratılmıştır. Kaburga kemiğinin en eğri tarafı, en üst tarafıdır. Onu doğrultmaya çalışırsan kırarsın, hali üzerinde bırakırsan öyle kalır.”
"Erkek olsun, kadın olsun, her kim de mümin olarak iyi işler yaparsa, işte onlar cennete girerler ve zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar. ..."(Nisa Suresi :124)
"Mümin erkeklerle, mümin kadınlar birbirlerinin dostudur. Her ikisi de iyiliği emreder, kötülükten alıkorlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler, Allah ve Resulüne itaat ederler. (Tevbe Suresi :71)"
"Sizi tek bir candan yaratan, ondan da yanında huzur bulsun diye eşini yaratan O’dur (Araf:189, Nisa:1, Zümer:6, Nahl:72)"
"Erkek olsun kadın olsun kim inanmış bir insan olarak dünya ve ahirete yararlı işler yaparsa kesinlikle ona güzel bir hayat yaşatacağız ve böylelerinin ecirlerini de muhakkak surette yapmış olduklarının daha güzeliyle vereceğiz." (Nahl Suresi :67)
"Şüphesiz ben, erkek olsun, kadın olsun sizden bir şey yapanın emeğini boşa çıkarmam" (Al-i imran Suresi :195)
Sosyal statü

Kur'an kadın ve erkek cinsi için “insanlar” ismini kullanmakta (İbrahim:1) ve kadını, müminler topluluğunun bir üyesi olarak kabul etmektedir. Bu, İslam’da kadının ikinci sınıf değil, birinci sınıf bir vatandaş olarak benimsediği şeklinde yorumlanmıştır. İslam'da akıl melekesiyle donatılan her iki cins de Allah'ın emir ve yasaklarına uyup kulluk görevini yerine getirmekten sorumlu tutulmaktadır (Zariyat:56; Tevbe:71–72) İslam inancına göre sosyal hayat, kadın ile erkeğin birlikteliğiyle devam eden bir süreç olup cinsiyet farklılığı Allah’ın bir hikmetidir. Dolayısıyla bu süreçte herkes yaptığı eylemlerle değerlendirilecektir (Ali İmran:195). Ancak pratik İslam’da kadınların sosyal hayata katılımı ile ilgili kısıtlamalar olagelmiştir. İslam dünyasında kadınların şeriat kurallarının uygulandığı bazı İslam ülkelerinde norm davranışlar olarak kanunlaştırılan anlayışlar tarafından hicap ve tesettür kuralları çerçevesinde mahrem olmayan erkeklerle birlikte sosyal yaşama katılmaları ve yalnız başına seyahat etmeleri hoş görülmez.
İslam'da kadınların liderlik etmesi ile ilgili yorum farklılıkları görülür. Kadınların erkeklere liderlik (devlet başkanlığı, imamlık, peygamberlik vb.) yapamayacağına dair görüşler öne sürülmüştür[13] Kadınların yöneticilik makamına gelmesini tartışmalı hale getiren hadis; "Yöneticileriniz hayırlılarınız; zenginleriniz cömertleriniz olduğu, işleriniz de aranızda danışarak görüldüğü sürece yerin üstü sizin için yerin altından daha hayırlıdır. Yöneticileriniz şerirleriniz; zenginleriniz cimrileriniz olduğu, işleriniz de kadınlara kaldığı zaman yerin altı sizin için yerin üstünden daha hayırlıdır" şeklindeki hadistir. Bu hadisten yola çıkarak kadınların kesinlikle yönetici olamayacaklarını söyleyen araştırmacılar da bulunmaktadır. Bununla birlikte hadisin senedinde bulunan Sâlih b. Beşîr hakkında âlimlerin ittifak halinde olumsuz şeyler söylemesinin bu hadisi senet itibarı ile delil olarak kullanılmayacak kadar "zayıf" bir konuma düşürdüğünü ifade eden; hadisin metninde de bir takım problemler olduğunu söyleyen araştırmacılar bulunduğu gibi “… Yöneticileriniz şerirleriniz; zenginleriniz cimrileriniz olduğu, işleriniz de kadınlara kaldığı zaman yerin altı sizin için yerin üstünden daha hayırlıdır” kısmının sonradan ilave edildiğini söyleyenler bulunur. Kadınların devlet başkanı olamayacağına dair görüşlerin aksine Kur'an'da geçen Belkıs kısasındaki nötr ifadelerden dolayı, kadının devlet başkanı olabileceğini, herhangi bir yasaklamanın olmadığını belirtenler din alimleri vardır de vardır.
Kadına biçilen rolün, geleneksel anlayış nedeniyle de sınırlandırıldığa görülür. Geleneksel anlayıştakilere göre İslâm hukukunda kadının, alım-satım, şahadet, şirket, vesayet, vekâlet, veraset ve hibe gibi her türlü medenî akit tasarrufları geniş ölçüde geçerli ve ticarî alandaki uğraşıları meşru olarak değerlendirirken; yasama, yürütme ve yargıya ait riyasete seçilebilmesi kadın için bir hak değildir[14] Kadın liderlik konusunda kısıtlayıcı görüşler rağmen 1980'lerden itibaren İslam dünyasında Müslüman kadın liderlerin hareketliliği özellikle Orta Doğu, Kuzey, Doğu, Batı ve Güney Afrika, Güney, Güney Doğu ve Doğu Asya, Avrupa ve Kuzey Amerika’'da artmaya ve yaygınlaşmaya başlamıştır.
Hukuki Statü


Kadın İslâm hukukunda bir hak süjesi değil hakkın tarafıdır."Erkeklerin de kazandıklarından nasipleri, kadınların da kazandıklarından nasipleri var meâlindeki âyet (en-Nisâ 4/32), her iki cinsin sadece mânevî kazanımlarını değil maddî kazanımlarını da vurgulamaktadır. Hukukî işlemleri yapma hususunda kadın esas itibariyle erkeklerle aynı konumdadır; erkekler bir hukukî işlemi hangi şartlarla yapabiliyorsa kadınlar da o şartlarda yapabilirler. Hukukçuların büyük çoğunluğuna göre tam ehliyetli (âkıl -bâliğ- reşîd) olmak şartıyla kadınlar kendi aleyhlerine olan bağış ve vakıf gibi işlemleri de serbestçe yapabilirler. Uygulamada ise pek çok İslam toplumunda kadınların kendilerine ait mallar üzerindeki tasarruf hak ve yetkisinin çok defa onların rızâları söz konusu olmaksızın babaları veya kocaları tarafından kullanıldığı kanaati yaygınlık kazanmıştır.
Her türlü hukukî işlemi yapabilme ehliyeti bakımından erkekle aynı konumda olan kadın, Hanefî ve Ca‘ferîler’in dışındaki mezheplerce evlenme ehliyetine getirilen sınırlama getirildiği (ancak velisinin rızâsı ile evlenebilmesi) görülür. Bu durum, bir yandan Arap toplumundaki ataerkil geleneğin fıkhî yorumlara yansımasının, öte yandan dönemin şartları içinde kadınları koruma arzusunun doğurduğu bir sonuç olarak değerlendirilir.
Bir erkeğin yerine ancak iki kadının şahitliğinin denk tutulması meselesi, İslam hukukunda kadınlarla ilgili haksızlıklardan biri olarak değerlendirilir. Kur'anda, alış veriş, borç ve katlı faiz (ripa) hakkındaki öğütleri içeren ayetler arasında geçmektedir. İlgili ayete göre, birbirlerinden vadeli olarak borç alanlar bu borcu mutlaka yazdırmalıdırlar. Borcu alan da borcu veren de onu yazdırmalıdır. Bu arada bir özel durumdan da söz edilmiştir. Eğer borçlu, herhangi bir şekilde özürlü, ya da yazdıramayacak durumda ise,velisi onun yerinedoğru olarak yazdırmalıdır. Yazma sırasında iki erkek şahit bulundurulmalıdır. Erkek şahit bulunmazsa, üzerinde anlaşmaya varılacak herhangi bir erkek ile kadın da olabilir, denilmiştir (Bakara suresi :282)Hukukçular, bütün alanlarda bir erkeğin şahitliğine iki kadının şahitliğini denk tutmuşlar; ayette geçen unutma kelimesini de gerekçe olarak ileri sürmüşlerdir.
Evlilik

İslam öncesi Arap toplumunda erkeğin sosyal ve ekonomik durumuyla alakalı olarak çok kadınla evliliğin yaygın olması sonucu Kur'an'ın bu konuyla ilgili olarak bir düzenlemeye gittiği görülür. Kur'an, en çok dört kadınla evlenebileceğini söylemek suretiyle belli bir sınırlama getirmekte ve çok evlilik müessesini hukuken kabul etmektedir (Nisa Suresi:3) Söz konusu çok-eşli evlilik izninin, esas olarak, o dönemde öksüz kızlara muamelede karşılaşılan problemler çerçevesinde verildiği düşünülür. Kimi yorumcular, çok eşliliğe izin meselesindeki izin cümlesinin erkeğin vicdanına bırakılmasını ön plana çıkartmış; kimileri çok evliliğe izin verilmesinin geçici ve sınırlı bir ***e için olduğunu benimsemiştir.
İslam hukukunda evlenmek için sınır bir yaş belirlenmemiş bunun yerine bölgeden bölgeye ve kişiden kişiye değişebilen büluğun başlangıcı esas alınmıştır. Büluğa ermemiş küçük kızların -güvenlik, uygun bir adayı kaçırmama (ahlak, nesep, din vb.) gibi sebeplerle- velileri tarafından evlendirilebileceklerine dair görüşler mevcuttur. Küçük kız çocuklarını nikahlamanın, güvenlik ortamının olmadığı kabile yönetimi, beylik yönetimi veya kabileler halinde göçebe hayatı yaşayan toplumlarda kız çocuklarının güvenliği açısından tedbir olarak geliştirilmiş bir uygulama olduğu ifade edilir.

İslamiyet'te evlilik bir akit olarak görülmüş; sona erdirilmesi İlahi olarak yasaklanmamıştır. Diğer akitler gibi tarafların karşılıklı rızalarıyla doğan ve erkeğin boşanma iradesine ağırlık verilmekle birlikte, karşılıklı rıza ve mahkeme kararı ile de sona erdirilebilen rızai bir akit olarak değerlendirilmiştir. Kur'an'a göre evlenme en az iki şahit huzurunda olacağı gibi, boşanma da en az iki şahit huzurunda olmalıdır (Talak Suresi: 2) Uygulamada ise erkek karısına "Boş Ol" dedi mi, iki şahit gerekmeden boşanma gerçekleşebilmiştir.
İbadetler

Geleneksel İslamda kadınların birbirlerine imamlık yaparak cemaatle namaz kılabilir, erkek-kadın birlikte namaz kılınacağı zaman kadınlar erkeklerin arkasında saf tutar ve namaz bu şekilde kılınır. Geleneksel düşünce de kadınlar cuma, bayram ve cenaze gibi cemaatle icra edilen ibadetlerden de muaf tutulurlar. Fakat kadınlara cuma namazının farz olduğunu düşünen çevreler de vardır.
Kadın sünneti



Klitoris kesiminin Afrika'daki tahminî uygulanma alanı ve oranları.

Klitoris kesimi Afrika'nın büyük kısmında uygulanmaktaysa da türleri ve yaygınlığı bölgelere göre farklılıklar göstermektedir. En yüksek oranda uygulandığı Somali, Cibuti, Eritre gibi ülkeler Tip I ve II türü kesimin yaygın olduğu yerlerdir.
Afrika dışında sınırlı olsa da Batı Asya'da Suriye, Irak ve İran'da rastlanmaktadır. Güneydoğu Asya ülkelerinden Hindistan,Endenozya ve Malezya'da ise ritüel amaçlı, genitali çizerek kan akıtma şeklinde, uygulanmasına rastlanabilmektedir. Unicef raporuna göre günümüzde 125 milyon sünnet edilmiş kadın bulunmaktadır.
İslam'da klitoris kesiminin yeri için temel dayanak olarak Ebu Davud'da yer alan bir hadis gösterilmektedir.
Ebu Davud kitabında bu hadisin rivayet zincirinde kopukluklar olduğunu ve zayıf olduğunu da belirtmiştir. "Dünya Müslüman Ulemalar Birliği" genel sekreteri ve El Ezher Üniversitesiüyesi Dr. Muhammad Salim al-Awwa klitoris kesiminin İslam da yeri olmadığını iddia eder ve zayıf bir hadise dayanarak hüküm verilmesini reddeder.