Derviş tek başına iç dünyasıyla meşgulken bir çölde, padişah bütün görkemiyle oradan geçmekteydi.
Derviş başını kaldırıp göz ucuyla bile bakmadı padişaha, ilgisi ötelerdeydi dervişin.
Padişah celallendi, kızdı.
-Bu ne büyük terbiyesizliktir, dedi. Bunlar insan olamazlar…
Vezir telaşlandı. Dervişe dedi ki:
-Yeryüzünün padişahı geçiyor önünden! Neden saygısızlık yaptın? Terbiyen bu kadar mı?
Derviş başını kaldırdı, cevap verdi:
-Ey hükümdar! Sen bunları senden ihsan bekleyenden bekle! Hükümdarlar milleti korumak için vardırlar. Yoksa millet onlara tapınmak için var olmamışlardır. Her ne kadar elinde kudret ve saltanat varsa da, bunlarla acizleri ve fakirleri korumalısın. Koyun çoban için değil; çoban koyunlar içindir. Bekle birkaç gün; ölüm gelince, padişahlıkla kulluk arasında ne fark kalır? Bir ölünün mezarını aç bak! Tanıyabilirmisin, zengin mi yoksa fakir mi? Padişah mı, yoksa kul mu?
Padişah hoşlanmıştı dervişten. Açtı ellerini:
Derviş, gözlerini yumdu ve dedi ki:
-Tek dileğim senden, beni bir daha rahatsız etme!
Padişah:
-Öyleyse bana öğüt ver, dedi.
Derviş dedi ki:
-Bu gün nimetler içinde yüzüyorsun. Bunu fırsat bil; âhiret hazırlığın için geç kalma! Bu nimet, bu kudret, bu saltanat, bu ülke elden geçer gider; hep sende kalacak sanma!