Kaç on yüz bin milyon kişi geberecek?
Mavinin en göz alıcı tonlarından birine sahip ve son derece “modern” tasarımla bağlanmış başörtüsünün üzerine ***et şık güneş gözlüğünü de itinalı şekilde yerleştirmiş kadın, bu tabloyu adeta “büyübozumu”na uğratan bir ses tonu ve rengiyle savuruyor sözleri… Otobüsün ortasında:
“Dünyaya nam saldı Erdoğan!.. Siz, öleceksiniz, gebereceksiniz! Az kaldı! … ... Az kaldı!..”
Ümraniye-Sultanbeyli seferi yapan İETT otobüsündeki Tayyip Erdoğan sevdalısı bu AKP’li kadın, bir “Yeni Türkiye” gerçeği… Ve artık bu ülkede bir mağduriyet durumu olmaktan çoktan uzaklaşmış “modern mahrem”in mağrurluk, nobranlık ve gaddarlık halini işaret ediyor.
Elbette bir yanıyla da Prof. Şerif Mardin’in 1980’lerin sonunda, geleceğin Türkiye’sine ilişkin tehlikeli bir kehanet olarak önümüze koyduğu şu iddianın bugün doğrulandığını, yani “geleceğin geldiği”ni düşündürüyor:
“Hiç kimse Türkiye’de biri seküler [laik] diğeri İslâmi, iki ‘ulus’un ortaya çıkma ihtimalini kesinkes reddedemez. Bu ikisinin şiddetli şekilde karşı karşıya gelme durumu şimdilik uzak görünüyor ama bu, gelecekte gerçekleşebilir.” (Ş. Mardin, “Culture and Religion towards the year 2000” başlıklı makale, 1989).
Göz alıcı mavilikteki başörtüsünün üzerine asortik güneş gözlüğünü şıkça yerleştirmiş modern-tesettürlü kadının otobüsteki sözlerine bakılırsa, Mardin’in bahsettiği geleceğin, bırakın gelmesini, neredeyse gelmiş de geçmekte olduğunu, hatta o geleceğin “tarih” olma noktasına ramak kaldığını düşünmek mümkün!..
Baksanıza kadın, “Az kaldı; öleceksiniz, gebereceksiniz” diye nasıl şehvetli bir nefretle konuşuyor. Sadece konuşmuyor, “davranıyor” ayrıca! Vücut dili, sözlerinden de kat kat ürkütücü…
Elbette bu sürecin önünü “fiilen” açan, Gezi Parkı olaylarıydı. Zaten Şerif Hoca’nın yukarıda zikredilen öngörüsüne ilk vurguda bulunmamız da o zamandır. Tayyip Erdoğan’ın “Yüzde 50’yi zor tutuyorum” ifadesiyle başlayan toplumsal ayrışma, kutuplaşma ve karşılıklı bilenme, aynı toprakta adeta “iki düşman ulus” halinin o günden bugüne kristalleşmesine yol açtı.
Evet, bu kristalleşti, çünkü ayrışmayı giderme yolunda ülke nüfusunun bir yarısının diğeriyle “farklılık içinde birlik” algısı, bilinci ve duygusuyla dolmasının önünü açabilecek hiçbir şey yapılmadı. Yangına hep körükle gidildi, bol bol benzin döküldü.
Kuşkusuz bu tek taraflı değildi. Ama iktidar partisi ve muktedir iradesi, elbette gücü elinde bulundurmanın farkı, sorumluluğu ve olgunluğuyla hareket etmemesi itibarıyla bunda çok daha büyük pay sahibidir.
İşte bu yüzden şimdi İETT otobüsündeki kadın, Tayyip Erdoğan’lı “Evet” afişlerini cumhurbaşkanının tarafsızlığı noktasından eleştirmeye kalkanlara ***et rahat ve fütursuzca “Gebereceksiniz, az kaldı” diyebiliyor.
Geriye artık sadece “geberecekler”in yekûnu kalıyor!
Ona bakalım!..
Eskiden beri hep söylenir AKP cenahında, “Bizim bu memlekette ulaşabileceğimiz azami oy oranı yüzde 60’tır” diye… Elbette bu (hâlihazırda da olduğu gibi) MHP’ye oynamak demek. Tabii buna MHP gibi geleneği köklü bir parti ne kadar cevaz verir, bu (Bahçeli faktörü de dâhil) görülecek!..
Fakat velev ki böyle diyelim; yani yüzde 60’a varan bir destek oluştu. O zaman geri kalan yüzde 40’a bakalım biz de! Özellikle onun içinde bugün “Hayır” için kitlelere seslenen, bu nedenle iktidarca ha bire “şeytanlaştırılan” iki kitlesel ve meşru siyasi güç olan CHP ve HDP’ye…
Onların bu ülkedeki destekçileri ne kadar insana karşılık geliyor?
Ayrıca, AKP ile MHP’nin (tekrar edelim, “teorik” olarak!) buluşmasının dışında ve karşısında kalan diğer irili-ufaklı bileşenleriyle yüzde 40, kaç milyon vatandaşa denktir?
5 mi, 10 mu, 20 mi, 30 mu, kaç?..
5’lik, 10’luk desteler halinde kaç milyon insan ölecek, geberecek?!
Şu, bir zamanların unutulmaz reklam filmindeki “On yüz bin milyon baloncuk yuttum” hesabı…
Kaç on yüz bin milyon “boyun”cuk yutacaksınız?..
Tayfun Atay