“Başıbozuk” kavramsal olarak içinde hem olumsuzluğu hem olumluluğu taşıyan sözcüklerdendir. Eğer devleti yönetiyorsanız ve sizin adaletsizliğine, eşitsizliğine birileri baş kaldırıyorsa, onlar sizin gözünüzde “başıbozuk” yani “kural tanımaz” birileridir. Eğer, adaletsizliğe uğramış, ezilen bir toplumun isyan eden öncüsü iseniz, bu kavram destansı bir güzelleme ile şekillenir. Bu güzelleme içinde adınız Spartaküs de olabilir, Şeyh Bedreddin de. Ve yüzyıllarca yaşarsınız, halkın eşitlik ve adalet düşlerine sarınarak.
“Başıbozuk” kavramı Anadolu’da tarihsel süreç içerisinde 16. yüzyıla dek gitmektedir. Öncelerin adalı eşkıyaları veya korsanları, bölgelerinde devlet erkinin zayıf durumundan yararlanarak kendi kanun ve nizamlarını yaratırlar. Ege’nin adalı eşkıyalarına paralel olarak Batı Anadolu’da da aynı durum söz konusu idi. Bu kez kara-tarımcı geleneklere sahip olan eşkıya grupları yine Osmanlı düzenin etkisiz kaldığı dağlık kesimlerde isyanların sıkça olduğu 16. ve 17. Yüzyılda, yerelde etkin “Başıbozuk” geleneği kök salmaya başlamıştır.İlkel bir protesto ve direniş anlayışının şekillendirdiği Başıbozuk kavramı, kır-köy-ada üçlemesi ile, merkezi otoriteye veya ona tabi olan yerel yönetime karşı yürütülen bir sosyal eşkıyalık düzenidir. Devlet yasaları içerisinde yetkin olamamış, sessiz ve çaresiz vergi yükleri altında ezilmiş tarımcı kırsal kesimin sesi olmak adına örgütlenmiş Başıbozuk ilkesi, zenginden alıp fakire vererek adaleti kendince yaratma ***retine dayalıdır.Devlet erki için büyük sorunlar yaratabilen Başıbozuklar, yöneticilerin gözünde eşkıya, haydut, asi, hırsız, çapulcu, yağmacı, hain gibi sıfatlarla lanetlenmiştir. Kendi adaletini yerleştirmek için mücadele etmiş Başıbozuklara halkın bakışı ise elbette tam tersi idi. Büyük toprak derebeylerine, zengin feodallere karşı haklarını savunmak için çarpışan bu Başıbozuklar, onlar için tam anlamıyla bir kahraman idi. Fermanlar, kanunlar ile ölümlerine fetva verilen bu isyancıları yine dağ köylerinde-kırsalda devlete karşı koruyup kollayan halk olmuştur. Avşar ellerinde Arap atları ile ırağı yakın eden, yolları, dağları sahiplenen Dadaloğlu’yu, Köroğlu’nu, Çakırcalı gibi kahramanları yaratan da yine halktır. Hakkımızda devlet etmiş fermanı, ferman padişahın, dağlar bizim deyip açıkça devlet erkine isyanı dillendiren de yine aynı Başıbozuklardır. Efelerine, Kızanlarına liderlik yapmış Köroğlu da yine dağların kırsalların adalet savunucudur.Eşkıyalık hareketinin her türlüsü başlı başına sosyal birer hareket ve kavramdır, bu kavramlara Batı Anadolu topraklarında bir de efe kavramı eklenir. Ege bölgesinde efeliğin birtakım özellikleriyle bir “sosyal isyancı” veya “sosyal eşkıya ” olarak tanımlanması bazı tarihçiler arasında kabul görür ama bu kavram tartışmaya açıktır. Yapılan eylem, ne amaçla olursa olsun “zorbalık” tır. Devlet otoritesinin de gözünde bu değişmez; efe de eşkıya da bulundukları bölgede devlet otoritesini sarsar, kanunlara karşı gelirler, hatta devletin kanunları onlar için yoktur, kendi kanunlarıyla kendi, “devletçikleri”ni kurarlar. Aslında bu tip eşkıyalar bir bakıma yerel ve merkez otoriteye “alternatif” olurlar. Köylülerin gözünde eşkıya, bir kahraman, sınıfının yandaşı, öcalıcı, adaletsizliği düzeltmek için dövüşen biri, belki de onları özgürlüğüne kavuşturacak bir liderdir. Ona hayran olunur, yardım edilir ve desteklenir. Eşkıyanın, kendi bulunduğu bölgede tarlaları ya da köyleri yağmalaması düşünülemez. “İyi” ya da “kötü” eşkıya kavramlarını anlamak için bulundukları yerde nasıl tanındıkları önemli bir ölçüttür. Köylüyü adaletsizlikten koruyan, hatta zaman zaman maddi olarak destekleyen bir eşkıya, otoritenin gözünde “hırsız”da olsa halkın gözünde büyük saygı, sevgi gören hayran olunan bir kahramandırHalkın doğrudan veya dolaylı da olsa yönetim ve sisteme dahil olamadığı totaliter sistemlerin yarattığı Başıbozuk düzeninde dağ simgesi oldukça mühim bir yer tutar. Başta dağlık alanlar olmak üzere, ormanlık, bataklık ve nehir ağzı gibi ulaşılması güç ve erişilmez yerlerde direniş merkezleri oluşturmuşladır. Başıbozuklara mesken olan dağlar, özgürlüğü ve eşit yaşamı felsefelerinde temel saymış bu kişiler için kuraldışı yaşamın sahalarıdır. Sarp ve ulaşımı zor olan dağlarda yer alan gizli besin vahaları, ormanlık ve otlak alanlar Başıbozukları koruyup besler.Başıbozukların analizini yaparsak, çoğunun kırsaldan-köyden çıkan genç erkekler olduklarını söyleyebiliriz. Evlenmemiş ve çocuk sahibi olmamış haliyle toprağın bir yerde sabitlemesine direnmiş genç erkekler, asker kaçakları, dönemin marjinalleri Başıbozuklar için en temel kişilik özellikleridir. Başarılı ve uzun süre yaşayabilen Başıbozuklar, güçlü kişiliğe, cesarete, askeri yeteneklere sahip, katı, kendine güvenen insanlardır. Kırsalın sakinlerine kendini saydırmış direniş ateşini yakmış adalet savaşının cesur neferleridir.Başıbozukların bir diğer ismi olan “Zeybek” özellikle Anadolu Yarımadası’nın batı kıyılarında hüküm sürmüşlerdir. Kendi yerellerinde kendi kanunları ile yaşamış olan bu Zeybekler için bir millet ayrımı da söz konusu olmamıştır. Rum ve Ermeni zeybeklerinde yer alabildiği sosyal direnişçi eşkıyalar, hak mücadelelerini din ve millet kavramı üstünde tutarak sadece ve sadece adaleti aramışlardır. Bu adalet için mücadele edenler içerisinde kuşkusuz kervan yolları başta olmak üzere önemli geçitleri, yolları kendilerine üst edinmiş, soygunculuk yapan, tacir gruplarını talan eden Başıbozuklar da bulunmakta idi.1826 yılında kaldırılan Yeniçeri Ocağı bu yüzyılda özellikle Batı Anadolu’da Başıbozuk-Zeybek gruplarının artışında en önemli etkiyi yapmıştır. Cezayir’in Fransızlar tarafından işgali, donanmanın kötü gidişatı ve bununla gelen ekonomik buhranlar köylü kesimde derin travmalar yaratmış ve sonuç olarak da isyancı direnişçi Başıbozuklar’a katılımlar bir hayli artmıştır.Adaletsizlik, zulüm, haksızlık karşısında savaşan, boyun eğmeyen iktidarı her fırsatta eleştiren hatta tanımayan bu Başıbozuklar, toplumda sisteme boyun eğmiş sıradan insanlardan farklı oldukları göstermek için giysi ve eşyalarına büyük önem vermişlerdir. Töreleri, adetleri, sembolleri ile daima dikkat çekmeyi amaç edinmişlerdir. Aşırı şatafatlı giysiler ve silahları, altın, gümüş ve çelik süslemelerle kaplı göz alıcı tüfekler, hançerler, kamalar, kılıçlar, gücü ve özgürlüğü simgeleyen onlarca atribüt ile doluydular.Oryantalist ressam-heykeltraş ve tarih eğitimcisi Fransız Jean-Léon Gérôme, yaptığı Başıbozuk tabloları ile 19. yüzyılın adalet savunucularını ölümsüzleştirmiştir. Figürleri özellikle de portreleri birebir Başıbozuklar ile temas halinde olduğunu gösteren Gerome’un bu kültürü anlamamız için eserleri çok kıymetlidir.Gerome'un enfes Zeybekler tablosunda raks eden Çingene kızı seyretmekteler. Çingene kıza eşlik eden Arap müziğine hâkim Arap kökenli müzisyenler. Dansçı kız Bitlis battaniyesi üzerinde raks etmekte. Belki müzisyenler de o yöredendi. Biri zenci olmak üzere toplamda altı zeybek/başıbozuk eğlencededir. Tabloda en dikkati çeken husus kuşkusuz çıplak ayağı ve bordo renkli tozluğu ile görünen zeybek figürüdür. Heybetli oturuşu, nargile içişi ve başlığının statüsüyle ilintili görkemi algımıza hâkim olmakta. Hemen yanı başında yer alan zenci zeybek tempo tutarak raksın ritmine adapte olmuştur. Başıbozuklar silahlarını sırtlarını verdikleri mekânın duvarına asmışlardır.
Gerome, Raks izleyen Zeybekler Tablosu
Gerome tablolarına yansıyan Başıbozuk figürlerine bakarak giyim kuşamlarına dair detaylı bilgiler alabiliyoruz. Bu bilgiler ışığında ise fesin Osmanlı ülkesinde yaygın bir biçimde kullanımından evvel Başıbozuklar başlarına tepeye doğru gittikçe sivrilen bir külah giyerler, üzerine ipek kumaştan renkli püsküllü poşular sararlardı. Bazılarında bu püsküller çok sık ve uzun olup, yüzün iki yanında saç gibi sarkardı. Mevlevi dervişlerinin başlıkları gibi uzun ve kalıpsız olan bu nar rengindeki başlıkları (Kabalak) haşmetli büyüklüğe sahiptirler.Merkezi devlet yapısını güçlendirmek ve bunu Batılı tarzda eğitim almış bürokrasi eliyle gerçekleştirmek temel amaçtı. Dolayısıyla bu süreçte halk, modernleşme sürecinin ne nesnesi, ne de öznesiydi. Bu bağlamda fes, bürokrasi için bir zorunluluk olarak getirilirken, halk için böyle bir zorunluluk yoktu. II. Mahmut döneminde gavurluk alameti olan fes, 100 yıl sonra gelenekselleşmiş ve bunun sonucunda da dinselleşmişti. Kaldırılması gündeme geldiğinde (1925) ise, tamamen dinsel bir sembol haline gelmişti. Başlangıçta, “püsküllü bela” olarak görülmekteydi. Halk ise, böylesi bir başlık takmak zorunda olmadığı için “başıbozuk”tu.Altlarına giydikleri mavi renkli kısa şalvara “Çaşir Menevrek” adı verilir. Diz kapaklarının üzerine dek uzanan bu şalvarı uzun dizlerine dek devam eden çizmeler tamamlar. Kollu veya kolsuz olabilen ceketlerine cepken ya da camadan ismi verilir, renkleri mavi veya lacivert tonlarında olurdu.
Olasılıkla Rum Başıbozuk grubunun nargile ve müzik keyfi ile dinlemeleri
Üstlerine bürümcükten yapılma yakasız, kol ve boyun kenarları iğne oyalı işlemeli “içlik” denilen bir gömlek giyerlerdi. Oldukça uzun olan bu içlik şalvarın içine sokulurdu. Bunun üzerine “zıbın” veya “mintan” denilen, kırmızı veya mor üzerine beyaz çizgileri olan ipek dokumadan bir gömlek giyerlerdi. Gerome’un Siyahi Zeybek tablosunda bu kırmızı tonlu zıbınlıklı sırtında tüfeği ile Başıbozuk çok net işlenmiştir.

Siyahi Başıbozuk. Olasılıkla Mısır’da resmedilen bu portre genç bir Bedevi olma olasılığı yüksek Başıbozuğun muazzam detayı.

Bellerine sardıkları Acem Şalları ise zaten haşmetli olan gövdelerine daha büyük bir etki sağlamıştır. Acem şalının üzerine meşinden bir silahlık daha sarılır. Silahların yerleştirilmesi için yatakların olduğu bu özel bölge Başıbozuklar için gövde gösterisi yapılan asıl yer idi. Kollarında kurşun geçirmez muskası olan gümüşten bir koruma kolluk yer alırdı.Türk Halk Edebiyatında Başıbozuk, Efe, Zeybek konulu binlerce eser bulunmaktadır. Bu eserlerde sosyal eşkıyalık açısından Başıbozuk kavramı edebiyatta derin etkiler yaratmış ve okura aktarılmıştır. İsyancı ve başkaldırıcı gruplar olarak temalandırılmış Başıbozuklar, ezilen kitlelerin anti-feodal direniş ruhunun ideolojik ifadesini bulduğu şarkı, türkü, efsane, destan gibi edebiyat eserlerine konu olur. Osmanlı İmparatorluğunun son döneminde Ege bölgesinde ortaya çıkan ve eylemleriyle uzun yıllar devlete sorun çıkarmış Çakırcalı Mehmet Efe en çok işlenen isimlerden biri olmuştur.“Çakıcı da dağdan iniyor/ Mor fesini giyiyor/ Ona da Çakıcı derler/ Yar fidan boylu/ Her yanı kurşun dolu…” türküsü Anadolu’da hâlâ çok sevilir. Bu kuşkusuz, bir yiğidi övmenin çok ötesinde, halkın belleğine kazınmış bir adalet duygusundan kaynaklanmaktadır. Sabahattin Ali’nin Çakırcalı Efe öyküsünün çok sevilmesinin nedeni de bu değil midir? Yaşar Kemal’in İnce Memed’i de yakın tarihimizin yiğitlik ve adalet duygusunun simgesi olarak belirmez mi edebiyatımızda?Bazen bir haksızlığa bazen bir yakınına kötü muameleden bazen de nam salmak amacıyla otoriteye başkaldıran Başıbozuklar, körüklü çizmeleri, kolları pullu sırma cepkenleri, süslü başlıkları, gümüş saplı kamaları, göz alıcı silahlarıyla öteden beri insanlarda merak uyandırmış, halk hikâyelerine ve romanlara konu olup, beyaz perdenin izlenme rekorları kıran filmleri arasında yer almıştır. Esasında bu özellikleriyle eşkıyalık evrenseldir. Zira Robin Hood, Zapata, Desparato, Zorro, Köroğlu ve Dadaloğlu farklı milletlerin evrensel kahramanlarıdır.Adaletsizlik, eşitsizlik, hor görme var olduğu sürece dünyanın her yerinde “Başıbozuklar” olacaktır. Güney Amerika’da bu başıbozuğun adı Che’ydi; Türkiye’de Deniz Gezmiş’le yeniden anlam kazandı. 2000’li yıllarda ise yüzbinlerce adsız “Başıbozuk” Gezi Direnişi’ni yazdı. Onların da dağları ülkenin her yerindeki meydanlardı; türküleri isyan ve özgürlük şarkılarıydı.