Sonra fincanı tabağın üzerine ters çevirip soğumasını bekledi. Fincanı açıp içinde kahvenin oluşturduğu lekeleri bir şeylere benzetip fal bakmaya başladı…”
“Gezdiğimiz pek çok yerde fincanları ellerine alıp dakikalarca karşıdakilere bir şeyler anlatan bir sürü insan gördük. O kadar yaygın ki Türklerin hayatında bu ritüelin kahveyi içmek kadar önemli olduğu sonucuna vardım.”
“Akşam uyku ile uyanıklık arasında fincandaki kahve lekeleri, üzerine konuşan Türklerin sözleri, yüz ifadeleri bir bir gözümün önünden geçti. Bana öyle geldi ki bir nevi trans halinde, fincandaki sembolleri bu okuyan insanlar bilinç altılarına ulaşmanın bir yolunu bulmuşlar. Biz Avrupalıların yeni yeni aşina olduğumuz bilinç dışı ile böyle bağlantı kuruyorlar. Hastalarımın bilinç altına ulaşmak için ben de böyle bir yol bulmalıyım…”
Mektup bundan sonra Rorschach’ın İsviçre’ye döndükten sonra yapmayı planladıkları, Avrupa’nın büyük savaş sonrası durumu gibi konularla son buluyor.
Bilim tarihçileri bu mektuptan hareketle Rorschach’ın kahve falından aldığı ilhamla, bilinç dışını çözümlemek için çabalarını yoğunlaştırdığını öne sürüyorlar. Ünlü psikiyatristin çocukluğundan beri mürekkep lekeleri ile resim yapmaya merakı biliniyor. Hatta okul yıllarında mürekkep lekelerinden resim yapma sanatı olarak adlandırılan klecksografiye atfen lakabı “Klecks’miş”. Tarihçilerin tezine göre Rorschach kahve falının insanda yarattığı izlenimlere benzer bir etki yaratmak için çocukluk hobisi olan mürekkep lekelerini kullanmayı seçmiş. Mürekkep lekesi testinin Bilim adamının İstanbul ziyaretinden hemen sonra 1921 yılında yayınlanmış olması bu teoriyi destekler nitelikte.
Mürekkep lekesi testi zaman içinde psikiyatri dünyası tarafından benimsenmiş hatta 1960’lara gelindiğinde insanların iç dünyalarının anlaşılması için kullanılan testler arasında en yaygın kullanılanı olmuştur. Popülaritesini yitirmesine rağmen test günümüzde hala özellikle de adli psiyatri alanında kullanılmaya devam etmektedir.
- Ne yazık ki Hermann Rorschach bulduğu bu testin başarısını göremeden, buluşunun yayınlanmasından 1 yıl sonra 1922’de apandisitinin patlaması sonucu hayatını kaybetmiş. Bu erken ölümün ip ucu belki de yine mektubundaki şu satırlarda gizli:
“…adam önce falı okumak istemedi. Israr edince isteksizce devam etti. Bir iki önemsiz şeyden sonra. Beyim, dedi. Çok büyük ikbal var önünde ama elini çabuk tut. Yıldızın senin değil adının üstünde parlayacak…”
Osmanlının kahve ile tanışıklığı 1500’lü yıllara dayanıyor. Bu fevkalade içeceğin batı dünyasına yayılışı da bu topraklardan olmuş. Osmanlılardan önce kahve ile fal bakıldığına ilişkin hiçbir bulgu yok. Her yanı batı kökenli kahve dükkânı zincirlerinin sardığı günümüzde bile Türk kahvesi ve kahve falı kültürümüzün değişmez unsurları olarak yaşamaya devam ediyor. Her ne kadar batının pozitif bilimi kahve falından aldığı ilhamla insanların bilinçaltını araştırıyorsa da biz hala fincanda kalan telvelerden içimizdeki kalan umutların akıbetini okumaya devam ediyoruz.