Nevroz nedir? Bazı korkulara ve kaygılara sahip olmak, toplumla veya çevremizdekilerle çatışmak, “herkesin gittiği” yoldan başka bir yolu seçmek “nevrotik” olmakla aynı şey midir? Peki, acı çekmek ya da sevgiye ihtiyaç duymak ne zaman bir nevroz belirtisidir? Bunlar gibi güncel yaşama dair birçok soru var birçoğumuzun aklında.
Nevroz kısaca dürtülerimiz ile toplumsal yaşam arasında denge kuramama, bir içsel çatışma durumudur.
Genelde nevrozların sebebini bilmeyiz ya da hakkında çok az fikrimiz vardır. Nevrozlar işlevselliğimizi tam anlamıyla bozmaz, gerçeklik algımız yerindedir, bu nedenle bunun bir psikolojik problem olduğu es geçilir çoğunlukla. Nevrozlar kendini anlamsız korkular, saplantılar ve insan ilişkilerinde yaşanan sıkıntılar olarak gösterir. Öfkeyi kontrol edememe, olgunlaşamama, abartılı suçluluk veya sorumluluk duyguları, cinsel işlev bozuklukları, aşırı korku veya cesaret, nevrozun günlük yaşamımız üzerindeki etkileridir.
Kaygı, nevrozun dinamik merkezidir. Kaygı da korku da tehlike karşısında gösterilen heyecansal tepkilerdir. Aslında kaygı ile korku benzer fiziksel tepkiler yaratsa da, kavram olarak aralarında önemli bir fark vardır: Korku kişinin göğüsleyebileceği tehlikeyle doğru orantılıdır ve dışarıdan bakıldığında ortada gerçek bir tehdit vardır. Oysa kaygı tehlikeyle orantısız bir tepkidir, hatta bu tehdit tamamen hayalidir, yani kişinin zihnindedir. Kaygılar genellikle zihnin karanlık bölgesiyle alakalıdır, yani bilinçaltıyla.
Freud insan zihninin iki temel bölümden oluştuğunu söyler; bilinç ve bilinçaltı. Zihnin görünmeyen yani bilinçaltı kısmı, bilinçli kısma göre çok daha fazla yer tutar. Freud kişiliğin yapısal parçalarını “Id, Ego ve Süperego” olarak adlandırır, bunlardan Id bilinçaltını yöneten ve davranışlarımız üzerinde oldukça etkili olan kısımdır. Id, kişiliğin en ilkel ve en az ulaşılabilir bölümüdür. Cinsellik ve saldırganlık dürtüleriyle ilişkilidir, gerçek yaşamın şartlarını göz önüne almaksızın çabuk doyum arar ve kişide gerilim yaratır. Süperego, toplumsal kuralları ifade eder ve Id’nin içgüdüsel davranmasını engelleyen kişilik bölümüdür. Ego, yani benlik ise Id ile dış dünya (Süperego) arasında arabuluculuk yapar. Ego, Id’nin denetimsiz ve ısrarlı tutkularının tersine, makul ve mantıklı olmayı temsil eder.
İşte bu aşırı ve akıl dışı kaygılar, Id ile Süperegonun çatışmasından doğar. Bu durum, kişinin gerçekten yapmak veya olmak istediğiyle toplumsal kurallar arasındaki gerilimdir. Sürekli kaygı ve gerilim, ister istemez nevrotik tepkilere yol açar. Nevrotik insanlar tepkilerinin mantıksız veya abartılı olduğunu bilebilir ancak bunlara engel olamazlar. Bu nedenle nevrotik bir bireyin kaygısına mantıklı nedenler sunarak onu ikna etmeye çalışmak boşunadır. Çünkü onun duyduğu kaygı, gerçekte olanla değil, durumun ona görünüş biçimiyle ilgilidir: Yani kişinin olayı algılayış biçimiyle. Burada sorulması gereken esas soru şudur: Bu durumun kaygıyı yaşayan kişi için anlamı nedir?
Ünlü psikanalist Karen Horney:
“Çok sayıda nevrotik insanın çocukluk öykülerini incelerken hepsinin ortak bir geçmişi olduğunu gördüm; gerçek bir cana yakınlık ve sevecenlik yoksunluğu” diyor. Bu noktada nevrozumuz için anne ve babamızı istediğimiz kadar suçlayabiliriz belki ama Horney şöyle devam ediyor:
“Çocuğun yeterli sıcaklık ve sevecenlik alamamasının ana nedeni, annenin ve babanın da kendi nevrozları (kaygıları, korkuları) yüzünden bunu verme yetisinden yoksun olmalarıdır”.
Anne ve babamızın bilmediği bir şeyi bize göstermeleri mümkün değil. Onlar bize nasıl davranmış olursa olsun, bunları kendilerince bizi “korumak” ve “iyi ebeveyn” olmak için yaptılar muhtemelen. Onları kendi korkularımız ve nevrozumuz için suçlamayı sürdürmek bir tercihtir, görünürde oldukça mantıklı bir tercihtir de. Ancak neden böyle yapmış olabileceklerini anlamaya çalışmak da bir tercihtir, üstelik iyileşmeyi başlatan bir tercih. Bunu tek başınıza yapamayacağınızı düşünüyorsanız, profesyonel yardım almanızı tavsiye ederim.