Sevgiye direnenlerin kutsal sayıldığı
Adamlığın uçkurdan ibaret olmadığı
Yalnızlığın gözeneklerine ayrılmış seslerden, içi geçmiş yağmurlardan ve sırasını savmış sırların dölyatağından geliyorum ben.


Öncemle sonram aslında hep kavgalıyken, annemin avucundaki kan hatırına yüzüme bakıyorlar.


Sarı, yeşil ve kahverengi renkler bir bir ayrışıyor toprağın bedenime benzeyen yaratılışından.


Zihnim sara hastası.


Kabuğunu soyuyorum utanmaya niyeti olmayan kadınların etinin.


Etimden bıktım.


Ruhum gözlüklü bir fahişe.


Cenin hâlim gibi su toplamak istiyorum biteviye.


Su toplamak ve gücümün yettiğine aklım ermeden tekrar Kâl-u Bela’ma toplanmak istiyorum.


Ben bana benzeyen hiçbir şeyi sevmeye niyetli değilim.


Bu yüzden boşluklarımda acılarımı gezdiriyorum.


Basit, son derece basit ve yüzeysel kirlenmeleri eklem yerlerimde taşıyorum.


Kireçlenmiş romantizmime yağmur gibi sıradan ve bedava ağrılar buluyorum.


Kederimi her andığımda cinnetten bir oda ayırtıyor ruhum kendine.


Babam gündüz gözüyle uluorta ölmeyi bırakıp tutukluk yapmış tabanca gibi mezarını yatağında taşıyor.


Farkındaysanız
Bekâreti olmayan genç kızlardan, vatan haini sayılan hamam böceklerinin atalarından ve ülkemin çokça zafer naralı gece şafaklarından bahsetmiyorum ben.


Size ırzına geçilmiş gülüşlerden, lağvedilmiş uykularınızdan, dinarın üstüne bina ettiğiniz din soysuzluğunuzdan ve Allah’ın kalbimize açtığı kapı olan vicdan dengesinden söz ediyorum.


Aslında, gömlek sadece Yusuf olmak için yırtılmaz;
bir de temizlenmek için yırtılır ondan söz ediyorum


Zina yaparken yakalanıyor ayıplar suçüstü.


Istanbullun er meydanına kusuyor gökyüzü bizzat.


Aynası çalınmış sarhoşlardan mürekkep bir ordu kuruyor zamanın prensesleri kendilerine.


Bütün kayıtlarda ihmalden müntehir yazıyor aşk için.


İçime kaçıyor cesedim: Ben bu kirli dünyada ölemem diyor!


Tanrıyla görülecek hesabı için istihareye yatan ateistin evvel nükseden inanmışlığı kadar sahte dünya çünkü.


Saat 02.02 ve ben çoktan razıyım, kasıklarımda uğunan şehvetin öleceklisi olmaya…


Burada bir (parantez) içimi yazıyorum.


Boşluklarımdan ağ atıyor örümcekler bana.


Yorgun yüzümde cennet olmaya özenen nice gülümsenin arasından bakıyorum.


Onca sevişmeden sonra tenimin yozlaşmasına mola versem kim inanır şiir sancısı çekerek kırıldığıma?


Kötürümlükten türetilmiş yalanlarda, harekesiz harfler ve tecvitsiz öyküler doğurmayı nasıl başarıyor ağzım bilemiyorum.


İçimde bir diş ağrısı insan;


çektirsem kanayacak, çektirmesem çürüyecek.


Genç bir kızı öperken dudaklarımda seğiren utanmalarım gözünden karaydı sevgilim.


Oysa ben acılarımdan emilmeyi isterken hafızamın çengeline takıldım.


Allahım , Havva’nın elmadan aldığı ısırık masalların sonunda boğazıma duruyor.


Doğaçlama düştüğüm sanrılardan yalnız deliliğimi kaçırabiliyorum.


Yangın sona kalıyor.
Olsun diyorum, dakikalardan seyrek adımlarla uzaklaşsa da zaman, saklanacak köşelerinden yırtılsın şizofrenim.


Toplu intizar denemelerinden sonra hep ayrılık taşıyorum hayatın koynuna.


Uyudu uyandım


Güllere boyandı derdi annem,
Evvel zaman içinde:


Babam babamsızlığımı yüklenip gitmeden önce…
Kafiyemi bulamıyorum.


Bağışla beni can parçam , dikiş tutturamıyorum gözlerine:
Bir ayrılıkla yırtılmış olmalıyım.


İnsansız hava araçlarını taşıyor şimdi gökyüzü.


Mavi biraz daha mı çoğalmış ne?


Bir iğne verin banada , söküğü dikilmeyen elbiseme masumiyetten damlayan gözyaşlarını ilikleyeyim.


İçime kapanan tiradın ancak önsözünden başlayabildim yaşamaya.


Kelimelerim bitmek üzereyken cenazemden bir hayat uydurdum sizlere


Bu yüzden her şeyim yarım yamalak.


Kim gelip baksa yüzüme, kırıklarımdan ayna yapar güzelliğine.


Ölüyorum;


bir yaşamı sürdürmeye yetecek kadar inançlı değil üç noktalarım.


Huzur içinde yatabilirim şimdi karanlığın nabzına.


Beni bilinçaltınızda çürümeye terk etmeden önce son kez hatırlayın.


Bana antitezler üretmek için ruhunuzdan bir dudak payı boşluk ayırın.


Zaman benden sonra:
Ben uyandım.


Annem hâlâ gül kokuyor.
Babam hâlâ babasızlığımdan ibaret