Günümüz uygarlığının temel iki beşiği olan Mısır ile Yunan uygarlıklan arasında, uzun bir süreç içerisinde büyük bir etkileşim meydana gelmiştir. Bu etkileşim daima tek taraflı, yeninin eskiden, öğrencinin öğretmeniden alması gibi, Yunanistan'ın Mısır'dan etkilenmesi şeklinde gerçekleşmiştir.
Yunan uygarlığının kuruculanndan Orfe ile, uygarlık yolunda çok önemli birer taş olan Euclides, Çiçeron, Pisagor ve Eflatun gibi felsefe okulu ve din kunıculan hep Mısır'ın o ünlü mabedinde, "Osiris Mabedinde" inisiye edildiler. Günümüz uygarlığı üzerinde özellikle son ikisi son derece etkili olmalanna rağmen, Pisagor ve Eflatun okullannın temellerinde Orfeik inanç yattığı için bu ilk ünlü Yıınanlı inisiyeye değinmeden geçemeyeceğiz.


Tufandan sonra çok büyük bir gerileme yaşayan insanoğlu, yeniden başlamak zorunda kaldığı için ilkel kabileler dönemini bir kez daha yaşadı. Dönam, anaerkil bir dönemdi ve dolayısıyla bu kabilelerde hakimiyet kadınlann elindeydi. Mu dininde Tannnın dişil yönünün sembolü olan "Ay", kadınlann yönettiği bu toplumlarda baş tanrıça sıfatna yükseltildi. Dinsel yozlaşma neticesinde kimi yerlerde güneş tanrı için insanlar kurban edilirken, bu kez de ay tanrıçası için insan kurban edilmeye başlandı.


Yunanistan'da ay tanrıçasına tapınımın geçerli olduğu Baküs dini ile, güneş tanrısına tapınımın ön planda tutulduğu Apollon dini taraftarları arasında sürekli bir çatışma yaşanıyordu. Aslında savaşın gerekçesi, düzenin anaerkil mi, ataerkil mi olacağı idi.


Apolion kelimesi, Fenike dilinde "Evrensel Baba" anlamına gelen "Ap Olen" den türetilmiştir. Apollon'un ilk kez Anadolu topraklarında ortaya çıkmış olması da onun Fenike ile, dolayısıyla da diğer güneş kültlerinin bir nevi merkezi durumunda olan Babil okulu ile bağlantısını gösterrrıektedir. Ayrıca, Apollon'a ithafen yapılan "Delf' mabedinde inisiasyon töreninin ilkel bir biçiminin uygulanması da, bu bağlantının bir diğer delilidir.


Orfe, Apollon'a adanmış Delf mabedinin bakire rahibelerinden birisinin oğludur. Bu mabette görevli rahibelerin bakire olması zarureti, söz konusu rahibenenin tanrı Apoilon'dan hamile kaldığı iddiasını ortaya çıkartmıştır ki, aynı yöndeki iddia diğer birçok dini inanışta da akislerini bulmuştur.


M.Ö. 700'lerde Yunanistan'da Apollon inanırları azınlıktaydı. Çoğunluktaki Baküs taraftarlarınca yok edilmek üzereydiler. İşte bu ortamda Orfe Yunanistan'dan kaçtı ve Mısır'a geçerek, Osiris rahiplerine sığındı. Burada inisiye edilen ve Osiris rahipleri arasında 20 yıl geçirerek sırlar öğretisini alan Orfe, Apollon dinini ihya etmek ve ona yeni bir çehre vermek göreviyle ülkesine geri gönderildi.


Osiris'in Atlantis'de yaptığı gibi güçlü kişiliği ve bilgeliği sayesinde kısa sürede çevresine birçok yandaş toplayan Orfe, Baküs dini yandaşlarını yendi. Ancak, Orfe kendi dinini öğretirken Mısır'lı rahiplerin yöntemini kullandı ve öğretisini varolan inançlar üzerine, bu arada Baküs dini üzerine kurdu. Bunun sonucu olarak ortaya çok tanrılı Zeus ve Diyonizos dini çıktı.


Orfeik öğretiye göre, tüm tanrıların en büyüğü olan Zeus, tüm evrenin kendisinden var olduğu Tanrıdır. Diyonizos ise onun oğlu, yani tezahür etmiş İlahi Kelamdır. Bir diğer adı ile, Horus'dur. İnsanlar Diyonizos'dan birer parçadır. İnisiyeler ise, insanoğlunun Hermes'leri, yani ikincil tanrılarıdır. Orfe, "Tanrılar bizde ölür, bizde dirilir" der. Yeniden doğuşa inanan Orfe gerçek Tanrının tek, ancak ikincil tanrıların sonsuz sayıda ve çeşit çeşit olduklarını söyler. Orfe'ye göre yarı tanrılar, Kamil İnsan statüsüne erişerek yeniden doğuş zincirinden kurtulmuş ilahi ruhlardır.


Orfe, Menfıs'de öğrendiklerini aynen uygulamış ve yandaşlarından uygun gördüğü kişileri seçerek onları inisiye etmiş, böylece kendi okulunu kurmuştur .


"Evohe" kelimesi Orfeik inisiyelerin parolası haline gelmiştir. Mısır'dâ "İod-He Vau He" şeklinde telafuz edilen kelimenin Musa tarafından kulanılış biçimine daha Qnce değinmiştik. Burada


İod'un Osiris'i, He Vau He'nin de İsis'i temsil ettiğini hatırlatmakla yetinelim. Aynı kutsal kelimeyi Pisagor da parola olarak kullanmıştır.


Bu arada, aynı dönemlerde tıpkı Orfeik inanç gibi, mesleki kuruluşlar da Mısır yoluya Yurıanistan'a girdi. Adlan, Herınes'e atfen "Hetairies" olan bu kuruluşlar inisiyatik yöntemle üye alırlardı. Hernıes'i pirleri olarak kabul eden ve ona üç defa ulu anlamında "Trimejit" sıfatını layık gören bu kuruluşların yandaşları kendilerirıi "Diyonizos İşçileri" olarak da çağırmaktaydılar. Bugün hayranlıkla izlenen Antik Yunan eserlerinin ve İyonyen başlıklı sütunların altında bu taşçı üstadlarının imzası vardır.Bu kuruluşların üyelerine Diyonizos İşçileri denilmesi, onların Orfeik inançlarının bir göstergesidir. Birbirlerini tanımak için gizli kelime ve işaretlerden yararlanan Diyonezyen işçilere, işlerini rahat görebilmeleri için Solon Kanunları ile birçok imtiyazlar tanınmıştı. Kökeni Antik Yunan'a, belki de Mısır'a kadar inen bu imtiyaz tanınması geleneği, ortaçağda Hristiyan Avrupası'nda da devam etmiş ve Masonluğun varlığın sürdürebimmesine imkan tanımıştır.


Orfe'nin Diyonizos'u, Apollon'dan başkası değildir. Güneş tanrısı olan Apollon, Işıktır. Tanrısal Nur'dur. Apollon'a ithaf edilen Delf mabedinin kapısında "Kendini Bil" ibaresi yer almaktadır. Dört Dorik sütun üzerindeki üçgen bir çatıdan oluşan Delf mabedi, Ezoterik öğretinin temellerini bünyesinde barındırmaktadır. Mabedin üzerine inşa edildiği dört sütun Mu dinindeki dört büyük yaratıcı gücün, Mısır ve Kabala Ezoterizmlerindeki dört temel elemanın simgeleridir. Bu dört sütun aynı zamanda, insanın var olduğu fiziki ortamı, dünyayı ve Mikrokozmos'u temsil eder. Dört sütunun üzerindeki, ucu yukarı, yani Tanrıya dönük olan üçgen tavan ise, insanın ulaşmaya çalıştığı Tanrının yani Makrokozmos'un sembolüdür. Çatının üçgen olması Tanrısal üçlemeyi, eril ve dişil peresiplerle, Kutsal Kelamı yani oğulu ifade eder.


Orfe'nin ölümünden sonra, kendilerini gizlemeyi başarmış olan eski Baküs dini yanlıları ortaya çıktılar ve Orfeik inançların yok olmasını sağlamak için ellerinden geleni yaptılar. Orfe karşıtlarının bu sistemli çalışmaları meyvasını o denli verdi ki, bir süre sonra "Orfe" adı dahi efsanevi bir varlığın adı haline geldi. Günümüz Antik Yunan araştırmacıları bile Orfe'nin yaşayıp yaşamadığından emin değildirler.


Bu sistemli yok etme girişimi neticesinde Diyonizos mabedi büyük ölçüde gerilerken, Apollon'a ait olan ve zaten Orfe'den önce de varlığını sürdürmekte olan Delf mabedi ayakta kalmayı başardı. Diyonizos rahipleri, Apollon rahipleri tıüviyetine büründüler ve kendilerini çok tanrılı sistemin rahipleri gibi gösterirken, bir yandan da Orfeik inisiasyonlara gizlice devam ettiler.


İşte bu ortamda, Orfe'den iki yüzyıl sonra, M.Ö. 570'de doğan Pisagor , Delf mabedinde inisiye edilerek, Ezoterik doktrin dünyasına ilk adımını attı. Orfeik öğretiyi tamamiyle öğrenen Pisagor bununla yetinmedi ve sırlar öğretisini aynı Orfe gibi, kaynağından öğrenmeye karar verdi. Genç yaşta Menfis'e giden ve Ezoterik d~ktirin hakkında bilgisinin zaten var olduğu Mısırlı rahiplerce görülen Pisagor'un Osiris kardeşlik örgütüne kabulü de kolay oldu. Burada 22 yıl kalan ve Osiris dininin en gizli sırlarını da öğrenen Pisagor'un dikkatini özellikle sayıların Ezoterik kulianımı çekci. Pisagor, ileride oluşturacağı sistemin öğrencilerince daha iyi anlaşılması için bu yöntemi kullanmaya karar verdi.


Mısır'ın, Babil kralı Kambiz tarafından işgalinden sonra Pisagor, diber birçok Menfıs'li rahiple birlikte Babil'e götürüldü. Esir olarak getirilen bu rahipler, yozlaşmış olmasına rağmen asırlardır varlığını sürdüren Babil okulu için de taze kan oluşturdular. Diğer rahiplerle birlikte Babil okuluna kabul edilen Pisagor burada, hem bu okulun farklılaşmış öğretilerini hem de Babil'in Persler tarafından işgali sırasında resmi din olarak kabul edilmiş bulunan Zerdüşt dinini inceleme fırsatı buldu. Babil'de bulunduğu sırada bir kez Hindistan'a, bir kez de Kudüs'e seyahat eden Pisagor Hindistan'da Kadim "Rama" dininin öğretilerini savunan "Gimnosophistler"le, Kudüs'te de Kabbalacılarla temas kurdu. Mistik sayı teknikinin Kabbala'daki yoruınunu da inceleyen PisagoıBabil'de 12 yıl kaldı. Daha sonra, Babil okulundan kardeşi olan, kralın özel doktoru Demodes adlı bir inisiyenin özel girişimleri ile kraldan özgürlüğünü elde etti ve ülkesinden ayrıldıktan 34 yıl sonra Yunanistan'a döndü.


PisaQor Yunanistan'da ilk iş olarak, Mısır'a gitmek üzere ayrıldığı Delf mabedine geldi. Delf rahiplerine Mısır ve Babil'de öğrendiklerinin bir sentezini sunmaya çalışan Pisagor, Ezoterik doktrininin sadece Mısır ekolünü tanıyan Apollon rahiplerine kendi yorum ve fikirlerini kabul ettirmekte güçlük çektiği için bir yıl sonra İtalya'ya geçti ve Yunan kolonisine ait Cratona kentirıde kendi okulunu kurdu. Pisagor'un hedefi sadece inisiasyon yöntemi ile seçilmişlere Ezoterik doktrini öğretmek değil, bu doktrini kullanarak yeni bir siyasi örgütlenmeyi gerçekleştirecek ilk nüveyi, bir enstitüyü kurrrıaktı. Pisagor bu hedefine kısa sürede ulaştı. Kurduğu enstitüde inisiye edilen tüm kardeşler sadece Ezoterik doktrin ile sınırlı kalmayarak, dönemin fizik, psişik, dini ve siyasi tüm bilimlerini öğreniyorlardı. Bu tür eğitim tarzı, bilim çağının başlaması için ilk adımı oluşturdu ve yüzyıllar sonra İtalya'da Rönesans'ın doğmasını sağladı.


Pisagor, enstitüye girmek isteyen adayları çok uzun süre, bazen yıliarca gözetim altında tutduktan sonra, aralarından ancak layık olduklarına inandıklarını alırdı. Enstitünün girişinde Hermes'in bir heykeli bulunmaktaydı ve kaidesinde, "inanmayan uzak dursun" yazıyordu. Enstitüye girmeye layık olduklarına inanılanlar bazı denemelere tabi tutuluyordu. Bu sınavlar, Mısır'daki inisiasyon sınavlarını andırsa da, bunların çok daha yumuşatılmış şekilleriydi. Mesela aday tek başına gecelemek üzere bir mağaraya bırakılıyor, bunu reddedenler veya maâaradan kaçanlar enstitüye kabul edilmiyordu.


Bir sonraki sınavda adaya, hiç tanımadığı bir Pisagor sembolü gösteriliyor ve bunun hakkında yorum yapması isteniyordu. "Bir dairenin içindeki üçgen neyi anlatır" ya da, "....sayısının anlamı nedir?" gibi. Adaya, bu soruların cevarını hazırlaması için 12 saat verilir, bu arada da aç ve susuz bırakılırdı.


Üçüncü ve en zor sınav, adayın gururunun ve benliğinin, enstitüye daha önce kabul edilmiş çıraklar tarafından kırılması sınavıydı. Bu sınavda adayla alay edilir, küçültücü sözler söylenir, kızdırılırdı. Aday, kendisine hakim olmayı başarmak zorundaydı. Aksine davranır ve öflcelenir, ağlar veya terbiyesizce cevaplar vermeye başlarsa, kendisini uzaktan izleyen Pisagor tarafından derhal kovulurdu. Bu yöntem, son derece kişilikli ve olumlu insanları okul kazandırmış olmasına rağmen, enstitünün yıkılış sebebini de oluşturdu. Enstitüye kabul edilmeyen ve bu arada gururu da kırılan adaylar Pisagoı'a ve müritlerine düşman kesildiler. Enstitünün yıkılmasına ve Pisagor ile yüzlerce yandaşının öldürülmesine neden olan olayların hazırlayıcılarının başında, işte bunlardan birisi, Silon yer aldı. Bu konuya daha sonra dönmek üzere şimdi Pisagor enstitüsünü ve okulun üzerine kurulduğu dört dereceli kardeşlik sistemini inceleyelim.


Sınavlardarı geçen ve yapılan özel bir törenle kardeşliğe alınan adaya, acemi ya da çırak anlamına gelen "Novice" ünvanı verilirdi. Novice dönemi, kişinin yeteneğine bağlı olmak üzere, en az iki en çok beş yılla sınırlandırılmıştı. Novice'lerden beklenen şey hiç konuşmamaları, soru sormamaları, tartışmaya girmemeleri ve sadece derslerini sükunet içinde dinlemeleriydi. Bundan amaç, öğrencinin sezgi yeteneğini geliştirnıekti. Görünen alemin üstünde bir başka görünmez alem olduğu gibi soyut bir fikrin sadece sezgi ile algılanabileceğini söyleyen Pisagor, çıraklarından önce Tanrının varlığını sezmelerini sonra da onu sevmelerini isterdi. Tüm evrenin sevgi üzerine kurulu olduğunu belirten Pisagor, sevgiyi öğrenmenin ilk adımının aile içinde, anne-baba sevgisi ile başladığını, babanın Tanrının eril, annenin de dişil ifadeleri olduklarını öğretirdi. Pisagor'a göre, bu ikisinden doğan insan, Tanrının yer yüzündeki temsilcisiydi. Pisagor ayrıca Novice'lerden ikişerli gruplar oluşturnıalarını ve her iki Novice'in birbirlerini çok iyi tanımalarını, dost olmalarını isterdi. Dostluğun, karşılıksız sevginini en mükemmel ifadelerinden olduğunu öğrenen Novice'e, "Dost bir başka sensin. O ve sen aslında birsiniz" şeklinde özetlenebilecek Ezoterik yorum öğretilirdi. Novice'lerden ayrıca, üstadlarına sonsuz itaat ve bağlılık göstermeleri, disiplinli davranmaları, sağlık kurallarına uymaları ve devamlı temiz olmaları istenirdi. Ruhun arındırılması amacında olan Pisagor müridleri, ruhla beraber bedenin de temiz olması gereğine inanır ve bazen günde birkaç kez yıkanırlardı. Müridlerin bedenleri gibi giysileri de tertemizdi ve saflığın sembolü olan beyaz renkteydi. Ezoterik inanışlarını Pisagorculuktan alan İsmaili tarikatı müridlerinin ve onların Hristiyan dünyasındaki devamı niteliğinde olan Templier Şovalyelerinin giysileri de, aynı Pisagorcular gibi beyazdı.


Pisagor müridlerinin evlenmesi zorunluydu. Tanrının eril ve dişil ikilemini kabul eden ekol, bunun uzantısı olarak evlilik müessesesini ve aileyi kutsal kabul ediyordu. Yine aynı görüş doğrultusunda enstitüye hem erkekler, hem de kadınlar inisiye edilebiliyordu. Müridlerden evlilik konusunda uymaları beklenen yegane kural, kendisi gibi bir inisiye ile evlenmeleri idi. Çünkü, inisiye edilmemişlerde "Erdemi" bulmak çok zordu.


Novice'e öğretilen son şey, tüm tanrıları bir ve tek olarak mütalaa etmesiydi. Öğretinin bünyesinde önemli bir yer tutan hoşgörü sayesinde tüm dini inançların hoşgörülmesi gerektiğini öğrenen Novice, aslında tüm tanrıların bir ve tek olduğunu, tüm dini çabaların da bu tek Tanrıya ulaşmak için olduğunu görürdü.


İkinci derece saliklerine "Nomoteth" ünvanı verilir ve bu derecedeki inisiyelere "Kutsal Sayılar Bilimi" öğretilirdi. İkinci dereceye geçiş için özel bir tören yapılır ve Pisagoı'un da ifade ettiği gibi, gerçeklerin öğretilmesine bu törenle birlikte başlanırdı.


Matematikçiler de denilen Nomoteth'lerin ve daha yukarı derecelerdekilerin girebildikleri, Novice'lere yasak olan bir mabed vardı ve adına da "Müzler Mabedi" deniliyordu. Yuvarlak olan bu mabedin içinde dokuz Müz ve ilahi prensibin muhafızı Vesta'nın bir heykeli bulunuyordu. Müzlerin her biri, birer bilimin koruyucusuydular. Bunlardan en önemli üçü, Astronomi ve Astrolojinin koruyucusu Uraniye, öte alem bilimleri ve kehanet sanatının koruyucusu Polimniya ve hayat ve ölüm bilimi ile Yeniden Doğuş biliminin koruyucusu Melpomen'di. Ortada duran Vesta'nın bir elinde ateş vardı ve diğer eliyle de gökyüzünü göstererek, herşeyin göklerdeki ateşle başladığını anlatıyordu. Bu mabette öğreti, tüm bu Müzlerin ve Vesta'nın sembolize ettiklerinin tamamının insanın yapısında bulunduğu açıklamasıyla başlardı. Pisagor, evrenin tüm anlamının sayılar sembolizması içinde var olduğunu söyleyerek Nomoteth'i eğitmeyi sürdürürdü.


"Sayılar evrene hükmeder" diyen Pisagor, bu ifade ile, Tanrının sayıları özellikle bir prototip semboller dizisi olarak ortaya koyduğunu bu nedenle sayıların her birinin karakterleri olan birer simge durumunda bulunduğunu belirtirdi. Pisagor sayıları, bir, iki, üç, vs. şeklinde değil, kendi karakterleri ile, "Monad", "Diad", "Triad" diye ifade ederdi.