Sinemaya da aktarılan Umberto Eco'nun "Gülün Adı" adlı romanının yedinci bölümünde rahip Jorge, Kilisenin felsefesini su sözlerle dile getirir: "Kilise Kanununun adi Tanrı Korkusudur. Halk devamlı korkmalıdır ki Tanrının gölgesi olan Kilise ayakta kalabilsin." Bu sözler ayni zamanda Engizisyonun temelini de oluşturur. Engizisyon bu amaçla kurulmuş ve görevini de yıllar boyunca acımasızca yerine getirmiştir. Engizisyon'un en çok hışmına uğrayanlarsa cadılardır.
Aslında cadılığın kökünde, Avrupa' ya kuzeyden gelen barbar kavimlerin doğaya ve bilinmeyene olan tutkusunu bastırarak halkı batıl inançlarla korkutmak isteyen Kilise' ye karşı bir protesto vardır. Bu protesto en çok İngiltere adasında kendisini göstermiş ve halkın yoğun tepkisiyle buraya Engizisyon girememiştir. Günümüzde bu Witch kültü, bati Avrupa' da Hıristiyanlığa karşı pagan dinlerin yeniden ayaklanışı anlamındadır. Murray'ın 1921'de yayınlanan The Witch-Cult in Western Europe adli araştırmasında, cadılarla cinler arasındaki bağlantı söyle tanımlanmıştır:
"Bir zamanlar Avrupa'da yasayan cüce ırktan çok az elle tutulur bakiye kalmıştır günümüze. Ama bu irk cinler ve perilerle ilgili birçok hikayede varlığını koruyabildi. Her yedi sende bir insani kurban etmelerinden başka bunların dini inançları ve gelenekleriyle ilgili bir bilgimiz yok. Cadıların, bu periler olarak bilinen irk ile güçlü bir bağlantısı olduğu kesindir. Tahminimce üç yüz yıl öncesine kadar, peri ırkına bağlı gelenekler devam etmiştir ve bu gelenekleri sürdürenlere de cadı (Witch) denmiştir."
Fakat, Engizisyon papazları böyle düşünmemişlerdir. Cadılıkla suçlanan kişinin içine girdiği varsayılan cinleri çıkarmak için önce ellerini ayaklarını mengenelerle sıkıştırıyor, sonra kollarından ve bacaklarından geriyor ve sonunda cadının iyice kurtulabilmesi için onu bir direğe bağlayarak diri diri yakıyorlardı. Cadılıkla suçlanmak için de öyle olağanüstü bir sebebe gerek yoktu. Örneğin birinin yüzünde, kolunda veya kaba etinde belirgin bir beni veya ten lekesi varsa bu işaret o kişinin Şeytan' la işbirliği yaptığına kesin bir kanıt sayılırdı. Ormanda biraz fazla dolaşıp yabani bitkileri toplayarak sebze çorbası yapan kadınlar da emri altındaki cinlere ziyafet vermekle suçlanıp alelacele Engizisyon heyetinin karşısına çıkarılıyorlardı. Eğer bir kadın kilisedeki ayin sırasında esnerse, kutsal sözleri duyan içindeki cinin kaçmak için ağzından çıkmaya çalıştığı düşünülürdü.
Cinlere karışan genç kızlarla ilgili ilginç bir olay da 1692 yılında, ABD'nin Massachusetts eyaletinin Salem kasabasında meydana gelmiştir. Ann Putnam, Marry Wadden ve diğer kızların garip iddialarla ortalığı ayağa kaldırmaları sonucunda, bir tür Engizisyon mahkemesi kuruldu ve yobazlar kısa zamanda kasabada dehşet verici bir cadı avına giriştiler. yıllar sonra her şeyin bir düzmece olduğu anlaşıldığında ise çoktan is isten geçmişti. 1487 yılında yazılan bir kitapta cadıların nasıl meydana çıkarılacağı ve cinlerle ilişki kurduklarını itiraf etmeleri için hangi işkencelerin yapılacağı geniş bir şekilde anlatılmaktadır. Malleus Maleficarum (Cadıların Balyozu) adli bu üç ciltlik eserin "Acaba cinler kendi başlarına kötülük yapabilirler mi, yoksa illaki bir cadının yardımına mi gerek duyarlar?" adli bölümünde su görüşe varılır; "Tanrı'nın kulları olmaksızın da cinlerin etkisi vardır. Ama, bir yerde cinler faaliyet gösterecekse, orada mutlaka kendilerine yardim etsin diye birisini bulup kandırırlar ve onun vasıtasıyla kötülüklerini daha etkili bir biçimde yayarlar. Bu yüzden, cinlerle ilgili bir olaya tanık olan iyi bir Katolik, çevresindekileri dikkatlice incelemeli ve kimin cadı olduğunu tahmin edip yetkililere hemen bildirmelidir." Yazar, nedense aklini kadınlara fazlasıyla takmıştı. Cadıların kesinlikle kadınların içinden çıktığına inanıyordu. 1631 yılında yazılan Cautio Criminalis adl eserde ise bütün bu kepazeliklerin din adına yapılmasının utandırıcı olduğu belirtilmekteydi. Bir dedikodu yüzünden cadı diye damgalanan kadınları çırılçıplak soyup en mahrem yerlerine kadar inceledikten sonra öldüresiye işkence yapmanın ilahi adaletle bir ilgisi olmadığı da bu kitapta savunulmaktadır.