Askeri fetihler ne derece güçlü olurlarsa olsunlar, bu fetihler kültürel hizmetlerle bir takım altyapı tesisleriyle, kurumlarıyla desteklenmedikleri sürece yok olmaya, erimeye mahkumdurlar. Tarihte bu tür fetihlerin örnekleri pek çoktur. Moğol fetihleri ise bunun tipik bir örneğidir. Moğollar XIII. yüzyılda hemen hemen bütün Asya’yı fethettikleri halde, fethettikleri beldelere kendilerine özgü bir kültür ve kültürel kurumlar götürmedikleri için o beldelerin yerli halkları ve kültürleri içinde eriyip yok olmuşlardır.
Türkler Anadolu’yu fethettikten sonra aynı yazgıya uğramamak için Anadolu’da çok çeşitli kurumlar vücuda getirdikleri gibi yoğun bir kültürel faaliyet içinde de bulunmuşlardır. İşte bu altyapı kurumları sayesindedir ki, Türkler Anadolu’da erimeyip burayı yurt edinebilmişlerdir. Böylece Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşması gerçekleşmiştir. Bu devirde kurulan Ahilik kurumu ve bu kurumun kadınlar kolu olan Anadolu Bacıları (Bacıyan-ı Rum) Anadolu’yu Türkleştiren sosyal, kültürel, ticari ve hatta siyasi kuruluşların başında gelmektedir.
Ahiliğin kurucusu olan Ahi Evren bütün sanat kollarının toplumda yaşaması ve her sanat kolunun teşvik ve himaye edilmesi gerektiğine inanıyor ve bütün sanat erbabının belli bir yere toplanmaları ve orada sanatlarını icra etmelerini yani kooperatifleşmelerini öğütlüyordu. Ahilik düşüncesi ve ahilik kurumu da işte bu düşüncelerin uygulamaya konulmasının doğal bir sonucu olarak doğmuş ve gelişmiştir. Ahi Evren’in bu düşüncelerinin, devrin sultanları ve yöneticileri tarafından benimsenmiş olduğu ve uygulandığı anlaşılmaktadır. Zira Ahi Evren’in ilk yerleştiği yer olan Kayseri’de, onun düşüncelerine uygun böyle bir sanayi sitesi kurulmuş olduğunu tarihi kaynaklar bize göstermektedir.
Bilindiği gibi bir mahalle oluşturacak kadar çok olan deri atölyelerinde deriler dabbağlanırken haliyle yünleri yan ürün olarak ortaya çıkacaktır. Bu yünler ziyan edilemeyeceğine göre değerlendirilmesi ve işlenmesi zorunluluğu kendiliğinden ortaya çıkmış olmalıdır. Eserlerinde zaman zaman kendisini hekim diye anan Ahi Evren bunun da önlemini almış ve uygulamaya koymuştur. Türkmen kız ve kadınları da organize ederek örgücülük ve dokumacılığa yönelterek dabbağlanan derilerin yünlerini işleme ve değerlendirme yoluna gidilmiştir. Nitekim Dabbağlar Mahallesi’nin yanında da Külahduzlar Mahallesi yani Örgücüler Mahallesi kurulmuştur. Bu demektir ki, Dabbağlar Mahallesinde işlenen derilerin yünleri Örgücüler Mahallesine götürülmekte ve burada kadınlar tarafından işlenmekte idi.
İşte Anadolu Bacıları’nın (Bacıyan-ı Rum) temelleri de Anadolu Selçukluları döneminde ilk olarak Kayseri’de Ahilik kurumu ile birlikte atılmış, buradan Anadolu’nun diğer kent ve kasabalarına kadar yayılmıştır. Ahi Evren’in eşi Fatma Bacı da ilk Anadolu Bacısı olarak kabul edilir.
Kısacası Ahilik çeşitli sanat kollarına üye erkeklerin kurduğu bir kurum olduğu ise, Anadolu Bacılılarının da kadın el sanatlarını icra eden kadınlar arası bir sanatkarlar örgütlenmesi olduğu söylenebilir. Bu kurumun o dönemde Anadolu’nun hangi kentlerine ne ölçüde yayıldığını bilmiyoruz. Fakat Ahilik kadar olmasa bile büyük merkezlere yayıldığı rahatlıkla söylenebilir. En azından Ahi Evren’in Konya ve Kırşehir’e yerleştiği zaman buralarda da kadınları iş alanına yönelttiği söylenebilir. Yine Ahiler sınır bölgelere göç ettikten sonra Bacıların da bu bölgede yoğun faaliyetlerde bulunduklarını görmekteyiz.
Bilindiği gibi eski Türklerde kadının aile ve toplum içindeki konumu ve işlevi çok önemliydi. Zaten göçebe toplumların doğası bunu zorunlu kılmaktaydı. İslamiyet’ten sonra azalarak da olsa Türkmen kadınlar bu ulusal ve asli karakterlerini devam ettirmişlerdir. Haliyle Anadolu’ya gelindikten sonra Türkmen kadınların iş hayatından kopmuş olması düşünülemez. Nitekim Anadolu’da da özellikle Selçuklular zamanında Türkmen kadınların erkeklerle yan yana iş yaşamlarını sürdürdükleri görülmektedir.
Göçebelikten yerleşik yaşama geçişin bugün de geçerliliğini koruyan ilk ve en önemli koşulu kuşkusuz yerleşim yerinde (kentlerde) iş sahibi olmaktır. O günün toplumunda Ahilik kurumu, göçebe Türkmen halkının kent yaşamına geçişini sağlamaktaydı. Türkmen hatunlar da bu geçişi Bacılık kurumu içinde ve Ahilerle birlikte sürdürmüşlerdir. O halde Anadolu Bacıları, Türkmen genç kız ve hanımların şehirlerde iş yaşamına girmelerinin doğal bir sonucu olarak kurulmuştur. Bu yüzden de Anadolu Bacıları ilk önce şehirlerde (Kayseri, Konya, Kırşehir gibi) kurulmuş ve zaman içinde siyasi baskı ve zorlamalardan sonra köylere kadar yayılmıştır.
Anadolu Bacıların Faaliyetleri
Geleneksel Türk kadın el sanatlarının ne kadar çeşitli, kaliteli ve yüksek değerde olduğu çok iyi bilinen bir husustur. Kuşkusuz bu Türk kadın el sanatları çok çeşitlidir. Çadırcılık, keçecilik, boyacılık, halı ve kilimcilik, oya ve dantelcilik, dokuma ve örgücülük, nakışçılık ve çeşitli kumaşların imal edilmesi ve bunlardan giysi yapımı bütün bunlar kadınların meşgul oldukları sanat alanlarıdır. Bütün bu sanat kolları Türk kadınlarının uğraştığı iş alanları olmuş, asırlarca analardan kızlarına intikal etmiştir. Ahilikte olduğu gibi Bacılar da sanatlarını gelenek halinde sürdürmüşlerdir. Bu sanat geleneği hanımlar arasında kuşaktan kuşağa aktarılmıştır
Bacılık aynı zamanda bir eğitim ve öğretim ocağıdır. Bu durumda sadece sanatkâr yetiştirmek amacıyla eğitim ve öğretim sürdürülmez. Aynı zamanda mal üretmenin ve topluma hizmet sunmanın yöntemi ve erkânı da öğretilir. Bir Ahi işyerinde belirlenen kurallara uymalarını sağlamak için o işyerinde sanat öğrenmeye talip olan çırak, yamak ve kalfalar başlarındaki ustaya bir müridin şeyhe bağlanması gibi bağlanmak durumunda idiler. Anadolu Bacıları arasında da bu kuralın geçerli olduğu muhakkaktır.
Şimdilik Bacıların örgücülük ve dokumacılık dışındaki sanat kollarından hangileriyle uğraştıkları hakkında yeterli bilgimiz yoktur. Ahiler gibi Bacılar da Kayseri’deki iş yerlerinde toplu olarak çalıştıklarına göre, kadınlar arasında da çeşitli sanat kollarının bulunması olasılık dahilindedir.
Bacıların Askeri Faaliyetleri
Bacıların diğer bir hizmet ve faaliyet alanı ise askeridir. İslam öncesi dönemde Türk kadınlarının binicilik ve atıcılıkta usta oldukları savaşlara erkeklerle birlikte katıldıkları iyi bilinen bir konudur. İslamiyete geçişin ardından da bu geleneğin sürdürüldüğü görülür. Ravendi, Harezmlilerle Iraklılar arasında gerçekleşen 594 (1197) yılındaki savaşı, “Harezmli kadınlar zırhları giydi ve her kadın elli Iraklıyı önüne katıp sürüyordu” diye anlatırken bu Türk kadınlarından bahsetmektedir. İbni Battuta’da birçok Türk ilinde özellikle Özbekler arasında “Havatin” (Hatunlar) diye tanıttığı Türk kadınların çeşitli faaliyetlerine tanık olmuştur.
Moğolların 640 (1243) yılında Kayseri’yi kuşatması sırasında Bacı örgütüne mensup kadınların kentin savunmasına fiilen katıldıklarını ve kurum olarak savaştıklarını görüyoruz. Nitekim Kayseri düştükten sonra Anadolu Bacıları mensubu birçok kadın bu nedenle ya öldürülmüş ya da esir alınmıştır. Nitekim Anadolu Bacıları’nın kurucusu Fatma Bacı da esir alınmış ve bu esaretten ancak 17 yıl sonra 1260’da kurtulabilmiştir. Dulkadir Oğulları’nın otuz bin silahlı kadın askere sahip olduklarına ilişkin kayıtlarda abartı olsa bile bu beylik döneminde Bacıların ne denli faal olduklarını göstermesi bakımından önem taşır.
Misafir Ağırlama
Bacıların en iyi bilinen faaliyet alanlarından biri de Ahi tekke ve zaviyelerinde misafir edilen ve barındırılanların ağırlanması ile ilgili hizmetlerdir. Ahi Teşkilâtının kuruluşunu hazırlayan sebeplerden biri de o dönemde kitleler halinde insanların yerlerinden yurtlarından kopup Anadolu’ya gelmelerinin yarattığı sorunlara çare arama ***retleri olmuştur. Bu göçler Anadolu’nun İslamlaşmasını hızlandırmaktaydı. Bu bakımdan Anadolu’ya yeni gelen bu insanların kısa bir süre de olsa barındırılmaları, ağırlanmaları ve böylece yeni ortama uyumları sağlanmalıydı. İşte kuruluşundan itibaren Ahi tekke ve zaviyeleri böyle bir hizmeti ifa etmekteydi. Bacılar da bu tekke ve zaviyelerde konuk edilenlerin yemek vb. birçok gereksinimini karşılamaktaydı. Menâkıbname’sinde Hacı Bektaş, Anadolu’ya kadem bastığı zaman Fatma Bacı’nın henüz genç kız olduğu, erenlere yemek pişirmek ve sofra düzmekle meşgul olduğunu, Hacı Bektaş’ın geldiğini erenler meclisine haber verdiği anlatılmaktadır . Bu haber hem Hacı Bektaş’ın Anadolu’ya geldiği zaman (625/1228) Bacıyan-ı Rum’un kurulmuş olduğunu göstermektedir.
Seyyah İbni Battuta Anadolu’nun birçok yörelerinde Ahilerin misafirperverliğine tanık olduğu gibi bu misafirhanelerde Türkmen kadınların hizmet, izzet ve ikramlarından da övgü ve hayranlıkla bahsetmiştir. İbni Battuta’nın sözünü ettiği bu misafirhanelerde iaşe ve ibate işleri Bacı ülküsüne gönül vermiş Türkmen kadınlar tarafından yürütülmekte idi.
Anadolu Bacıları’nın Dini Faaliyetleri
Bacılar dini ve kültürel faaliyetlerini bir tarikat disiplini ve metodu içinde sürdürmüşlerdir. Bu bakımdan yoğun bir tarikat faaliyeti içinde oldukları görülmektedir. Fuat Köprülü de bunu fark etmiş ve Bacıyan-ı Rum’un kadınlara özgü bir tarikat adı olabileceği olasılığı üzerinde de durmuştur. Fakat yukarıda da ifade edildiği gibi Bacılık, Ahiliğin kadınlar koludur. Bu itibarla Bacıları Ahilerden ayrı düşünmek yanlış olacağından, kadınlara özgü bir tarikat olarak görmek de yanlış olacaktır. Bu bakımdan Bacıyan-ı Rum belli bir tarikatın kadın müritlerinin meydana getirdiği bir cemaattir demek daha doğru olur inancındayız. Bacılar genel olarak Evhadiye tarikatına mensup idiler. Bunlara Evhadiler denilmekteydi. Bu cemaatin haliyle kadın mürşideleri ve şeyhleri olacaktır. İşte Fatma Bacı ve kız kardeşi Amine Hatun birer mürşide idiler. Babaları Şeyh Evhadü’d-din-i Kirmani’nin tarikatını talim ediyorlardı.
Anadolu’da tarikat şeyhlerinin hanımlarına “Ana-bacı” denir. Sünni muhitlerde hanımların erkeklerle birlikte sohbet meclislerine katılmaları, zikir, sema ve diğer tasavvufi ayinleri birlikte yürütmeleri caiz görülmediği için Ana-bacıları şeyh ile müritleri arasında vasıta olmaktaydılar. Şeyhin talimat ve uygulamalarını Ana-bacılar, hanımlara aktarırlardı. Böylece hanımlar arasında dinî- tasavvufi eğitim ve öğretim sürdürülmekteydi. Selçuklular zamanında Bacıyan-ı Rum’un dinî- tasavvufî faaliyetleri, Osmanlılar zamanmda Ana- bacılar tarafından devam ettirilmiştir.
Anadolu Bacıları üyeleri genç kızlar ve kadınların erkeklerle bir arada zikir, sema ve sohbet meclislerinde bulunuyorlardı. Bu yüzden o dönemde Türkmen şeyhler sürekli olarak bazı çevrelerin Türkmen Şeyhlere her kötülüğü mübah sayan anlamına “Mübahi” veya “İbahiyeci” diyorlardı. Bu yüzden Türkmenlerle mücadele halinde olan devlete de yardımcı oluyorlardı.
Şunu da belirtelim ki, kadın erkek bir arada sema ve zikir meclislerinde bulunma adeti ilk olarak Anadolu Selçukluları zamanında görülen bir şey olmayıp çok eskiden beri mutasavvıflar arasında uygulanmakta idi. Anadolu Selçukluları zamanında bu geleneğin öncüsü Fatma Bacı’nın babası Evhadu’d-din-i Kirmani idi. Kirmani bu nedenle birçok kez eleştiriye maruz kalmış, muhalifleri ona Mubahi, Zerrak, Şahidbaz gibi lakaplar takmıştır. Ona muhalif olanların başında da Mevlana gelmektedir.
Kirmani’nin kadınların eğitim ve öğretimine büyük bir önem verdiği anlaşılmaktadır. Her iki kızının da düzenli eğitim almasını sağladığı gibi el sanatları öğrenmelerine de özel ***ret sarf etmiştir. Aslında ona yönelen saldırılar onun bu anlayışına yöneliktir. Ahi Evren’in de şeyhinin yolunu izlediği gerek eserlerinden gerek uygulamalarından anlaşılmaktadır.
İşte Selçuklular zamanında Türkmen hatunlar da belli yerlere kadınlı-erkekli sohbet meclislerine giriyor ve kültürel faaliyetlerde bulunuyorlardı. Ahi Evren kendisine yöneltilen bütün eleştiri ve itirazlara karşın bu uygulamayı sürdürmüş, sık sık düzenlediği sema meclislerine Anadolu Bacıları da katılmıştır. Onun koyduğu bu adet ve uygulama bugün Anadolu’da kız ve erkek grupların birlikte oynadıkları “Çayda Çıra” olarak bilinen bir ulusal oyunda devam etmektedir. Bu geleneğin Bacılar’dan kalma olduğunu söylemek gerekir.