İnsanoğlu yüzyıllar boyunca uygarlığı daha da geliştirmek için çalışmış, uğraşmış ve bu yolda büyük başarılar kazanmıştır. Fakat insanoğlunun karakteri tüm bu ilerlemelere karşın hiç değişmemiştir; yüzyıllar geçse de değişeceğe benzemez. Örneğin yasak olan her şey, her zaman insanoğluna çekici gelmiştir. Hele bunlar zevk veren ya da bir çıkar sağlayan şeyler olunca çok daha fazla ilgi çekmektedir. Dinler ya da yasalar insanoğlunun bu hareketlerini engellemeye çalışırken, insanoğlu bunların açıklarını bulup kullanmaktan kendini hiçbir zaman alamamıştır. Bunun en tipik örneklerinden biri de gümrük kaçakçılığıdır
Bugün iktisadi koşulları birbirine eşit olan ülkeler arasındaki ufak tefek farklar bile kaçakçılığı çekici hale getirmekte, körüklemektedir. Günümüzde nasılsa, yüzyıllar önce de böyle kaçakçılıkların yapıldığı, bizzat o dönem yaşayan kişiler tarafından yazılmış belgelerden anlaşılmaktadır. Çivi yazısı ile kil üzerine yazılmış böyle bir mektup; tarihte ilk gümrük işlemlerinin yapıldığı yer olarak bilinen Anadolu’nun aynı zamanda günümüzden 4 bin yıl önce tarihin bilinen ilk gümrük kaçakçılığına da ev sahipliği yaptığını bildirmektedir. Bu mektup, Kayseri yakınındaki Kültepe veya Kara Höyük denilen yerde ele geçen binlerce belgenin arasında bulunmuştur.
Asurlularda Ticaret Yaşamı
O tarihlerde bu bölgede bulunan Kaniş kentine Asurlu tacirler yerleşmişler ve Mezopotamya denilen Irak toprakları ile Anadolu arasında ithalat ve ihracat yapmaya başlamışlardı. Anadolu’dan hammadde halinde altın, gümüş, bakır, yün gibi şeyler Asur’a götürülüyor, oradan da bunlar işlenmiş olarak alet, eşya, kumaş vs. halinde Anadolu’ya getiriliyordu. Bu tacirler Anadolu’nun diğer uygun bölgelerine de yerleştiler ve oralarda da Kaniş’te olduğu gibi, ticarethaneler, bürolar kurdular. Bunlar gün geçtikçe yerli halk arasında, birbirlerine bağlı, ayrı bir gurup halinde örümcek gibi yayılıp teşkilatlanarak Anadolu’nun ticaretini ellerine aldılar.
“Ticaret kolonisi” dediğimiz bu örgütlenme, günümüzdeki örneklerine taş çıkartabilecek kadar mükemmeldi. Bu örgütlenmenin merkezi durumda olanlarına “büyük pazar” anlamında “Karum” adı verilmişti.
Karum’dan daha küçük pazarlara “Vabartum” deniliyordu. Bunlar Karumlar’a bağlıydı. Karum’da günümüzdeki belediyelerin görevini yetiren getiren “Bitkarim” adlı kurumlar bulunur; Asurlu memurlar tarafından yönetilen bu kurumlar yalnızca Asurlu kişilerin işlerine bakılırdı. Aynı zamanda getirilen malların bir kısmı da burada satılırdı. Karum’da Asurlulara ait mahkemeler ve icra organı olarak “Şehir Habercileri” denilen sınıf bulunuyordu. Olağanüstü durumlarda, sınırlı yetki sahibi komiserler de bu teşkilâta yardım ederdi.
Karumlar Mezopotamya’nın kuzeyinde bulunan Asur kentine bağlıydı. Bütün ticaret yaşamının başı Asur’du. Orada ticareti idare eden patronlar oturuyor, ya kendi akrabalarını ya da güvendikleri kişileri Anadolu’ya gönderip alışveriş yaptırıyorlardı. Fakat bu patronlar da istedikleri gibi hareket edemiyorlar, yerli devletin resmi memurları tarafından sürekli olarak denetleniyordu. Bu memurlar aynı zamanda yapılan işleri bir raporla krala bildirmek zorundaydılar. Bu suretle kral, bütün işlerden haberdar edilmiş oluyordu. Tüm bunlardan anlıyoruz ki, günümüzden binlerce yıl önce bile ticaret, resmi makamlar tarafından kurumsallaştırılmış, düzene sokulmuş ve denetim altına alınmıştı. Fiyatlar ve ölçüler saptanmış, her faaliyet bir kurala bağlanmıştı.
Gerek Karum ve Vabartum’lar, gerekse Mezopotamya arasında canlı bir trafik vardı. Mütemadiyen küçük ve büyük kervanlar malları oradan oraya taşıyorlardı. Bir kısım malları Suriye üzerinden Kızılırmak’a kadar getiriyorlardı, diğer kısmı Anadolu içinden Mezopotamya’ya götürüyorlardı. Bu arada, karşılıklı mektuplar da gidip geliyor ve yapılan işler hakkında bu suretle patronlara bilgi veriliyor veya patronlardan talimat alınıyordu. Bu kervanların nakil vasıtası merkepti, At da vardı, ama pek kullanılmıyordu. O devirde arabaların da bulunduğunu fakat yolların düzenli olmaması yüzünden uzak yerler için kullanılmadıklarını biliyoruz. Eşyayı nakledenler yerlerine teslim edilinceye kadar bu maldan sorumluydular. Yola çıkmadan evvel kervanlardan mallara karşılık, zorunlu bir güvence alınıyordu. Bu seyahatler esnasında hayvanların ve beraberinde gidecek şahısların yiyeceği, içeceği hesaplanıyor ve mallar yerlerine teslim edilince getirdikleri eşyanın bir kısmı yol ücreti olarak veriliyordu. Eğer bir yere çabuk haber göndermek istenirse ayrıca çabuk giden haberciler de vardı. Bu gidiş gelişlerin, herhangi bir isyan veya karışıklık nedeniyle aksamasına pek rastlanmıyordu. Bundan da o dönemin yöneticilerin yolları sıkı bir güvenlik altına aldıklarını anlıyoruz.
Memleketin idari ve siyasi işleri, yerli halka ait prensler tarafından yürütülüyordu. Çeşitli kentlerde çeşitli prensler ve bu prenslere ait büyük sarayları vardı. Asurluların Asur’dan getirdikleri mallar önce saraya getirilir, orada malın kalitesi, cinsi görülür, buna göre de bir gümrük vergisi belirlenirdi. Bu vergiye mahsuben malların bir kısmı sarayda kalırdı. Eğer bu arada mallardan sarayın beğendiği olursa onu satın alma hakkı evvelâ saraya aitti. Ancak bundan sonra toptancı veya perakendeci tüccarlara dağıtılır, onlardan da halk satın alırdı. İşte az önce sözünü ettiğimiz binlerce yıllık mektup, neredeyse bütün bu işlemlerin hepsini anlatmakta ve 4 bin yıl önce gümrük mevzuunun bulunduğunu, gümrük kontrolünün zaman zaman ne kadar sıkı yapıldığını bildirmektedir.
Gümrük Kaçakçılığını Bildiren Mektup
Bu mektup Asur dili ve çiviyazısı ile kil levha üzerine üç şahıs tarafından bir şahsa hitaben yazılmıştır. Konu şöyledir. Kervanlarla çeşitli cins kumaşlar Asur’dan Kaniş’e gönderiliyor. Getiren kişiler bu kumaşları nerelere verdiklerini bildiriyorlar. Bu arada kaçak olarak gönderilen malların müsadere edildiğini, getiren şahsın hapse atıldığını, gözcülerin çok sıkı olduğunu, kaçak eşyaların yakalanması için bütün prensliklere yazıldığını, onun için bir şey kaçırılmamasını bildirdikten sonra bu kaçak eşyalar için şehirdeki insanlar yardım etmek isterlerse inanılmamasını, zira onları yakalamamak için elbirliği ettiğini söylüyorlar. Bu mektubun şimdiki zamana ait mektuplardan farkı var mı? Şimdi bu mektubu o zamanki şekli ile Türkçeye çevrilmiş olarak veriyoruz:İndiilum, Ennabelum, Aşşurzululu’dan Puzuraşşur’a şöyle söyle: Gönderilen kumaşlardan kervan sahibi Amuriştar, kendisine ait olanları çıkardıktan sonra kalan 245 kumaştan 3 Akat kumaşını Hahhum kentindeki kayınbiraderinin evine bıraktı. Üç ayrı cins kumaşı şimdi oraya götürdüm. Kumaşlardan geri kalan 239 tanesinden 12’sini gümrük vergisi olarak, 23 kumaşı da satın alarak saray aldı. 38 kumaş için Bitkarim’de iyi fiyat verildi Kervan sahibi Amuriştar kendisine ait olanları aldıktan sonra kalan 166 kumaş serbest bırakıldı. Şimdi onlar satılmaya hazırdır.
İmdiadad’ın kervanındakilerden 11-? x (rakam tablette kırık) kumaş saraya gitti. Vergi olarak 5.5 kumaş ile 5/6 şegel gümüşü ödemeye mecburdu. 11.5 kumaş hediyedir. Birini saray satın aldı. Ziyanı kapamak için 1.5 şegel gümüş vereceksin. 2 kumaşa Bitkarim’de iyi fiyat verildi. İmdiadad’ın kervanındaki kalan kumaşlar (kervan sahibine ait olanlar çıktıktan sonra) serbest bırakıldı ye satılmaya hazırdır.
İrra’nın oğlu kaçak eşyaları Puşikin’e gönderdi. Onun kaçak eşyaları yakalandı ve alındı. Puşikin ise saray tarafından tutuldu ve hapse atıldı. Gözcüler çok sıkı. Kaçak eşyalar hakkında Luhuzattiya, Hurama, Salahşua’ya ve onların prenslerine yazıldı. Aman çok dikkatli olmalısın! Herhangi bir şey kaçırmamalısın! Sen Timelkiya’ya gelirsen, kaçırmak istediğin meteor demirlerini orada iyi bir eve bırak! Bundan başka güvendiğin hizmetkarlarından birini de orada bırak, fakat sen buraya gel. Burada seninle bazı konular hakkında konuşmak istiyoruz. Fakat sana herhangi birisi gümüş için elinde bulunan bir tek şegel için “kalayını ve kumaşlarını bana ver, onları kaçırmak istiyorum” derse, sen buna asla kulak asma, zira oradakilerin hepsi el ele vermiştir.