Türkler, müzikle tedavi yöntemini ruh hastaları üzerinde ilk defa uygulayan uluslardan biridir. Avrupa'da 18. yy. sonlarına kadar manastırların veya hapishanelerin zindanlarında ölüme terk edilmiş ve hatta "ruhunu şeytan esir almış" diye diri diri yakılmış olan akıl hastaları, İslâm dünyasında ve Türkiye'de hastanelerde, dönemin olanaklarına göre birtakım ilâçlar ve müzikle tedavi ediliyorlardı. Türkler, ruh hastalarına ve tedavilerine büyük önem vermişlerdir.
Türklerde ilk ciddi müzik tedavisi Osmanlı döneminde görülmekle birlikte, Orta Asya'da, İslâm öncesi dönemde "baksı" adı verilen şaman müzisyenler tarafından çeşitli hastalıklara uygulanan tedavi çalışmaları yapılmıştır. Bu çalışmaları günümüzde de sürdüren baksılar, Orta Asya Türkleri arasında yaşamaktadırlar.
Müziğin yardımıyla transa geçerek hastalığın tedavisine çalışan baksılar, kopuz (dutar, dombra) denilen müzik aletini kullanırlardı. Baksı'nın hastanın tedavisinde uygulamış olduğu müzik bir doğaçlama (improvizasyon) olayıdır.
Baksı, seans boyunca müzik eşliğinde dua, taklit ve dansı ustalıkla birleştirerek hastasını iyileştirmeye çalışır.Baksın kendisinden tamamen geçtiğin (trans) zaman yapmış olduğu dansın iyileştirici bir güce sahip olduğuna inanılır. Baksılar, hastaların tedavisinde beş sesli (pentatonik) müzik kullanırlardı.
Tıp tarihinde, Türklerin ruh hastalarını rehabilitasyon yolu ile tedavi ettiklerine ilişkin bilgilere rastlamak olağandır.
M.S. 834-932 yılları arasında yaşamış olan Müslüman Türk bilginlerinden Ebû Bekr Râzî, melankoliklerin, herhangi bir meşguliyet ile tedavi edilmeleri hakkında yazmış olduğu bir eserinde önce melankoliyi tanımlamış ve ".Melankolik hasta kesinlikle meşguliyetle tedavi edilmelidir." dedikten sonra, meşguliyetle tedavinin nasıl uygulanacağını da anlatmıştır. Rahmi Oruç Güvenç, Râzî'nin bu konudaki görüşlerini şöyle aktarır:
"Melankolik hasta, balık tutma veya avlanma gibi eğlenceli işlerden biri ile uğraşmalıdır."
Mümkünse, çeşitli oyunlar araştırmalı, huyunu, ahlakını, davranışlarını beğendiği ve sevdiği kimse ile buluşup görüşmeli, dostluk kurmalıdır. Müzik öğrenmeli, öğretmeli, özellikle güzel sesle okunan şarkılar dinlemelidir. Melankolik hasta ancak bu şekilde sıkıntılarından, detlerinden kurtularak iyileşme olanağı sağlayabilir"
Büyük İslâm bilgini Fârâbi (870-950), Yunan felsefesini Arapça kaleme alarak, İslâm dünyasına tanıtmasının yanında, kendine özgü bir felsefe okulunun da kurucusudur. Eski Yunan müziğini de Arapça olarak kaleme alan Fârâbi, "al-Madhal fi'l Mûsikî" (Kılıç Ali Paşa Kütüphanesi, no: 674) adlı eserinde çalgılardan ve müzisyenlerden söz eder.
Makamların ruha olan etkileri, Fârâbi'ye göre şöyle sınıflandırılmıştır:
1. Rast Makamı: İnsana sefa (neş'e, huzur) verir.
2. Rehavi Makamı: İnsana bekâ (sonsuzluk düşüncesi) verir.
3. Kûçek Makamı: İnsana hüzün ve elem verir.
4. Büzürk Makamı: İnsana havf (korku) verir.
5. Isfehan Makamı: İnsana hareket becerisi ve güven duygusu verir.
6. Nevâ Makamı: İnsana lezzet ve ferahlık verir.
7. Uşşâk Makamı: İnsana dihek (gülme) verir.
8. Zirgûle Makamı: İnsana nevm (uyku) verir.
9. Sâbâ Makamı: İnsana şecaat (cesaret, güç) verir.
10. Buselik Makamı: İnsana güç verir.
11. Hüseynî Makamı. İnsana sulh (sükûnet, rahatlık) verir.
12. Hicâz Makamı: İnsana tevazu (alçak gönüllülük) verir.
Türkistan'da Buhara'ya yakın olan Afşena'da doğan büyük İslâm bilgin ve filozoflarından İbn-i Sînâ (980-1037), eserleriyle ve düşünceleriyle beş yüzyıl boyunca, İslâm ve Batı dünyasına hakim olmuştur. Hemen bütün bilimlerde, özellikle felsefe ve tıp alanında uzun süre aşılamaz bir otorite olmuştur.
İbn-i Sînâ'nın "Kanun" adlı eserinin 3. ve 4. kitaplarında akıl hastalarının incelendiği 17. bölümü, 1659 yılında P. Vattier tarafından Latinceye çevrilmiştir. 18. yüzyılda Tokatlı b. Ahmed tarafından Türkçeye çevrilmiş olan "Kanun", Topkapı Sarayı, Bağdat Köşkü no: 342'de ve Süleymaniye Kütüphanesi Hamidiye bölümü no: 1015 numaraya kayıtlı bulunmaktadır.
İbn-i Sînâ gerek çocuk, gerekse yetişkin akıl hastalarının meşguliyet, şok, telkin, müzik ve ilâçla tedavi edilebileceğini belirtmiştir. Ayrıca, bugünkü modern psikiyatrinin ve çocuk psikiyatrisinin de kurucusu olmuştur.
İbn-i Sînâ'nın çocuk psikiyatrisine verdiği önemi, çocukları yetiştiren annelerinin bedenen ve zihnen sağlıklı olması gerektiğini, böylece sağlıklı çocuklar yetişeceğini büyük bir önemle vurgulamasından anlıyoruz.
İbn-i Sînâ, küçük çocukların bedensel ve ruhsal bakımdan daha sağlıklı bir şekilde büyümesi için, onların müzikle beden hareketlerine ve müzikle uyumaya alıştırılmalarını önermektedir. İleride bunlardan birincisinin çocuğu jimnastiğe, diğerinin ise müziğe alıştıracağını; jimnastiğin, çocuğun bedenine, müziğin de ruh sağlığına yararlı olacağını belirtmektedir.
İbn-i Sînâ, müziğin tıpta oynadığı rolü şöyle anlatmaktadır: "Tedavinin en iyi yollarından, en etkililerinden biri, hastanın aklî ve ruhî güçlerini artırmak, ona hastalıkla daha iyi mücadele için cesaret vermek, ona en iyi müziği dinletmek, onu sevdiği insanlarla bir araya getirmektir..."
İbn-i Sînâ, Fârâbi'nin eserlerinden çok yararlandığını ve hatta müziği de ondan öğrenerek tıp mesleğinde uygulamaya koyduğunu söylemektedir. Arapça yazdığı, Kitabü'l-Şifa'daki 12 bölüm tümüyle müziğe ayrılmış olduğundan, Baron Rudolph Deerlanger tarafından Fransızca'ya çevrilmiş ve "La Musique Arap" adıyla yayımlanmıştır.
Ölümünden bir asır sonra, Gerhart von Cremona tarafından Latince'ye çevrilen "Al-Kanun Fi't-Tıbb" eserinin birinci, üçüncü ve dördüncü kitaplarında bulunan çocuk hastalıkları ve psikiyatrisi ile ilgili bölümleri, bu alanda sadece Türk-İslâm hekimliğini değil, 17. yüzyıla kadar Avrupa hekimliğini de çok etkilemiştir.
Türk Tıbbında Müzikle Tedavi / Dr. Haşmet Altınölçek