Bundan tam 94 yıl önce, Milli Mücadelenin hukuki onayı demek olan, Lozan Antlaşması temsilcimiz İsmet (İnönü) Paşa tarafından imzalandı. O günden bugüne kadar hakkında birçok defa konuşuldu, asılsız iddialar yüksek sesle dile getirildi.

Esasında Lozan'a gidilmeden önce Türk zaferinin neticeleri Mudanya'da görüşülmeye başlanmıştı.




Büyük Taarruz'la Yunan kuvvetleri bozguna uğratıldığından, başta İngiltere'nin teşebbüsleri ile cephedeki savaş masaya, yani diplomatik zemine taşındı. Ekim 1922'de Bursa'da imzalanan antlaşma ile Anadolu'daki Türk zaferi tescil edilmekle birlikte, esas barış antlaşmasına giden yol da aralanıyordu.

Lozan'a gidecek Türk heyetinin başkanlığına evvela Rauf (Orbay) Bey talip olmuştu. Oysa Mustafa Kemal Paşa bu konuya hiç de sıcak bakmıyordu.





Zira Rauf Bey, geçmişte Mondros Ateşkesini imzalayan heyet içerisinde Bahriye Nazırı (Deniz Kuvvetleri Kumandanı) idi. Bu durum kendisine olan bütün güveni sıfırlamıştı. Oysa İsmet Paşa, Mudanya'daki görüşmeleri başarıyla idare etmişti. Aynı zamanda İnönü muharebelerindeki idaresi de iyi not almıştı. Neticede karar verirdi, heyete İsmet Paşa başkanlık edecekti.

Türk Heyeti 20 Kasım 1922'de konferansta toplandı. İsmet Paşa kurnaz İngiliz diplomatları ve sinsi Avrupa siyasetiyle savaşmak zorundaydı.


Temelde ilk hedef Misak-ı Milli esaslarını korumaktı ve Türk tarafının talepleri de bu yöndeydi. İsmet Paşa, TBMM'nin kendisine verdiği yazılı talimatı da canı gibi koruyor ve İngiliz temsilcisi Lord Curzon'un ataklarına karşı belgeyi göstererek ''bana verilen emirlerin dışarısına çıkamam'' diyordu.

Diğer İtilaf Devletleri de tamamen İngiltere'ye bağlı olarak hareket ediyorlardı. İngiltere ise Türkiye'ye yenilmiş bir taraf olarak bakıyordu.





Türkiye halen I. Dünya Savaşı'nın mağlubu olarak görülüyor ve Sevr'in biraz yumuşatılmış halini imzaya mecbur bırakılmak isteniyordu. Lord Curzon 31 Ocak 1923'te elindeki son kartı oynadı. Türk tarafına hazırlanan barış taslağını sundu ve 4 Şubat'ta konferansı terk edeceğini belirtti. Taslak açıkça ''Doğu Anadolu'da özerk Ermeni bölgesi kurulması'' gibi kabul edilemez maddeler içeriyordu. En sonunda taslak kabul edilmedi ve Türk heyeti konferansı terk etti, böylece görüşmeler askıya alınmıştı.

Bu olayın ardından mecliste hararetli tartışmalar başladı. Bir kısım vekiller Türk Heyetinin geri dönmesini başarısızlık olarak yorumluyorlardı.





Bu zeminde oluşan münakaşa ve ayrılıklara da son vermek amacıyla 16 Nisan 1923'te TBMM'nin birinci döneminin bitirilerek yeniden seçimlere gidilmeye karar verildi. Aynı zamanda bundan önce Şubat-Mart aylarında toplanan İzmir İktisat Kongresi de İtilaf Devletlerine karşı bir gövde gösterisiydi. Zira burada birçok defa ''milli egemenlik, milli ekonomi, milli birlik'' gibi kavramlara değinerek, dışarıya bir bütünlük sinyalleri verilmişti.

23 Nisan 1923'te yeniden başlayan görüşmelerde bu defa gergin İngiliz siyasetçisi Lord Curzon'un yerini daha ılımlı olan Rumbold almıştı.


Bu defa görüşmeler daha tarafsız bir zeminde adil bir biçimde gerçekleşerek en sonunda 24 Temmuz 1923 günü antlaşma taraflarca imzalandı. Musul ve boğazlar konusu gibi önemli birkaç sorun çözülemeyip ertelenmişti. Kapitülasyonların tamamen reddi ve bugünkü Anadolu sınırlarının tescili ise lehimize olan en mühim maddelerdendir.

Sevr ile Lozan arasındaki birkaç temel fark bile her iki antlaşmanın mukayesesini kolaylaştırır.





Teknik olarak Sevr 433 madde, Lozan ise 143 madde idi. Sevr antlaşması savaşın taraflarından birisi olan Fransa'nın topraklarında görüşülüp imzalanmışken, Lozan tarafsız bir ülke olan İsviçre'de görüşülüp imzalanmıştı. Sevr ile getirilen ekonomik ve askeri sınırlandırmaların yanında, tasarlanan İtilaf Devletlerinin işgal alanları da Lozan ile tamamen Türkiye Cumhuriyeti tasarrufuna geçmişti. Özetle Sevr, yenik bir tarafa dayatılan zorunlu bir belge iken; Lozan ise zafer kazanmış bir tarafın, çok önceden planladığı Misak-ı Milli'yi gerçekleştirmek ***esi ve eldeki kazanımları muhafaza etmek amacıyla ortaya çıkan bir belgeydi.

Lozan hakkında bilinen yanlışların kaynağı: Dr. Rıza Nur

Maddeleri bu kadar açık ve bugün dahi çok kolay ulaşılabilecek bu antlaşma, birtakım sebeplerden ötürü yanlış bilgilerle tanınmıştır. Bunların başında kaleme aldığı hatıratındaki iddiaların sahibi olan Dr. Rıza Nur gelmektedir. Dönemin Sağlık Bakanı olarak görüşmelerde bulunan Nur, hatıralarında yalnız Lozan değil, Atatürk, İnönü, Enver Paşa ve diğer tanınmış şahsiyetler hakkında da dayanaksız iddialar ortaya sürmektedir.

Rıza Nur hatıralarında Lozan'daki etkili konuşmalarını, Lord Curzon'a meydan okumalarını, İsmet Paşa'nın farkına varamadığı noktalara dikkat çektiğini ve özetle görüşmelerde en büyük pay sahibi olduğunu iddia etmektedir. Oysa Rıza Nur'un iddiaları Lozan Tutanaklarıyla karşılaştırıldığında taban tabana bir zıtlık söz konusudur. Nur buna da cevap olarak ''benim dediklerimi tutanaklara yazmadılar'' demektedir. Oysa antlaşmada Rıza Nur'un açıkça imzası mevcuttur. İddia ettiği gibi bir durum söz konusu ise, Rıza Nur kendi sözlerinin dahi kayıt edilmediği bir belgeyi imzalayarak neden onaylamıştır? sorusu akıllara gelmektedir.





Netice itibarıyla gerek Rıza Nur gerek ise Lozan hakkında ortaya sürülen diğer iddiaların, meraklıları açısından doğrudan itibar edilmemesi ve etraflıca araştırılması gerekmektedir. Aynı zamanda bu usul bütün tarihi bilgiler için geçerlidir. Bugün 94. yılına girdiğimiz Lozan Antlaşmasının ise bu kadar uzun ömürlü olmasının sebebi de şüphesiz ki uzun ve detaylı bir görüşme sonucunda ve bilhassa gerçekçi bir zeminde imzalanmış olmasıdır.