Timur Han, Türk tarihinin en çok tartışılan, hakkında birbirleriyle zıt fikirler ileri sürülen, kimileri için büyük bir askeri deha; kimileri için ise zalim ve hürmetsizlik eden bir komutandır. Kimileri için devletlerini dayandırdıkları büyük ata, kimileri içinse devlet katilidir. Timur Han’ın yaptıkları ve bunların vasıflandırılmalarının yanı sıra, (abartılı olarak) denilebilir ki Timur’un varlığı harici tüm mevzular tartışmalıdır. “Timur Türk müdür, Moğol mudur, Cengiz Han’la ilişiği nedir, Tüzükat-ı Timur gerçekten onun tarafından mı kaleme alınmıştır?” gibi sorular bu tartışmalı mevzulardan bazılarıdır.
Bu yazıda Emir Timur ile ilgili klasik soruların cevaplarından ziyade, kendisine izafe edilen ve kendisinin yazdığını ispatlamak için kullanılan argümanlar şahsıma da makul geldiği için Timur tarafından kaleme alınan Tüzükat üzerinden (Tüzükat-ı Timur), siyasi işlerde törenin önemi, şer’i kurallarla Tüzükat’ın kısmi ilişkisi, suçta ve cezada uygulanan ilkeler ve vergi konusundaki yaklaşımlar incelenecektir.
Tüzükat’ın Timur tarafından yazılmadığını, hatta eserin orijinalinin bile olmadığı iddia edilmiştir. Edward Granville Browne ve Vasilij Vladimiroviç Barthold bunu iddia edenlerden bazılarıdır. Timur’un okuma yazma bilmeyen, alt tabakadan birisi olduğu iddiası Tüzükat’ın ona ait olmadığına dair var olan iddiaların temel dayanaklarındandır. Eserin Timur’a ait olduğunu söyleyen görüşün dayanaklarından ilki eserin içeriğidir. Eserin içeriğinde sadece Timur’un bilebileceği şeyler vardır. İkinci dayanak ise; Tüzükat, Çağatayca’dan Farsça’ya çevrilirken çevirmen Ebu Talib El Hüseyni’nin eserin sıhhatini sorgulayacak herhangi bir şey söylememesidir. Üçüncü dayanak ise çoğu askeri terimler olan baranğar, caranğar, yasavul, şakavul gibi Türkçe kavramların metinde muhafaza edilmesidir. Bu üç dayanaktan dolayı ben de eserin Timur’a ait olduğunu söyleyen görüşü daha isabetli buluyorum.
Tüzükat-ı Timur hakkında genel bir bilgi vermek gerekirse; eser iki kısımdan oluşur. Birinci kısmında melfuzat denilen kısım Emir Timur’un, Tuğluk Temir Han ile olan ilk saltanat kavgasından başlayarak; son Ankara Savaşı’na kadar vuku bulan olayları kendi perspektifinden anlattığı 30 kengeştir. İkinci bölümse yukarıda sayılan konuları da içinde barındırmakla beraber bu konuları aşkın bir kapsamda devlet kuruluşu, teşkilatı ve idamesi hakkında kuralları içerir.
Timur Han, siyasi işlerin töreye bağlanması ve bu töreyle idame ettirilmesi hususunu önemsemiştir.
Tüzükat’ın ilk başındaki bölümde saltanatını kurmasını sağlayan on iki şeyin ardından “yine benim tecrübemle sabittir ki, hangi devlet eğer dini ve ahlaki temel üzerine kurulmazsa ve de onun siyasi işleri töre-tüzük kanunlarına sıkı bağlanmaz ise, öyle devletin cazibesi gider, heybeti yok olur.” (1) diyerek açıkça belirtmiştir. Timur Han bu ilkesini sözde bırakmamış, düzenlediği Tüzükat’ta farklı konularda birçok yönetim işini töreye bağlamıştır. Tüzükat’ta, “Kahraman Askerlerin Saf Tutma Tüzüğü“nden, “Davul ve Bayrak Verme Tüzüğü“ne; “Dost- Düşman Muamele Tüzüğü“nden, “Vezir Tutma Tüzüğü“ne kadar geniş yelpazede tüzükler vardır.
Tüzüklerdeki normların niteliğine bakılacak olursa; töreye bağlanan konular, genelde Timur Han’ın tecrübe ettiği şeylerdir. Tüzüklerde kullanılan “tecrübemle sabittir ki, bundan tecrübe almıştım” gibi ifadelerden de bu açıkça görülebilir. Bununla beraber Timur Han’a göre tüm memleketteki emir-yasak işleri padişahın kendisinden kaynaklanmalı, padişah sözünü bizzat kendi söylemeli, iş de ondan çıkmalıdır. “Saltanatımı Öz İrademde Tutma Tüzüğü“nden alınan bu maddelere bakılacak olursa normun/yasanın kaynağının padişah/ han olduğu, mutlak bir yetkinin varlığından söz edilebilir. Aynı tüzükte, diğer birçok tüzükte bahsi geçen istişareden de dem vurulmuş; saltanat işlerinde herkesin sözünün işitilmesi, herkesten fikir alınması tavsiye edilse de son karar padişaha bırakılmıştır. İstişare, yetkisiz bir danışma meclisiyle gerçekleştirilmektedir.
Uzun lafın kısası bu tüzüğe dayanarak denilebilir ki, siyasi işler töreye bağlanmıştır ve bu törelerden biri de padişahın kural koyma yetkisidir. Bununla birlikte var olan kuralın uygulanmasına çok önem verilmiş, padişah bir hüküm çıkardıysa sel gibi yürümesi, ok gibi geçmesi gerektiğini söylemiştir. Buna Gazneli Mahmud’un Gazne şehir meydanına bir taş koydurmasını, bu taşın sorunlara yol açmasına rağmen buyruk bozulamaz diye kaldırılmamasını öne sürmüştür. Yani toplum faydası buyruğun çiğnenmesi için bir gerekçe kabul edilmemiştir.
Şer’i kurallarla Tüzükat’ın ilişkisi, Tüzükat’ı okurken yer yer farklı şekillerde karşımıza çıkıyor.
Genelde İslam sonrası Türk Devletleri’nde hukuk sistemlerinde ikili bir ayrım vardır; örfi hukuk ve şer’i hukuk. Fıkhın düzenlediği alanlarda şer’i hükümler uygulanırken, devlet yönetimindeki hükümler için örfi hukuka başvurulur. Bu tüzüklerde de kimi zaman bu ayrım kendini gösterse de, şer’i kurallar ve Tüzükat ilişkisi bununla sınırlı değildir; ilginç bir şekilde bu ilişki yer yer farklılaşmıştır. Öncelikle Emir Timur; Muhammed Aleyhisselam’ın tebliğ ettiği dinde revaç verici ve yenileyici bir kişinin her yüz yılda bir çıkarılacağını düşünüyor; sekiz yüzüncü (hicri yüzyıl) yılda Emir-i Sahibkıran (Timur Han’ın fahri adı) olduğuna dair fetva verildiğini söylüyor.
Kendini bu şekilde konumlandırmasının yanı sıra; “Mülk Fethetme ve Cihangir Olma Tüzüğü“nde, “Hangi memlekette şeriat zayıf olursa, Allah’ın ulu kıldığı şeyler hor görülürse, dinin himayesi, Muhammed Şeriatının revacı için o mülke girilmesini istiyor.Saltanat ve devletime bağladığım birinci tüzüğüm şuydu ki, Huda’nın dinine, Muhammed Mustafa’nın şeriatına dünyada revaç verdim, her yerde ve her şehirde İslam Dini, Muhammed Aleyhisselam şeriatıyla saltanatımı süsledim.” demiştir. Bu ifadelerden yola çıkılarak şer’i hükümlerin ne derece önemli olduğunu, belki de saltanatı destekleyen en büyük unsurlardan birinin İslam dini olduğu söylenebilir. Kuşkusuz ki bu kabul, modern dönem öncesi devletlerde çok yaygın ve sıkça başvurulan bir referanstır.
“Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesi, Tanrı’nın oğlu, Allah’ın halifesi” sıklıkla birçok milletin yöneticileri tarafından kullanılmış olan ünvanlardandır ancak din yenileyicisi sıfatı Türk İslam devletlerinde pek görülen sıfatlardan değildir. Bununla birlikte “Oğullar, Torunlar, Akrabalar, Emirler, Vezirlere Yönelik Siyaset Tüzüğü“nde hırsızın günahı ispat edilince Yasa’ya göre (Cengiz Han Döneminde yürürlükte olan kanunlar) cezalandırılmasını, halk içinde dövüşme, göz çıkarma, diş kırma, içme, zina yapma gibi fiillerde ise İslam Kadısına başvurulmasını söylemiştir. Bilindiği üzere hırsızlığın İslam Fıkhında zaten bir cezası vardır; buna rağmen Timur Han bu ceza yerine Yasa’nın uygulanmasını emretmiştir. Hırsızlık gibi cezası da Kuran’da var olan bir suç için bu hüküm alışılmışın dışında bir düzenlemedir.
Tüzükat’taki suç ve ceza ilkeleri toplu olarak bir tüzükte düzenlenmemiş; parça parça, değişik tüzüklerde düzenlenmiştir.
“Sipahilere Ücret Taksim Etme Tüzüğü“nde; vergi ödemeyenlerden döve döve vergi alınmamasını, yasa yollarını anlatarak alınması gerektiğini; hâkim çıkardığı hükümle vuruşu dövüşü engelleyemiyorsa, hâkimin hükmetmeye layık olmadığını söylemiştir. Devlete ihanet etmiş olsalar bile zanlıların öldürülmesinde acele edilmemesini, iyice soruşturulması gerektiğini; eğer birinin suçu şahitle ispat edilirse buna göre ceza alması gerektiği, kişinin işlediği günahı ispat edilince bundan cerime alıyorsa başka ceza verilmemesini tüzüklerde düzenlemiştir.
Tüzükat’ta dolaylı ya da doğrudan başka suç ve ceza ilkeleri de bulunabilir ancak genel olarak önemli gördüklerim bunlar olduğu için bunların üzerinden ilerleyeceğim. Vergiyle ilgili ceza bir sonraki paragrafta incelenecektir. Ölüm cezalarında acele edilmemesinin öğütlenmesi basit dursa da önemli bir düzenlemedir; ölüm cezalarına dair yargılama ilkeleri (savunma hakkından mahrum bırakılmama, davaların hızlı görülmesi hakkı, cezaların orantılılığı) çeşitli insan hakları belgelerinde de düzenlenmiştir. Göçebe kültüründen dolayı cezalar daha sert ve kısa sürede uygulanan nitelikte olduğu göz önünde tutulursa bu düzenlemenin önemi daha rahat anlaşılabilir. Şahitle ispat gerekliliği ve günahın ispat edilmesi sonucu bundan bir cerime çekiyorsa daha fazla ceza verilmesine yer olmaması modern ceza hukuku ilkelerine şaşırtıcı derecede yakındır. Modern ceza hukukunda da suçun fail tarafından işlendiği sabit olana kadar, faile ceza verilmez ve taksirle işlenen suçlarda fail kişisel ya da ailevi bir sebepten dolayı cezalandırılmasına gerek kalmayacak derecede mağdur olduysa artık ceza verilmez.
İnsan haklarına dair olan ilk belgelere bakıldığında -özellikle İngiliz İnsan Hakları Belgelerinde- vergi hakkının özel bir yeri olduğu görülür.
Tüzükat-ı Timur’daki vergi düzenlemelerinin bu yüzden önemli olduğunu düşünüyorum; genelde Müslüman Türk devletlerinin revaçta olan hukuk düzenlemelerinin içinde vergi hakkında pek bir hüküm bulunmaz. Yine en bilinen örnek olan Osmanlı İmparatorluğu’ndan yola çıkılacak olursa Sened-i İttifak’a kadar vergi hakkına dair büyük bir vergi düzenlemesinden haberdar değiliz; haberdar olduğumuz ya da daha doğrusu üzerinde sıklıkla durulan kanunnameler kardeş katline yönelik ya da vakıflara, faize, zinaya, kısas cezasına yönelik daha çok tebea içi ilişkiyi ilgilendiren kurallara yöneliktir.
Emir Timur, vergi işleri için tüzüğünde üç çeşit vezir belirlemiş, vergi toplamada şiddet uygulamayı yasaklamış, memleketin refahına ziyan verecek şekilde haraç toplanmasını da yasaklamıştır. Vergi toplamada dövmeyi yasaklamasının ne kadar etkin bir biçimde uygulandığını bilmemekle beraber ikna ederek vergi alınması gerektiğinin bu kadar erken tarihli bir belgede yer alması kayda değer bir durumdur. Vergide orantılılık ilkesi doğrultusunda olan halktan toplanacak haraç rüsumunun onlara ağır gelecek, memleket refahına ziyan verecek miktarda da olmaması bazı diğer belgelerde de var olsa da hükümdar tarafından verilmesi ve ardıllarına tavsiye edilmesi önemli bir hükümdür.
Sonuç olarak, Emir Timur’a dair birçok şey hakkında bir ittifaka varılamadığı gibi Tüzükat’ın ona ait olup olmadığına dair de bir ittifak yoktur. Kullanılan bazı sözcüklerin tercüme edilmiş halinde bile Türkçe olarak devam etmesi , eserin muhtevası ve çevirenin eserin sıhhatine dair bir şerhi olmadığı için tüzükatın Emir Timur’a ait olduğu daha isabetli görünüyor. Tüzükat-ı Timur’da vezir tutmadan, davul ve bayrak vermeye kadar çeşitli konular düzenlenmiştir. Bu tüzüklerde kimi zaman diğer Türk İslam devletleri gibi örfi ve şer’i hukuk ilişkisi görülmüş, kimi zaman bu çizginin dışına çıkılmıştır. Tüzüklerdeki düzenlemelerden vergiye dair düzenlemeler, tüzükat ve şer’i düzenlemelerin ilişkisi ve siyasi işlerin töreye bağlanması en dikkat çekicilerindendir.
Dipnot:
(1) Timur’un Günlüğü: Tüzükat-ı Timur; 2014, 76.
Yararlanılan Kaynaklar:
(1) Tüzükat-ı Timur.
(2) Sadri Maksudi Arsal, Türk Tarihi ve Hukuk.