Allah, kainatı ve içindekileri belli/belirli ölçüler/yasalar/kurallar/sünnetullah ile yarattı. Ve bu ölçülere riayet etmenin adını ‘teslim’ olma yolu/dini (Allah’a teslim olma/İslam) olarak belirledi. ’’Din’’ en temel anlamıyla ‘gidilen yol’ demektir. Allah, insanlığa gidilecek yolun kendisine, yani koyduğu ölçülere/sünnetullaha teslim olma yolu olduğunu iletti. Bu yolun/dinin, kabul edilebilir tek geçerli yol/din olduğunu bildirdi (”Allah’ın indinde tek yol/din teslimiyetttir/İslam’dır”). Konulan sınırlara/hududullaha/sünnetullaha teslim olmayıp aykırı davranması halinde yine kendisinin zarar göreceğini de bildirdi. Tıpkı ateşe dokununca yanmanın gerçekleşeceği yasası/sünnetullahı gereği, zarar gören yasaya aykırı davranandır/teslim olmayandır. Bu yasalar sadece fiziki yasalar değil, sosyal, psikolojik, siyasal yaslar da vardır, teslim olunması gereken. Yaradanın tüm yasalarına teslim olmak (***reti) gerekir. Yani Yaratılışa/fıtrata uygun davranmanın adıdır teslim olmak (İslam). Allah bu tek geçerli Yol’u ilk insandan başlayarak insanlığa iletti. Ta ki Son Elçiye değin. Rengi, dili, sınıfı, cinsiyeti, rütbesi, konumu, görevi ne olursa olsun bu Yol’a uyan teslim olan-müslüman olandı.
Fakat gelin görün ki birileri kendilerini Allah’ın has-öz kulu sayarken, başkalarını ‘’üvey kul’’ gibi görebilmektedir. Birileri dediysem, marjinal düzeyde bir kemmiyetten ya da fıkıh terimiyle şaz bir görüşten bahsetmiyorum. Maalesef ‘’Müslüman’’ alemin büyük büyük çoğunluğunun düşüncesidir bu.
Kurtuluşu bireysel ‘’iman ve erdemli davranış (amel-i salih)’’ ekseninden çıkarıp sosyolojik aidiyete indirgeyen bu mantığın, biyolojik aidiyeti önceleyen Yahudi mantığından azıcık farklı olduğunu ben de kabul ediyorum. İyi ama bu farkın azıcık olması, İslamoğlu’nun ‘’yahudileşme temayülü’’ dediği vakanın çokça olduğu anlamına gelmez mi? Sosyolojik aidiyet, bir noktadan sonra biyolojik aidiyetle eşitlenmez mi?
Hasbelkader adına İslam ülkesi denen bir ülkede doğmuş olman; ne kadar iğrenç yaşarsan yaşa ‘’en sonunda’’ bir palmiye ağacının altında hurîlerin kucağını garantiye almanı sağlıyorsa, sözkonusu olan ‘’adl-i ilahi’’ olamaz. Allah, elbette böyle anlaşılmaktan münezzehtir. Ben ‘son din’e mensubum demenin, ‘’ed-din’’ i fehm-edebilmişler açısından tebessüme sebebiyet vermesinin, bir hayra vesile oluştan (mü’min kardeşini tebessüm ettirme hayrından) öte anlamı yoktur. Son peygambere iman etmesi, araştırmacı ruhunun ve yoğun tefekkürünün ürünü olanlara hürmetlerimiz vardır. Ama, Müslüman atalarının son halkası/nesli olması münasebetiyle avucunda bulduğu ‘’son elçi’’yi, Brezilyalı veya İzlandalı bir manav amcanın avucunda bulduğu ‘’son elçi’’ den ebedî azab veya ebedî mükafat mesafesi kadar üstün kılmak kendini yalnızca kandırmaktır.
Kitab’a kulak verdiğimizde, 2/62. ve 5/69. ayetler ölçütleri sıralamış. Kitab’ın önem ve destek verdiği akl’ı işlettiğimizde de böylesi bir çifte standardın Yaratıcı iradeye yakıştırılamayacağı aşikar. Vicdana (içsel/enfüs ayetler) sorduğumuzda da ilk ikisini onaylayacaktır.Kemal olan ve ‘’ed-din’’in/mesajın son hali olan (Esed’in kavramıyla; son-en üst formu olan) Ku’an’dır, evet. Ve bu mesajın son elçisi de Muhammed (s) tir. Bunda kuşku yok. Ancak Allah’a ‘‘teslim olmak’’tan, davranışlarında sınır tanımaya ve erdemli olmaya ***ret etmek dışında sosyolojik bir aidiyeti anlamamalıyız.
Erdemli yaşamanın ve ‘sınır’ tanımanın evrensel boyutlu olduğunu kabul etmeliyiz. Eğer postmodern bir zihin kodu taşımıyorsak. Aklı ve vicdanı olan her insan evrensel ölçütlerde buluşabilir. Öldürmeyeceksin, çalmayacaksın-sömürmeyeceksin, yalan söylemeyeceksin, zulmetmeyeceksin, fitne çıkarmayacaksın, yoksula vereceksin, imar edeceksin, zulme rıza göstermeyeceksin, mazlumun yanında olacaksın, gerektiğinde aç bırakılmışlar ve zulme uğramışlar uğrunda savaşacaksın, gerektiğinde barış için nefsine ve öfkene gem vuracaksın…
Şimdi söyleyin bana, bu ilkelere inanmak ve bu ilkelere uymak için illa Diyarbakır’da, Medine’de, Tahran’da, Kahire’de, İstanbul’da doğmuş olmak mı gerekli? Ya da bu ilkelere inanıp, bu ilkelerle aheng içinde yaşasa bile salt Şili’de doğduğu için İsa’yı son elçi belleyen bir adama cennet ebediyen kapalı mı? Evrensellik ve cihanşümullük iddiasına sahip birinin bu çelişkiyi açıklaması gerekir. Allah (cc)’ ın murad ettiği bir ‘’kul’’ olsa bile, doğduğu ve yaşadığı çevre neticesinde Muhammed’e değil de mesela İsa’ya iman eden biri/lerinin ‘’müslüman’’ olmadığını iddia etmek, ‘’teslimiyet’’ten yani İslam’dan anladığının aşiret dini mantığı olmadığını bana tafsilatlı olarak izah etmeli birileri.
Her tür günaha boğulup sosyolojik aidiyeti gereği müslüman olduğunu söyleyen/sanan biri ile erdemli bir hayat ***retinde olan ama sosyolojik aidiyeti gereği hıristiyan-budist-teist olduğunu söyleyen/sanan arasında ebedî mükâfat-azap kadar bir fark olduğunu söylemek evrensellik iddiasının neresine sığar bilemiyorum. Aslında bu mantık başka ümmetlerin kendi içlerinde bir düzen ve hukukla yaşamalarını gereksiz görmeyi gerektirir. Ne yaparlarsa yapsınlar en sonunda sonsuz azaptan kurtulamayacaklarına göre onlara her şey mübah!
Oysa akıl ayeti/ni’meti bu fikri reddediyor. Aklı destekleyen ve işletilmesine çağrıda bulunan Kitabî ayetler de bunu reddediyor. Kitabın ana fikri de bu sonuca götürmez/götürmemeli hiçbir aklı/akıllıyı.
Maksat hasıl olmuş ise hangi elçi aracılığı ile hasıl olduğunun farkı bu kadar çok olmamalı. Olmamalı, zira bu, amacı araç, aracı amaç kılmaktır. Müslümanlığı/teslimiyeti Adem’den Muhammed’e dek süren ilahî mesajlar/buyruklar/zikirler/hatırlatmalar (insana fıtratını hatırlatma) olarak görmeyip baba mirası gibi görmektir.
La nuferriqu beyne ahadin min rüsulih… demişken ayet ve aracısız iman etmenin ve Allaha aracısız (tefekkür akıl ve vicdanı aracılığı ile) teslim olmanın adını ‘İbrahim’ koymuşken, kalkıp teslimiyetin hangi aracı/elçi ile gerçekleştiğine bakmak tam da aracılar/elçiler/resuller arasında fark gözetmek değil midir?
İslamoğlu’nun şu cümlesi özetliyor maksadımızı: ‘’Önemli olan isimlere mensubiyet değil Allah’a teslimiyettir.’’ Unutmayın Allah kulları arasında ayırım yapmaz. Baba mirası tüketenleri ise kayırmaz. Belki fazladan sorguya çeker. Teslimiyet/İslam ise babamızın malı değil zaten.
-Ali Ömer Esedoğlu-