Adli Psikoloji, henüz çok genç bir bilim dalı olan psikolojinin oldukça yeni ve diğer bilimlerle ilişkisi açısından en dışadönük alt alanı olarak betimlenebilir. Adli Psikolojinin resmi olarak tanımlanmasından çok önceleri de adli mekanizma içerisinde psikiyatri ve psikolojiden yararlanılmaktaydı.
Tarihe baktığımızda İngiltere’de 1324 yılında yazılmış olan Status at Large isimli bir eserde akıl hastalıklarının sınıflandırıldığı görülmektedir. Dönemin hukuk sistemi, bu eserdeki bilgiler ışığında hangi akıl hastalıklarının kalıcı ya da iyileşebilir olduğuna dair önemli bilgilere sahip olmuştur. Bu bilgilerden yararlanılarak, suça karışan bzı insanların ev işlerinde çalıştırıldığını; bazılarının hapis cezası alması yönünde kararlar verildiğini; bazılarının ise hastanelere yerleştirildiğini öğreniyoruz.
Ancak 18. yüzyıla kadar akıl hastalığını değerlendirmede kriter geliştirme çalışmaları başlamamış olup 19. yüzyılda ele alınması gereken önemli bir konu olarak ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Bununla birlikte yine 19. yüzyılın sonlarında Kuzey Amerika’da ve Avrupa’da zeka testlerinin geliştirilmesi ve tanık ifadelerinin doğruluğunun değerlendirilmesine dair çalışmaların başladığı görülmektedir.
Tanık ifadeleri ile ilgili araştırma yürüten bilim insanlarından James McKeen Catell, insanlara gün içinde tanıklık ettikleri şeyleri tekrar hatırlamalarını ve anlatmalarını söyleyerek ifadeleri üzerinde çalışmaya başlar; ancak bu çalışmalardan elde ettiği verileri test ettiğinde aslında birçok tanık ifadesinin hatalı olduğunu bulgular. Elbette bu bulgular yargılama aşamasında tanık ifadelerinin ele alınışını değiştirir.
Adli Psikoloji Nedir?
Suç oranları artınca…
19. ve 20. yüzyıldaki ani nüfus artışı, savaşlar, büyük ekonomik değişimler ve göçlere paralel olarak suç oranları da artmaktaydı. Batı toplumlarının modern ceza hukuku anlayışı çerçevesinde, mahkemeler, sanıkların zeka seviyesi, akıl sağlığının yerinde olup olmadığı ya da tanık ifadelerinin güvenilirliği gibi son derece önemli konularda bilirkişi görüşüne giderek daha fazla ihtiyaç duymaya başladılar.
Bu nedenle uzun bir süre boyunca, psikiyatristlerin tanı ve görüşleri mahkemelere rehberlik etmiştir. 1964 yılında, ünlü kişilik psikoloğu Hans Eysenck, Suç ve Kişilik adlı eserini yayınlayarak, suçta bio-psiko-sosyal teoriyi açıklamıştır. Bu teori, psikologlar tarafından test edilebilir ilk suç teorisi olarak kabul edilmektedir. 1969 yılında Amerikan Psikoloji Topluluğu tarafından Adli Psikoloji, ayrı bir uzmanlık alanı olarak tanınmıştır.
Buradaki tanıma göre adli psikoloji, hukuki konseptte yer alan kişilerin klinik psikoloji bakış açısıyla değerlendirilmesini, bu kişilere yönelik klinik yaklaşımları ve gerekli hallerde danışmanlık yapılmasını tarif etmektedir. Buradan da anlaşılabileceği, adli psikolog aynı zamanda klinik psikoloji alanında da belli bir yetkinliğe sahip kimsedir. Ancak, adli mekanizmada çalışma yürüttüğü alanları bir hayli farklı olabilmektedir.
Adli Psikolog Ne Yapar?
Hem araştırmacı hem de klinisyen
Dünyadaki çalışma alanlarına baktığımızda adli psikologların hem bir araştırmacı hem de bir klinisyen olarak çalıştıklarını görebiliriz. Adli alanda çalışan psikologlar genellikle bu alanlardan sadece birisini üzerlerine almazlar. Klinisyen olarak adli süreçte şüpheli, hükümlü, mağdur tanıklar ile ya da boşanma davalarında taraflar ile görüşmeler yaparak hazırladıkları raporları adli mercilere teslim etmektedirler. Resmi çağrı gelmesi halinde bizzat mahkeme huzurunda görüş bildirebilirler. Klinisyen olarak çalışma yaptıkları en önemli konulardan birisi “akıl sağlığı” hususudur. Dünyadaki genel eğilim, akıl ve ruh sağlığının değerlendirilmesinde psikiyatrist ve psikologların birlikte çalışma yürütmesi yönündeyken ülkemizde psikiyatrist ve adli tıp doktorlarınca bu değerlendirmeler yapılmaktadır.
Araştırma tarafında ise psikologlar, suçluların akıl sağlığını değerlendirmede kullandıkları araç ve ölçümlerin geçerlik ve güvenirliğini geliştirme, suç işleme açısından risk değerlendirme stratejilerinin etkililiğini inceleme, tanık ifadelerinin ele alınışı ile ilgili bilimsel çalışma yürütme, tanıkların hafıza içeriklerine ilişkin etkili soru stilleri oluşturma üzerine çalışma, suçlu ve mağdurlara ilişkin terapi programları oluşturma, polislerin stres yönetimi biçimlerini geliştirme gibi konularla ilgili çalışmalar yürütmektedirler.
Adli sisteme önemli katkılar
Ülkemizde 2000’li yılların başına kadar adli sistemde çalışna psikologların sayısı bir hayli sınırlı iken, 2003 yılında Aile Mahkemeleri’nin kurulması, 2005 yılında Çocuk Koruma Kanunu’nun uygulamaya girmesi ve Çocuk Mahkemeleri’nin yaygınlaştırılması, Denetimli Serbestlik Şube Müdürlükleri’nin kurulması ve 2005 yılında uygulamaya giren Türk Ceza Kanunu’nda yer alan yaşı küçük mağdurların ifade alımına ilişkin düzenlemeler ile birlikte çok sayıda psikolog adli sistemde istihdam edilmeye başlanmıştır ve bu sayı her yıl artmaktadır.
Bugün Türkiye’de yüzlerce psikolog, adli tıp kurumlarında, emniyet müdürlüklerinde, cezaevlerinde, Çocuk Mahkemeleri’nde, Aile Mahkemeleri’nde, Denetimli Serbestlik Şube Müdürlükleri’nde ve üniversitelerde bilimsel araştırmalar, klinik görüşmeler, rapor ve görüşleriyle adli sisteme önemli katkılar sağlamaktadır.