Vize krizi ile patlak veren Türk-Amerikan ilişkilerinin, dolayısıyla dünyanın nereye doğru gittiği sorusu düşünen herkesi meşgul ediyor.
Konuyla ilgili dört önemli görüş var.
* Erol Manisalı, "Siyasal İslâm, Rusya ve Çin'le yakınlaşabilir mi?" başlığı altında şöyle diyor:
"ABD (ve Batı) Soğuk Savaş sonrası 'Yeni Türkiye' olarak desteklediği 'Siyasal İslâmcılar yapılanması'nı, 15 Temmuz 2016'da devirmeye çalışınca işler AKP'de değişti.
Türkiye İslâmcı bir yapılanma üzerinden, Rusya ve Çin ile ilişkilerini uzun vadeli geliştiremez. Çünkü Siyasal İslâmın dokusu buna uygun değildir.
Ancak, konjonktürel olarak, ABD'ye kızan Ankara'da bir Siyasal İslâm iktidarı Rusya ve Çin ile kısa ve orta vadeli geçişler yapabilir."
***
* Emre Kongar, "Bir ABD projesi olarak AKP" başlıklı yazısında "Bir ABD projesi olarak kurulan ve iktidara getirilen AKP'nin bugünlerde ortaya çıkan antiemperyalist söylemi ve tavrı ne kadar inandırıcıdır...
Bu söylem ve tavır, artık ömrünü tamamlamış bir siyasal iktidarın, ömrünü uzatmak için başvurduğu son bir takıyye midir?" diye soruyor.
* Genç beyin Batuhan Çolak da "ABD ile kriz bir senaryo mu?" diye konuyu başka bir açıdan inceliyor ve "ABD'nin vize hamlesinin, Türkiye'deki demokrasi sorunu veya OHAL şartlarıyla hiçbir ilgisi bulunmamaktadır. Bilinçli, planlı ve maksatlı bir süreçtir. Yaşananlar senaryonun çok ötesindedir, bir kaostur. Hedef AKP, Erdoğan değil doğrudan Türkiye'dir, Türk halkıdır." diyor.
***
* Emekli kurmay subay, tarihçi ve Alanya Türk Ocağı Başkan Yardımcısı Murat Ünsaldı ise gönderdiği "Siyasal İslamcılık ve Neo Osmanlıcılık çökerken..." başlıklı yazısında şu görüşleri paylaştı:
"Görünen o ki; Türkiye'de Siyasal İslamcı ideoloji ve Neo Osmanlıcılığın hamasi sloganları ile devlet yönetilemeyeceği anlaşıldı, jeopolitiğin ve Türk tarihinin gerektirdiği gerçekler görülmeye başlandı. Türklerin, diplomatik sorunları çözmede tecrübe sahibi olduğu millî ve kadim gelenekler yeniden itibar kazanmaya ve geç de olsa kullanılmaya başlandı. Türkiye, uluslararası siyaset tarihine Türklerin kazandırdığı 'Speaking Turkish' yani 'Türkçe konuşmak', yani 'diplomatik sorunları askeri güç kullanarak çözmek' usulüne tekrar dönmek zorunda kaldı. Bu dönüş, Siyasal İslamcı ideolojinin ve Neo Osmanlıcılığın siyaseten çöküşü olduğu kadar, aynı zamanda Türkiye'nin bekasında Türk Milliyetçiliği fikriyatının ve kuvvetli bir ordunun ne kadar önemli olduğunu gösterdi, Siyasal İslamcı ve Neo Osmanlıcı ham hissiyatla devlet yönetmenin nelere ve ne kadar zarar verdiğini de ortaya koydu. Temennim, dış politikadaki bu doğru ve gerekli yönelişin istikralı bir şekilde devamı ve iç politikada da tezahür etmesidir."
***
Bu itibarla, daha önce her türlü milliyetçiliği ayağının altına aldığını söyleyen Tayyip Erdoğan'ın, Afyon kampında, "Tek millet demek milliyetçilikse, biz milliyetçiyiz. Tek bayrak demek, bayrağı sevmek milliyetçilikse, biz milliyetçiyiz. Tek vatan demek, vatanını sevmek milliyetçilikse, biz milliyetçiyiz. Tek devlet demek, devletin birlik ve bütünlüğünü korumak milliyetçilikse, biz milliyetçiyiz. Bizim milliyetçiliğimiz budur arkadaşlar"demek durumunda kalması, dört değerli fikir adamının düşüncelerini teyit ediyor.
Her ne kadar Binali Yıldırım, "Biz Türk milliyetçiliğine kaymadık" diye konuşmuşsa da Ünsaldı'nın belirttiği gibi coğrafya Türkiye'yi Türk Milliyetçiliğine zorluyor. El Bab ve İdlib'de Türkiye, Türkçe konuşmaya başladı. Irak'ın kuzeyinde de aynı dile ihtiyaç var.
Yoksa bütün Türklerin, tarih ve hukuk önünde "Büyük Orta Doğu Projesi eş başkanlığı görevimiz vardır"ın hesabını sorma hakkı her zaman vardır!
Kaynak: yeniçağ/Arslan Bulut