İletişim Meselesi
İletişim; her şey. Ne önemli şey. İletişimde bulunabilmek ne güzide şey. Fakat son günlerde düşünüyordum da aslında nasıl da iletişimden bihaberiz.
Teknolojinin iletişimde açtığı yol, -insanların da ilişki sistemlerinin bozulması da o yolu rahat kıldı- bu yol, yol mudur? Belli de değil hani. Biraz iletişimden konuşalım. Aslında iletişim nedir? Sonra iletişim türlerinden bahsedelim. Ardından da birkaç yazıyla daha iletişimi biraz kurcalayalım.
İletişimi kısaca, “bilgi üretme, aktarma ve anlamlandırma süreci” olarak tanımlayabiliriz. Bu aktarma meselesinden dolayı da iletişim için iki sistem gereklidir. İki insan, iki hayvan, iki makine ya da bir insan bir hayvan, bir insan bir makine gibi. Bu tanıma dayanarak da iki insanın konuşması bir iletişim olduğu gibi arıların çiçek bulunan yeri birbirlerine bildirmelerini de iletişim kabul edebiliriz. Sibernetik’te bir bilgi kaynağından tek yönlü bilgi iletimine “enformasyon”, karşılıklı bilgi alışverişine ise ” komünikasyon ya da iletişim” adı verilir. Bu ayrımı dikkate aldığımızda, insanlar arasındaki bütün konuşmaları iletişim kabul edemeyeceğimizi düşünebiliriz. Örneğin bir amirin memuruna devamlı emirler verip onun tepkilerini değerlendirmediği bir durumda ortada iletişim değil, enformasyon vardır. Bir lokantanın camında “nefis Hatay künefesi” yazdığını okur ve geçerseniz bu bir enformasyon olarak kalır. Ancak içeri girer ve künefe hakkında birileriyle konuşursanız bu iletişime dönüşür.
En son ne zaman iletişim kurdunuz?
Şimdi -dikkatinizi çekti mi bilemiyorum ama- iletişimin öğelerinde bilgi üretme ve anlamlandırma var. Aktarma da var. Aktarma kolay, ancak kaç kişi aktaracağı bilgiyi üretiyor acaba? Kaç kişi edindiği bilgiyi aktarmadan önce süzüyor? Bilginin kaynağı, avantajı, özelliği, yararı kimin umurunda? Sahi çevrenizdekiler bilgileri anlamlandırıyor mu? Bence en çok, aktarmayı yapıyoruz. Çoğu kişinin yaptığı “copy-paste” (kopyala-yapıştır) aslında; duy, kaydet, aktar eylemidir. İletişimin çoğu “bu böyle imiş, dediler ki, duydum ki, kesin şöyle, bilene sor” demekle geçiyor. Zaten Türk toplumu olarak söylentilere, geleneklere ve doğruluğu, ahlakiliği, geçerliliği, gerçekliği muamma pek çok hikayeyi kültürel hafızamızda tutma notumuz iyidir. O zaman, bir düşünelim. Biz işimize gelmeyen neyi düşünüyoruz? Eğer bilginin kaynağı sınırlı ise biz iletişim kurmuyoruz demektir.
Bilgisayarları aracı yapıyoruz, insanların yüzünü görmeye tahammülümüz yok, uzaktan iletişimi tercih ediyoruz, kullandığımız dil, dil’in %10’u; 200 kelime. İletişimimiz ihtiyaçlar dili üzerine kurulu. Bu ihtiyaçlar dili de sözlü üretimin keyfinden bizi uzaklaştırıyor. Mecburiyetten iletişim kuruyoruz, bazen muhtaçlıktan, bazen ise sıkıntıdan. Yani sıkılmasak, acıkmasak kimle konuşurduk? Ne ile konuşurduk?
Zaman zaman eğitimlerde kullanırız mesela sözsüz iletişim; sadece gözleri belirli sırayla kırparak niyeti aktarma, hayali bir obje yaratıp ekip olma… Tek kelime kullanmadan herhangi bir araç kullanmadan iletişim ne kadar da keyiflidir. Ancak sokağa çıktığımızda bu ihtiyaçlar dili, bizi, ileti üretimin, dil farkındalığının keyfinden ne kadar da uzaklaştırıyor.
Haydi siz de kendinize bir oyun yazın; göz kırpma sayınız ile karşınızdakine bir şeyler anlatın, su isteyin mesela. Ya da avuçlarınızın içinde hayali bir obje yaratın, onu yanınızdakine verin ve o da objeye bir şeyler eklesin. Hatta saçmalayın.
Bizler insanız. İhtiyaçlar dili, iletişimin tamamı değil, belirli bir yüzdesi. Biz ona muhtaç değiliz. Saçmalamaya da hakkımız var. Ve bu çok keyiflidir, biliyor musunuz? Bugün iletişimin temeline inelim. Kendinizle de iletişim kurun. Mesela duvara gidin ve bir karış mesafeden bir ses çıkarın. Sesin dönüp teninize değmesini ve kendinizi duymanızın hazzını yaşayın. Çok seveceksiniz. İletişimi temelden alıp beraber yükseltelim.
Takip eden yazılarda, iletişim türleri ve çatışmaları hakkında konuşmak üzere.