Genet(İK)
Yeni yıla nasıl girersen öyle geçer diye klişe vardır. 2016 yılına İnsan Kaynaklarının Geleceği isminde bir yazıyla başlamıştım. Yeni yıla fütürist bir yazıyla başladım. Pazar sabahı kahvaltıda okuyabileceğiniz bir makale daha kaleme almak istiyorum. Kısa söylemek gerekirse; İnsan Kaynakları Bilimi’nin 2016 yılına ait son yazısında da format fütürizm olsun.
İnsan Kaynakları Departmanının Geleceği nasıl olabilir konusunda bir yazı kaleme almıştım. Kuantum bilgisayarlar, yazılımlar, uygulamalar, işe alımcıların işlerini yapan yapay zekalar konularına değinmiştim. Konuya meraklıysanız ve yazıma ulaşmak istiyorsanız lütfen tıklayınız.
Birkaç ay sonra ise İK’nın gözünden Sanayi 4.0’ı yazmıştım. Nesnelerin interneti, robot bilimi, üretim kapasitesinin artması vb. konulara değinmiştim. Sanayi 4.0 biz insanlık ve İnsan kaynakları çalışanları için gerçekten bir devrim olacak. Umarım Türk ulusu olarak bu sanayi devrimini kaçırmayız. Yazıyı merak ediyorsanız lütfen tıklayınız.
Bu iki makale aslında tek bir kavram üzerinde kurgulanmıştır. O kavramda teknolojidir. Teknoloji insan yaşamını, kalitesini gerçekten etkilemektedir. Dolayısıyla da iş dünyasını etkiliyor. Rekabet ortamında olan iş dünyasında ortak bir amacımız var. O amaç; kar oranını maksimize etmek ve sektördeki rakiplerimizin önüne geçmektir. Bu amaçlarımız için birçok karmaşık uygulama yapıyor, sistem kuruyoruz. Bu kurduğumuz sistemler üretim proseslerinin iyileştirilmesinden tutun, lojistik hizmetlerinin mükemmelleştirilmesine, şirket giderlerinin minimize etmekten tutun çalışanların mutluluğunu arttırmaya kadar uzanıyor. Çünkü işverenler mutlu olan çalışanlar daha çok verim sağlar. Bu önerme doğru ve gerçektir. Çalışanlarımızın mutluluğu için eğitimler düzenliyoruz, çalışan memnuniyet anketler yapıyoruz, ofislerimize pahalı mobilyalar alıyoruz, tiyatro kulüpleri gibi kulüpler kuruyoruz, beş yıldızlı hotellerde motivasyon toplantıları gerçekleştiriyoruz vb. liste uzuyor ve gidiyor. Hatta bu sıralar adayları ve itibarımızı da düşünerek “işveren markası” uygulamaları gerçekleştiriyoruz. Amacımız nitelikli ve yetenekli işgücünü kurumumuza çekmek.
Bunlar harika İK uygulamaları. Bunları uygularken büyük bir keyif alıyorum. Şu anda yaptığımız uygulamaların hemen hepsi günümüz insanları için geçerli. Peki size küçük bir soru; Gelecekteki kuşaklar için neler yapabiliriz? veya soruyu direkt sorayım; “Gelişen genetik teknolojileri orta ve uzak gelecekte insan kaynaklarını nasıl etkileyebilir?”
Önce genetik biliminin ne olduğundan bahsedelim; Avusturyalı bilim insanı Gregor Johann Mendel, (1822- 1884), genetik bilimin babası olarak biliniyor. Mendel, “Kalıtım biliminin öncüsü, botanikçi olarak bitkiler üzerine yaptığı çalışmalarda, bir türün özelliklerinin kalıtım yoluyla sonraki kuşaklara aktarıldığını bulmuştur. Mendel’in öne sürdüğü ilkeler, 20. yüzyılın başlarında yapılan deneylerle doğrulandıktan sonra, kalıtım kuramının bütün canlılar için geçerliliği saptanarak biyolojinin temel ilkelerinden biri haline gelmiştir. Mendel, genetikle ilgili deneylere 1858’de başladı ve araştırmalarını ancak 8 yıl sonra sonuca ulaştırabildi. İnsanın oluşumunu, değişimini ve kalıtımsal özelliklerini araştırmak bilim insanları için günümüzde en önemli konu olmuştur.
Genetik biliminin basit anlamda açıklamak gerekirse; Bir canlıyı oluşturan en küçük yapı birimine hücre denir. Vücudumuzun yapı taşı hücrelerdir. Hücrelerin içerisinde Deoksiribo Nükleik Asit bulunmaktadır. Deoksiribo Nükleik Asit veya kısaca DNA, tüm organizmalar ve bazı virüslerin canlılık işlevleri ve biyolojik gelişmeleri için gerekli olan genetik talimatları taşıyan bir nükleik asittir. DNA’nın başlıca rolü bilginin uzun süreli saklanmasıdır. Protein ve RNA gibi hücrenin diğer bileşenlerinin inşası için gerekli olan bilgileri içermesinden dolayı DNA; bir kalıp, şablon veya reçeteye benzetilir. DNA bizim göz rengimizi, tenimizi, boyumuzu, vücut yapımızı, ne kadar saat çalışabileceğimizi, yeteneklerimizi, yetkinliklerimizi belirleyen bir kavramdır. Her DNA’da kodlar bulunur. Bu kodların diziliminden bizler oluşuruz. Bizde bulunan kodlar kalıtım yoluyla çocuklarınıza ve onların çocuklarına geçer.
Genetik biliminin tarihine kısaca devam etmek isterim. Mary-Claire King’in 1973’te yürüttüğü bir çalışmada, şempanze ve insanın %99’luk bir oranda DNA benzerliğine sahip olduğunu tespit etti. Ancak daha sonraları kodlamayan DNA’ların da hesaba katıldığı ayrıntılı çalışmalarla bu oranın %94 olduğu görüldü. DNA’nın dizimi bize bitki, kaplan, kurt vb. canlıları da verebiliyor. Mozart, Albert Einstein, Mustafa Kemal Atatürk gibi mesleklerinin liderlerini de verebiliyor. Bilim insanları DNA diziliminin sırrını çözebilmek için on yıllardır çalışmalar yapmaktadır. Bu sır çözüldüğünde insanlık “insan 2.0”a geçecektir. Çünkü doğacak olan her insanın DNA dizilimini düzenleyebildiğimiz için özelliklerini de belirleyebileceğiz. Makaleyi fazla uzatmamak için örneklerle açıklamak istiyorum. İnsan 2.0’a geçildiğinde;
-Doğacak olan çocuğun matematik zekasının mı duygusal zekasının yüksek olacağını,
-Boyunun sınırlarını,
-Kişisel yeteneklerini,
-Beyin düşünce sistemini,
-Göz rengini,
-Hatta 2 yerine 4 kollu mu olacağını,
-Kas yapısını,
-Büyüme ve gelişme hızını, (Çocuk doğduktan 2 yıl sonra 20 yaşında olması gibi)
-Ayaklarının balıklardaki gibi kuyruk olmasını,
-Vücudunun kürkle kaplı olmasını,
-Akciğerlerin oksijen mi karbondioksit mi soluyacağını,
-Ortalama çalışma süresini,
-Hücrelerin ortalama yaşam süresini
-Canlılarla ilgili aklınıza gelebilecek her şeyi belirleyebileceğiz.
Diğer bir değişle insanı bir bilgisayar programına benzetecek olursak; Programın kaynak kodlarına ulaştığımız zaman “canlıyı” istediğimiz gibi programlayabileceğiz. Hatta klonlayabileceğiz. Bilim kurgu filminden çıkmış gibi duruyor değil mi? İnternet, akıllı telefon, görev tanımları kadar gerçek bir olgu bu.
Bu özellikleri belirlediğimiz zaman şu anda normatif değerlerimiz, hukuk kurallarımız, toplum yapımız, medeniyetimiz derinden etkilenecektir. Doğal olarak iş dünyası ve insan kaynakları da etkilenecektir. Peki böyle bir durum vuku bulursa iş dünyası ve İK’da ne gibi değişiklikler olabilir?
Öncelikle insanlık olarak geçmişimize bakarak veriler ışığında “ahlaki” sınırlarımızın neler olduğunu bilmemizde fayda bulunaktadır.
II. Dünya savaşında Naziler üstün ırkı ve üstün askerleri yaratmak için birçok çalışma yapmıştır. İçlerinden biri de genetik bilimci olan Doktor Josef Mengele’dir ve tarihe “Ölüm Meleği Dr. Mengele” olarak geçer. Mengele, Almanya’daki toplama kamplarından en büyüğü ve en korkunç olanı, “Auschwitz Toplama Kampı’nın” sağlık sorumlusu olur. Mengele kamp tutsakları arasından seçtikleri ve özellikle de çocuklar üzerinde korkunç deneyler yapmıştır. Josef Mengele bazı deneylerinde, insanların uzuvlarını anestezi kullanmadan kesip biçer. İnsan başlarından kağıt tutamaçları yapılır.
Alman pilotların kuzey kutbu denizine zorunlu iniş yapmaları durumunda ne kadar süre hayatta kalabileceklerini hesaplamak için kamptaki tutsaklar içi buz dolu küvetlere koyulur ve hipotermiye giriş süreleri hesaplanmıştır. Tahmin edebileceğiniz gibi bu deneydeki tüm tutsaklar donarak hayatlarını kaybetmiştir.
Saf Alman Irkını yaratabilmek için mahkumların üzerinde genetik testlerde yapılmıştır. İnsanları mavi gözlü yapabilmeleri için mahkumlara çeşitli ilaçlar verilmiş. Bunun sonucunda da birçok mahkum kör olmuştur. Savaştan sonra Güney Amerika’ya kaçan Mengele, orada genetik araştırmalarına devam eder. Bir süre sonra köyde bir süre sonra herkes ikiz, sarışın ve mavi gözlü çocuk doğurmaya başlar. Konuyla ilgili National Geografic’in “ Mengele’nin İkizleri” isminde bir belgeseli de bulunmaktadır.
İyi ki 2. Dünya savaşını müttefik kuvvetler kazandı demekten kendimi alıkoyamıyorum. Bu tür olumsuz örnekleri bloğumda yayınlamak istemezdim ancak “insanlık” olarak neler yapabildiğimizi bilmemiz ve bundan ders çıkarmamızda fayda bulunmaktadır.
İnsanlık tarihine baktığımız zaman savaşları çok fazla görürüz. Savaşlar insanların hayatta kalma mücadelesinin bir dışa vurumudur. Savaşları kazanmak için birçok teknoloji geliştirdik. Bu teknolojilerden halen yararlanmaktayız. Neyse ki günümüzde tarihte olduğu kadar devletlerarası savaş çok fazla olmamaktadır. Günümüzde ekonomik ve şirketler arası savaşlar vardır. Volkswagen’nin ABD’deki skandalından sonra Avrupa Birliği Apple şirketine yüklü bir para cezası vermiştir.
Yukarıda bahsettiğim gibi işletmelerin ortak amacı rakipleri egale etmek ve kar sağlamaktır. Bu amaca ulaşmak için her türlü bilimsel gelişme kullanılmaktadır. Silikon vadisindeki rekabet buna verilebilecek en güzel örnektir
Günümüzde iş dünyasının insan kaynağı ile ilgili yaşadığı sorunlardan bahsetmek isterim. “Kalifiye eleman eksiğimiz var” cümlesini çok fazla duyuyorsunuzdur. İnsan kaynakları olarak sorunumuz nitelikli işgücü yaratmada ve kurumda tutmada zorluk çekmemizdir. Bu sorunları çözecek birçok felsefemiz ve sistemimiz bulunmaktadır. Tüm bu sistemlerimiz mevcut bilimsel gelişimimize uygundur. “Çalışan maliyetleri çok yüksek” sözlerini de çok fazla duyuyoruz. Şirketler bu maliyetleri aşmak için üretimlerini Çin ve 3. Dünya ülkelerine kaydırmışlardır. Şu pahalı telefonlarımızı, ayakkabılarımızı fason şirketler yapmaktadır. Çocuk işçiler, düşük ücrete sağlıksız koşullarda barınan ve çalışanlar sayesinde işletmeler maliyetleri düşürmektedir(!) Bu durumda bugünkü etik(!) sınırımızdır.
Geleceği düşünecek ve konumuza dönecek olursak; insanların genetiğini değiştirebildiğimiz bir dünyada iş dünyası nasıl olurdu?
-Bu gelişmeden ilk yararlanılacak olan kurumlar ülkelerin orduları ve uzay ajanslarıdır,
-Politikacılar, düşman ordusuna üstünlük sağlamak istedikleri için süper askerlerin yaratılmasını isteyecekler,
-DNA dizilimi değiştirilmiş askerler kaliatif askeri üstünlük prensibine göre savaşı kazanacaklar,
-NASA, ESA gibi kurumlar uzayda radyasyona ve yerçekimsiz ortama dayanıklı astronotlar geliştirecekler,
-Toplum, DNA’sı değiştirilmiş insanların başarılarını gördükçe devletler için yapılan bu işlem ticarileşecektir, (Bilimsel gelişmelerin devlet otoritesinden ticari otoriteye geçmesi tarihte görülmüştür. İnternet ve uzay yolculukları birer örnektir.)
-Ticarileşen bu işlem yeni bir Pazar bulduğu için talebin fazla olması sebebiyle arzda çoğalacaktır. Doğal olarak DNA işlemleri için maliyetler azalacaktır,
-Maliyet azaldığında ise; şirketler bu yeni bilimsel gelişmeyi kendi kurumlarına uygulayacaklardır,
-Çünkü dışarıdan yapılacak işe alımlar şirketler için fizyolojinin uygun olmaması, turnover, oryantasyon vb. nedenlerle daha maliyetli olacaktır,
-Şirket istediği çalışanın özelliklerine göre bir DNA kodu oluşturulabilir,
-Her bölüm için farklı bir kod yapısı. Örneğin üretim departmanı için kas yapısı güçlendirilmiş uzun süre ayakta kalabilecek insanlar geliştirilebilir,
-Soğuk ortamlara kolaylıkla adapte olabilecek üzeri kürk ile kaplanmış çalışanlar geliştirilebilir,
-Dünya ekonomileri fazla sorgulamayan, yöneticilerinin isteklerini hemen yerine getiren çalışanlar geliştirilebilir,
-Yüzölçümü küçük fabrikalar ve küçük ürün üretimini gerçekleştirebilmek için boyu kısa tutulmuş çalışanlar geliştirilebilir,
-Yönetim kadrosu için matematik zekası yüksek, düşünsel zekası geliştirilmiş çalışanlar geliştirilebilir,
-Üst yönetim için teorik düşünebilen, beyin fonksiyonları arttırılmış yöneticiler geliştirilebilir,
-Öncelikle insanların biyolojik ve düşünsel özelliklerini belirleyebildiğimiz için şirketlerin işe alım süreçlerini genetik bilimciler ile anlaşarak gerçekleştirebilirler,
-Hatta aileler çocuklarının geleceği için daha çocukları doğmadan mesleğini seçip ona göre yetiştirebilirler, Örneğin mavi yaka olan bir aile çocuğunun genetik dizilimini seçtiği işe göre belirleyebilir
-DNA’lar gelişim süresini etkilediği için (örneğin 5 yılda 10 yaşında görünmek gibi) daha fazla para kazanmak için doğacak çocuklarına bu işlemi de yaptırabilirler,
-Kurumlar özel bölümler için taşıyıcı anneler kullanarak kendi çalışanlarını daha doğmadan siparişini verebilir,
-Toplum içerisinde itibarlı olarak görünen meslekler için DNA dizilimi isteyen ailelerden daha yüksek fiyat talep edilecektir,
-Bu fiyatı karşılayamayan aileler ya çocuklarının normal olarak doğmasına veya bütçelerinin izin verdiği ölçüde DNA dizilimi sağlayacaktır,
-Tabi bu durumda daha çocuklar doğmadan meslekleri hatta çalışacakları şirketleri belli olmuş olacaktır.
Evet yanlış düşünmüyorsunuz yazdıklarımın Kast sistemidir. Özetle; Eğer genetik mühendisliğinde devrim yapılırsa işverenler yasaların izin verdiği ölçüde istedikleri çalışan özelliklerini bilim insanları ile belirleyebilecek ve taşıyıcı anneler sayesinde kolay bir şekilde insan kaynağı planlaması yapabilecek. Genetik mühendisliği sayesinde taşıyıcı anneler sayesinde doğacak bu insanlar hızlı bir şekilde anatomik olarak gelişebileceklerdir. Örneğin 2 yılda 10 yaşında olmak gibi. “Doğru işe doğru çalışan” ilkesi yerine getirildiği için işletmeler, rakiplerine üstünlük sağlayacaktır.
Yazdıklarımı çok fazla ütopik bulabilirsiniz fakat geçmişte Nazilerin yapmış olduğu ve bugün yaptıklarımıza (kötü koşullarda üretim, çocuk işçiliği, taşıyıcı annelik) bakılırsa maalesef ütopik değil. Çünkü yaşama içgüdüsü insanları yöneten duygudur. İlkel bir dürtüdür. Kriz zamanlarında yaşam kurtarır, normal zamanlarda ise bize aklımızın alamayacağı şeyleri yapmamızı sağlar. Bu dürtüyle hareket eden tepe yönetim rakiplerinin önüne geçmek için her bilimsel gelişmeyi kullanmakta çekinmeyecektir. Gereken tek şey teknolojinin bunu yapabiliyor olmasıdır. .
Eğer genetik alanında devrim olursa; iş dünyası bundan olumlu ve olumsuz olmak üzere çok fazla etkilenecektir. Şu bir gerçek bu durum gerçekleştiğinde bugün anladığımız şekilde İnsan Kaynakları departmanı olmayacaktır. Çünkü işe alım süreçleri zaten genetik yapıldığından seçme ve yerleştirme birimi olmayacaktır. Tabi bu tip “yetiştirilmiş çalışanlar” maksimum faydayı verdikleri için şirketlerde performans sistemi olmayacaktır. Zihin kontrolü çiplerle veya genetik yapılacağı için de disiplin işleri minimuma indirilecektir. Yetenekler başta belirlendiğinden yetenek yönetimine gerek kalmayacaktır. Dışarıdan işe alım yapılmayacağı için işveren markasında gerek yoktur. Ücretlendirme süreçlerini bilgisayarlar otomatik olarak gerçekleştirecektir. Süreç böyle olunca 200 yıl sonra insan kaynakları departmanının yerini “Genetik Departmanı”nın alabilme potansiyeli yüksektir.
George Owel’ın 1984 kitabı gibi yazdıklarım kötü bir gelecek öngörüsü. Bunlar yapıldığında ahlaki olarak ne kadar insan olabiliriz? Bu sorunun yanıtını siz değerli okuyucularıma bırakıyorum.