Çağımızın insanları olarak bizler bir ‘an’ın içine hapsedilmeye, bütün hayatı o andan ibaret sanmaya programlanıyor ve zorlanıyoruz. Oysa tam da o an yaşadıklarımız geçmiş anların toplamının bizi ulaştırdığı yerden ibaret. Tıpkı şimdiki anda yapacaklarımızın bizi gelecekte bulunacağımız anlara taşıyacağı gibi. Celal Göngördü’nün 2012 yılında yine Ayrıntı Yayınları tarafından basılan “Pas” isimli romanının ardından okurun karşısına çıktığı “Sapak”, geçmişin karanlık anılarıyla kurulmuş bir hayatı yaşayan, bugün yaptıklarıyla geleceğini de belirleyen bir adamın hikayesine götürüyor bizleri.

Çifte cinayet ile açılış

“Sapak” daha başlamadan bir önceki sayfada F.S. Fitzgerald’ın “Kuşkusuz her yaşam bir çöküş sürecidir” sözüyle karşılıyor okuru. Bir sayfa sonra hikayeye girdiğimizde çöküş sürecinin dip noktalarından birinde olduğunu anladığımız Hayati ile tanışıyoruz. Bir gün içinde iki ‘cinayet’ işlemiş, peşindeki jandarmayı atlatmayı başarmış, evine dönmenin yollarını aramaktadır Hayati. Çocukken yaşadığı bir felaketin izlerini uzun yıllar boyunca taşımış, o günden sonra yaptığı, yaşadığı her şey yaşadığı felaketle ilgili olmuştur.


Hayati’nin cinayet sonrası kente geri dönüp kafasında bin bir düşünce ile kendisine yeni bir yol bulma çabasını takip ederken, bir yandan da geçmişe dair yolculuklarına tanıklık ediyoruz. Bu yolculukların aralarında düşlerin, kurguların, kafada yaratılan hikayelerin birbirini takip ettiği karma karışık anlar da girip çıkıyor romanın içine. Bu karmaşa, ilk başlarda okurda da bir dağınıklığa neden oluyor ancak sonra karakterin kafasının karmaşasıyla, romanın anlatımının karmaşası arasındaki ahenk okuru giderek karakterin kafasının içine doğru sürüklüyor ve bir süre sonra Hayati gibi düşünmeye başlıyorsunuz.

Hayati’nin en yakın arkadaşı Naki’ye ettikleri, Asiya’ya karşı hisleri, Hacer’e karşı kararsızlıkları, ölmek üzere olan babaannesine duyduğu sorumluluk ile kuşlar, kokular, anılar birbirinin içine girip harmanlanıyor.

Hareket ve toparlanma

‘Sapak’ son dönem edebiyatımızda ve sinemamızda sıkça görmeye alıştığımız ‘dertli adam’ tiplemelerine benziyorsa da onlardan ayrılıyor büyük oranda. Ülkenin geride bıraktığı on yılları, çocukluğun ağırlığını, vicdan azaplarını, bir maden kentinin üzerine çöken suçluluk duygularını ustaca yedirmeyi başarıyor yazar romanın içinde. Karakterimizi de bütün bu toplamın içerisinde düşünmeye başlıyoruz. Büyük bir maden kazasının ardından, ilk hareketi kişisel intikamını almak olan Hayati’nin kendi varoluşsal sorunları ile boğuşup dururken; toplumsal bir hareketin parçası olmaya doğru giden yolculuğu onu bulunduğu ruh halinden çekip çıkarıyor bir noktada. Sonrası, yeni bir insan olmanın vicdan yükü artık onun için…


Fotoğraf: Soner Can
Sapak
Celal Göngördü
Ayrıntı Yayınları
191 sayfa