Akhenaton
´Tek bir olumlu düş, binlerce olumsuz gerçeklikten daha güçlüdür.´


İnsanlar, hayalleriyle yaşarlar. Çoğu zaman da düşleriyle... Düşlerimiz, bize yol gösteren bir kapıdır çoğu kez. Yüreğimizin bizi çoğu kez uyarması ya da doğamızın içimizdeki karışık duygulardan kurtulmamız için rûhumuza ve aklımıza gönderdiği "onarıcı" sinyallerdir. Hayata bakış açımızı olumsuzluktan olumluluğun "güçlü" ellerine bırakan...

Söyle demişti Simyacı: "Bir şeyi çok istersen, bütün evren onu gerçekleştirmek için işbirliği yapar." Düşlerimiz de böyledir. Kendi "kişisel menkıbemize" ulaşmak için bizi cesaretlendirir. Bizi güçsüzlüğümüzde sarar ve her zaman, "Bir adım daha... Hadi bir adım daha atıver!" deyip bizi düştüğümüz yerden kaldırır. Hayat yolunda ilerlemeye yönlendirir...

Düşler, sadece rüyadayken gördüklerimiz değil, hayat karşısında aldığımız duruştur ayrıca. Hayallerimizin ve beklentilerimizin, geleceğimize aldığı "gard"dır. Ne Polyanna´cılık oynayacak kadar hayata "pembe bir gözlük"le bakmak, ne de büsbütün Ümitsizliğe düşmek... Bu ikisinin kesiştiği yerdir, hayata tutunmamızı sağlayan şeyler...

Aynı pencereden bakan iki mahkum gibidir "olumlu" ve "olumsuz" düşünen insan. Birisi, gökteki yıldızları görür bakarken; diğeri yerdeki çamurları... Aslında mutsuzluğumuza sebep olan şey de budur! Hayatın olumsuzlukları arasında kaybolmuşken, elimizdeki şeylerin değerini görmek; mutluluğu küçük şeylerle de olsa yakalayabilmek... Biz de bu hayata mahkumuz. Yeryüzüne gelmek, bizim seçimimiz değildi. Ama gözümüzü çamurlardan ayırıp gökteki yıldızlara diktiğimiz zaman, "içimizi tuhaf bir sıcaklığın" sardığını hissederiz. En yakın sınıf arkadaşımızın "zor günümüz"de yanımızda olduğunu" gördüğümüzde ya da bizim de onun için aynı şeyi yaptığımızda da aynı sıcaklığı duyarız. Dostluğu, samimiyeti ve de en önemlisi "yalnız olmadığımızı" ve bu hayatın bir parçası olduğumuzu.

Asla önemsiz değiliz... Asla bir "hiç"ten ibaret değiliz. Şairin dediği gibi; "sevebildiğimiz" kadardır ömrümüz. Vatanımızı, anne-babamızı, sınıf arkadaşlarımızı ve dahası kendimizi...

Karamsarlığın bize zerre kadar faydası olmuş mu şimdiye kadar? Ya da yarının kaygılarıyla bugünümüzü cehenneme çevirmenin... Dünü değiştiremem. Yarın ise hala gelmedi. Tek bir zaman var benim için: Şu an ve şimdi... Akıp giden hayata tek dimdik durabileceğim yer... Sadece şimdi... Olumlu düşündüğüm, hayattan keyif aldığım bir şimdi; yarınımın dolu dolu ve mutlu geçmişi değil mi?

Gerçek olmasın isterse düşlerim... Yarın, son model bir arabam olmasın. Ama sahip olduklarım ve şu an elimde olanlar... Hala "eski bir anı"ya dönüşmemiş arkadaşlıklar, gençliğim, sağlığım, kendimden çok sevdiğim annem-babam ve daha onca şey! Tanrı´nın hediye ettiği sağlam şu iki göz, ellerim ve ayaklarım, insanlara kendimi ifade edebileceğim bir dilim, ve dostlarımın duyabildiğim sesleri... Ya bunlara sahip olamayanlar!