Sıra dışı bir yaşam öyküsüne sahip olan Darwin, İngiltere’de 1809 yılında, ailesinin beşinci çocuğu olarak dünyaya gelir.
Dedesi ve babası çok başarılı doktorlar olan Darwin’in annesi, ünlü Wedgwood porselen fabrikasının sahibinin kızıdır.
Sekiz yaşında annesini kaybeder ve bir yıl sonra, ağabeyinin de devam ettiği yatılı okula başlar.
Mezun olduğunda bir süre yoksul hastalara verdiği sağlık hizmetlerinde babasına yardım eder ve dönemin en iyisi olan Edinburgh tıp fakültesine kaydolur.
Okulda çok mutlu değildir!
Dersleri sıkıcı ve cerrahiyi rahatsız edici bulur.
Ama orada, sadece kendisinin değil, zamanla hepimizin yaşam algısını değiştirecek birisiyle tanışır.
Bu kişi azledilmiş siyahi bir köle olan John Edmonstone’dur ve Edinburgh Üniversitesi öğrencilerine hayvan tahniti öğretmektedir. Tahnit, cesedin iç organlarının çıkarılıp, çeşitli kimyasallar uygulanarak çabuk bozulmayacak hale getirilmesidir.
Darwin bu eski köleden yalnızca hayvan tahniti değil; onun geldiği Güney Amerika’daki yağmur ormanlarının inanılmaz yaşam zenginliğini de öğrenir.
Duydukları, daha sonra sizlere anlatacağım beş yıllık inanılmaz Beagle yolculuğuna ilham kaynağı olur.
Okulda doğa tarihiyle ilgilenen öğrencilerin kurduğu topluluğa katılır.
Lamarck'ın evrim teorisini öğrenir (bu teoriye daha sonra değineceğim). Benzer bilgileri, dedesi Dr. Erasmus'un bilim günlüklerinde de okumuştur (şanslı şey;)).
Deniz canlılarını incelemeye başlar ve farklı canlı türlerinde aynı temel yapıya sahip organların olduğunu görür. Özgün gözlemlerini bilim topluluğuna sunar.
Jeoloji ve bitkilerin sınıflandırılması üzerine dersler alır; hocasına, Edinburgh Kraliyet Müzesi'nin bitki koleksiyonunu düzenlemede yardımcı olur.
Onun, kendisi gibi bir doktor olmasını bekleyen babası ise tüm bu gelişmelerden hoşnutsuzdur.
Oğlu tıp derslerini boşlamakta ve tüm zamanını doğayı anlamaya çalışarak geçirmektedir.
Sonunda babası onu okuldan alır ve Cambridge Üniversitesi'ne bağlı Christ's College'a yazdırır. ‘’Doktor olamayacak; teoloji okuyup en azından kasabada din adamı olsun!’’ der.
Darwin yeni okulunda akademik olarak başarılıdır ama bu okulda da en çok ilgisini çeken, canlıların karmaşıklığı üzerine yazılan yazılardır.
Aklı doğa bilimlerinde kalmıştır.
Kuzeniyle birlikte, böcek toplamaya başlar.
Resimde, henüz yedi yaşındaki Charles Darwin görülmektedir.
Tıptan hiç hoşlanmayıp doktor olmak istemediğini otoriter babasına söylemeye cesaret edemeyen ama babasının durumu anlayıp kendisinden umut kesince din okuluna gönderdiği Darwin, orada da doğa bilimlerinden kopamaz.
Cambridge Üniversitesi’nde din eğitimi alır. Neyse ki orada yalnızca din değil, doğa bilimleri de üst düzeyde öğretilir.
Kuzeniyle birlikte, araştırma amaçlı böcek toplamaya başlar.
“Başka hiçbir şey bana böcek toplamanın verdiği zevki ve şevki tattıramaz’’ der.
Emekleri boşa gitmez!
Bulguları önemli bir dergide yayınlanarak adının üniversitede duyulmasını sağlar ve botanik (bitki bilim) profesörü Henslow’la tanışır.
Birlikte sık sık doğa yürüyüşlerine çıkarlar.
Öyle ki; arkadaşları Darwin’e “Henslow’la yürüyen adam” demeye başlar.
Henslow, genç Darwin’in bilimsel düşünce gelişimini en çok etkileyen kişilerden birisi olur.
Darwin’e, geçmişte yaşamış ancak günümüzde soyu tükenip fosilleşmiş canlıların neden bir zamanlar var olup da şimdi yok olduklarını bir türlü anlayamadığını; ancak mutlaka kutsal kitapla uyuşan bir sebebi olması gerektiğini söyler.
Henslow’la konuşmasından sonra Darwin, canlıların Tanrı’nın doğa kanunlarına müdahalesi sonucu bir takım değişimler geçirdiğine, çevreye uyum sağladığına dair bir makale yayınlar.
Bu arada üniversiteden onunculukla mezun olmuştur ama hala Cambridge’dedir.
Bilimsel seyahatler üzerine okuduğu kitaplar onu çok etkiler.
Okul arkadaşları ve jeoloji hocası Adam Segwick’le birlikte doğa araştırmaları yapmak üzere iki haftalık bir gemi yolculuğuna çıkar.
Döndüğünde, evindeki masanın üzerinde onu büyük bir sürpriz beklemektedir.
On beş günlük araştırma gezisinin yorgunluğuyla eve dönüp kendisini odasına attığında, masasının üzerinde onu bekleyen bir mektup bulur, Charles Darwin.
Önemli bir mektup!
Sekiz yaşında annesiz kalan, ünlü dedesinin ve babasının zorlamasıyla doktorluğa yönlendirilen ama bu mesleği hiç sevemediği için tıp fakültesinden alınıp din okuluna gönderilen, her iki okulda da kalbinin onu sürüklediği doğa bilimlerinden kopamayıp tüm zamanını böcekleri, bitkileri ve yer katmanlarını araştırmakla geçiren genç adamın kaderi değildir yalnızca bu mektupla değişecek olan!
Hepimizin, insanlığın algısı da değişecek, yaşamın kodları yavaş yavaş çözülmeye başlayacaktır!
Mektup, Cambridge’de saatler boyu birlikte yürüdüğü, kendisinden çok şey öğrendiği botanik profesörü Henslow’dandır.
Henslow mektubunda, iki yıl sürecek bir araştırma için Güney Amerika yolculuğuna çıkacak Beagle gemisinin kaptanı Robert FitzRoy’a kendisinden bahsedip gemisine almasını rica ettiğini ve kaptanın ikna olup izin verdiğini yazar.
Beagle gemisi yol boyunca pek çok koy ve körfeze giderek kıyıların haritasını çıkaracaktır.
Henslow’un ondan beklentisi vardır mektubun sonunda:
‘’Bu geziye çık ve kutsal kitabın ilk kısmında, ‘’Yaratılış’’ ile ilgili yazılanları bilimsel olarak kanıtla!’’
Yaşam amacı doğayı anlamak olan Darwin için elbette bu mektup olağanüstü heyecan vericidir.
Yalnızca dünyayı dolaşmakla kalmayacak, aynı zamanda kutsal kitabın (İncil) yaratılışla ilgili bölümünü bilimsel olarak kanıtlayacak ilk insan olacaktır.
Neler yazılıdır Darwin’in kanıtlaması beklenen İncil’in Yaratılış – Genesis bölümünde?
Türkçe tercümesi şu şekilde:
(Kaynak: http://christiananswers.net/turkish/bible-tr/tr-gen1.html)
‘’Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı. Yer boştu, yeryüzü şekilleri yoktu; engin karanlıklarla kaplıydı. Tanrı'nın Ruhu suların üzerinde dalgalanıyordu. Tanrı, “Işık olsun” diye buyurdu ve ışık oldu. Tanrı ışığın iyi olduğunu gördü ve onu karanlıktan ayırdı. Işığa “Gündüz,” karanlığa “Gece” adını verdi. Akşam oldu, sabah oldu ve ilk gün oluştu. Tanrı, “Suların ortasında bir kubbe olsun, suları birbirinden ayırsın” diye buyurdu. Ve öyle oldu. Tanrı gök kubbeyi yarattı. Kubbenin altındaki suları üstündeki sulardan ayırdı. Tanrı kubbeye “Gök” adını verdi. Akşam oldu, sabah oldu ve ikinci gün oluştu. Tanrı, “Göğün altındaki sular bir yere toplansın ve kuru toprak görünsün” diye buyurdu ve öyle oldu. Kuru alana “Kara,” toplanan sulara “Deniz” adını verdi. Tanrı bunun iyi olduğunu gördü. Tanrı, “Yeryüzü bitkiler, tohum veren otlar ve türüne göre tohumu meyvesinde bulunan meyve ağaçları üretsin” diye buyurdu ve öyle oldu. Yeryüzü bitkiler, türüne göre tohum veren otlar ve tohumu meyvesinde bulunan meyve ağaçları yetiştirdi. Tanrı bunun iyi olduğunu gördü. Akşam oldu, sabah oldu ve üçüncü gün oluştu. Tanrı şöyle buyurdu: “Gök kubbede gündüzü geceden ayıracak, yeryüzünü aydınlatacak ışıklar olsun. Belirtileri, mevsimleri, günleri, yılları göstersin.” Ve öyle oldu. Tanrı büyüğü gündüze, küçüğü geceye egemen olacak iki büyük ışığı ve yıldızları yarattı. Yeryüzünü aydınlatmak, gündüze ve geceye egemen olmak, ışığı karanlıktan ayırmak için onları gök kubbeye yerleştirdi. Tanrı bunun iyi olduğunu gördü. Akşam oldu, sabah oldu ve dördüncü gün oluştu. Tanrı, “Sular canlı yaratıklarla dolup taşsın, yeryüzünün üzerinde, gökte kuşlar uçuşsun” diye buyurdu. Tanrı büyük deniz canavarlarını, sularda kaynaşan bütün canlıları ve uçan varlıkları türlerine göre yarattı. Bunun iyi olduğunu gördü. Tanrı, “Verimli olun, çoğalın, denizleri doldurun, yeryüzünde kuşlar çoğalsın” diyerek onları kutsadı. Akşam oldu, sabah oldu ve beşinci gün oluştu. Tanrı, “Yeryüzü türlü türlü canlı yaratıklar, evcil ve yabanıl hayvanlar, sürüngenler türetsin” diye buyurdu. Ve öyle oldu. Tanrı türlü türlü yabanıl hayvan, evcil hayvan, sürüngen yarattı. Bunun iyi olduğunu gördü. Tanrı, “İnsanı kendi suretimizde, kendimize benzer yaratalım” dedi, “Denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, evcil hayvanlara, sürüngenlere, yeryüzünün tümüne egemen olsun.” Tanrı insanı kendi suretinde yarattı. Böylece insan Tanrı suretinde yaratılmış oldu. İnsanları erkek ve dişi olarak yarattı. Onları kutsadı ve “Verimli olun, çoğalın” dedi, “Yeryüzünü doldurun ve denetiminize alın; denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, yeryüzünde yaşayan bütün canlılara egemen olun. İşte yeryüzünde tohum veren her otu ve tohumu meyvesinde bulunan her meyve ağacını size veriyorum. Bunlar size yiyecek olacak. Yabanıl hayvanlara, gökteki kuşlara, sürüngenlere - soluk alıp veren bütün hayvanlara - yiyecek olarak yeşil otları veriyorum.” Ve öyle oldu. Tanrı yarattıklarına baktı ve her şeyin çok iyi olduğunu gördü. Akşam oldu, sabah oldu ve altıncı gün oluştu.''
Haber olağanüstü heyecan vericidir ama önemli bir sorun vardır çözülmesi gereken!
Bu gezide tüm masraflarını kendisinin karşılaması gerekecektir.
Babasının yardımına ihtiyacı vardır.
Oğlunun ne doktor ne de doğru dürüst bir din adamı olamayıp boş işlerle zaman geçirdiğine inanan ve bir baltaya sap olamayacağı konusunda kaygıları giderek artan babası, zaman kaybı olarak gördüğü bu geziye izin vermez.
Araya kayınbiraderi yani Darwin’in dayısı Josiah Wedgewood girer ve sonunda inatçı babayı oğlunu araştırma gezisine yollama konusunda ikna eder.
Darwin yola çıkar.
Ama yolculuk baştan planlandığı gibi iki değil tam beş yıl sürecektir.
Ve bu süre Darwin için hiç de kolay geçmez.
Henüz 22 yaşındadır.
Deniz onu çok tutar.
1800’lerin teknik olanaklarıyla yapılmış Beagle gemisi, okyanusların dev dalgalarında bir ceviz kabuğu gibi sallanarak yol alırken, ağır mide bulantıları ve baş dönmesiyle mücadele eder.
Arjantin'de ateşli bir hastalık geçirir.
Tabii o zamanlar antibiyotikler henüz keşfedilmemiştir ve enfeksiyona yakalanmak, ölümün öpücüğü demektir çoğu zaman.
Kurtulur.
And Dağları'ndan Şili'ye dönerken yeniden ağır hastalanır.
Ama hiçbir zorluk, bu zeki ve çalışkan genci, doğayı gözlemekten, yer katmanlarının, bitkilerin ve hayvanların tarihini, onların birbiriyle ilişkisini çözme çabasından alıkoyamaz.
Sürekli araştırır ve okur.
Kaptanın yolculuğun başında okuması için verdiği Lyell'ın Jeolojinin Prensipleri adlı kitabında, yer katmanlarının bir anda değil, hala devam eden çok yavaş süreçlerin etkisiyle, çok uzun çağlar sonucunda oluştuğu yazılıdır.
Kendisi de, Batı Afrika açıklarındaki Santiago adasında, yüksek volkanik dağ yamaçlarında mercan ve deniz kabuğu kalıntılarına rastlamıştır.
Bu da, dağların hep dağ olmadıkları, bir zamanlar deniz altındaki oluşumların, Lyell'ın söylediği gibi çağlar boyunca yavaş yavaş yükseldiği anlamına gelmektedir.
Kafasında bazı soru işaretleri oluşmaya başlar…
Gemi yolculuğu sırasında durdukları yerlerde toprağı inceler, canlı örnekleri toplar, notlar tutar; Darwin.
Çok iyi bir gözlemci ve araştırıcıdır.
Giderek jeolojinin (yer bilim) yanı sıra, biyoloji konusunda da derinleşir; aralarındaki etkileşimi kavrayabilecek ölçüde kendisini geliştirir.
Yolculuğu sırasında İngiltere’ye gönderdiği mektuplar, fosiller ve doldurulmuş canlılar, Profesör Henslow aracılığıyla İngiliz doğa bilimcilerine aktarılır.
Henüz yirmili yaşların başlarında, bilim dünyasında giderek tanınmakta olan bir bilim insanıdır artık.
Yolculuk sürprizlerle doludur; tabii o fark edebildiği için!
Güney Amerika'da, soyu tükenmiş memelilere ait fosiller bulur.
Bunlar devasa büyüklükte memelilerdir ve aynı toprak katmanlarında, modern deniz kabuklularına ait kalıntılar da vardır.
Bu bulgu, dev memelilerin soyunun yakın ve bilindik zamanlarda, herhangi büyük bir iklim değişikliği ya da felâket olmaksızın tükendiği anlamına gelir.
O zamana dek inanılan, fosillerin Nuh tufanı benzeri büyük bir doğa faciasından kalma olduğudur.
Kuşlardan deniz kabuklularına, omurgalılardan memelilere kadar pek çok hayvan ve değişik bitki türünü inceler.
Bu türlerin farklı coğrafyalarda farklı özellikler gösterdiği dikkatini çeker.
Ekvator hattında irili ufaklı çok sayıda adadan oluşan Galápagos Adaları, türleri gözlemlemek için ona büyük bir fırsat verir.
İki farklı mevsimin, düzensiz aralıkları olan kuraklık ve aşırı yağmurların yaşandığı yanardağlarla dolu bu adalarda, canlılar üzerinde çok büyük doğa baskısı vardır.
Galápagos Adaları, evrim biliminin doğuşunda büyük rol oynar.
Darwin adalardan pek çok "alaycıkuş" (mockingbird) örneği toplar.
Bu kuşlar, yaşadıkları birbirine çok yakın adaların coğrafi özelliklerine göre, gagalarından kuyruklarına kadar bazı fiziksel farklılıklar gösterirler.
Adalarda yaşayan yerel İspanyolların, kaplumbağaların görünüşüne bakarak hangi adadan geldiğini anlayabildiklerini öğrenir.
Çok farklı coğrafyalara yaptığı yolculuklar, onun insan davranışlarını da gözlemlemesine yardımcı olur.
Güney Amerika'nın en güney ucundan alınıp, misyonerlik yapmak üzere ‘’medenileştirilmek’’ için İngiltere’ye götürülen üç yerlinin, bir yıl içinde misyonerliği bırakıp yeniden ilkel hayatlarına dönmeleri ilgisini çeker; insanların hayvanlardan sanıldığı kadar uzak olmadığını düşünmeye başlar.
Amerika'daki kölelik kurumundan hoşlanmaz ve Avrupalıların, Avustralya ve Yeni Zelanda'daki yerli halklara verdiği zarardan üzüntü duyar.
Darwin’e göre insan toplulukları arasındaki yaşam farklılıkları ırksal değil, kültürel gelişmişlikle ilgilidir.
Ve ilk kez Güney Afrika’da, canlıların bir defada mucizevi bir biçimde oluştuğunu söylemenin, canlıların çeşitliliğini küçümsemek olacağını ifade eden bir yazı yazar.
Gözlediği tüm canlıların, yaşam hedefleri ortaktır:
Hayatta kalmak ve soylarını sürdürmek!
Tüm canlılar, bu hedeflere ulaşmak için çevre koşullarına uyumlu olmak zorundadır.
Bu da, canlıların çevresel koşullara göre, türden türe farklı özellikler taşıması demektir.
Darwin'in zihni sorularla doludur!
Eğer aynı kuş cinsinin benzer türleri bile, farklı adalarda, nesilden nesile farklı özellikler kazanıyorsa, halen yaşayan canlıların da daha önceden yaşamış türlerin çevresel etkenlerle farklılaşması sonucu ortaya çıkmış olması mümkün müdür?
Darwin, hocası Henslow'un bu geziyle kendisinden beklediği, kutsal kitaptaki ‘’Yaratılış’’ bölümünü kanıtlamaya kararlı bir inanandır.
Ama işi giderek zorlaşmaktadır!
Dönüş yolunda defterine şu notu düşer:
“... Birbirinin görüş mesafesi içinde yer alan, pek az hayvanla donatılmış, küçük yapısal farklılıklar arz eden ve doğada aynı yeri işgal eden kuşların yaşadığı bu adaları gördüğümde, bu canlıların sadece birer ara çeşit olduklarını tahmin ettim (...) Eğer bu düşüncelerin en ufak bir temeli varsa, takımadaların jeolojisini incelemek kayda değer bir çalışma olacak; zira bu olgular, türlerin sabitliği görüşünü kökten sarsacaktır.”
Döndüğünde onu nasıl bir hayat beklemektedir?
Sonunda yolculuk biter!
Beş uzun yıldan sonra, Beagle gemisi İngiltere’ye varır.
Tarih, 2 Ekim 1836’dir.
Binlerce insan, gemiyi görmeye gelir.
Artık tuttuğu binlerce sayfalık gözlem notlarını, günlüklerini ve sayısız biyolojik örneği tanımlama ve sınıflandırma zamanıdır.
Cambridge Üniversitesi’ne döner.
Botanik (Bitki bilim) hocası Henslow ona, bitki örneklerini sınıflandırmasında yardımcı olur.
Hayvan örnekleri içinse, biyolog Richard Owen’le çalışır. Owen, getirdiği örnekler içinde pek çok soyu tükenmiş hayvan tanımlar.
Darwin, Güney Amerika kıtasının yükseldiğine dair yazdığı makaleyi Londra Jeoloji Topluluğu’na sunar.
Aynı gün, Beagle yolculuğunda topladığı kuş ve memeli örneklerini de Londra Zooloji Topluluğu’na tanıtır.
Yıllarca oğlunun işe yaramaz birisi olduğuna inanan babası bile artık onun bilim dünyasında saygın bir yer edindiğini görüp, yaşamı ve araştırmaları için maddi destek vermeye başlar.
Darwin, Coğrafya Cemiyeti Konseyi'ne seçilir ve Cambridge'den Londra'ya taşınır.
Londra’da bilim adamları arasında canlı türleri ve yaşamın kökenine dair yoğun tartışmalar vardır.
Bir grup, Tanrı'nın dünyayı ve yaşamı özel mucizelerle değil, doğa kanunlarıyla yarattığını savunur.
Bir başka grup, türlerin birbirine dönüşebildiğini iddia eder ama fikirleri çoğunluk tarafından sapkınlık ve toplumsal düzeni bozma diye nitelendirilir.
Ornitologların (kuş bilimci) da katkısıyla Darwin, anakaradan göç edip farklı adalara yerleşen kuşların, zaman içinde değişiklik geçirip farklı türlere dönüştüklerini görür.
Her yeni bulgu onu, doğanın ve yaşamın sürekli değişimi fikrine yaklaştırmaktadır ama bu gözlemini ifade etmede çekincelidir. Önünde, dedesi Erasmus'un evrim üzerine yaptığı araştırmaları nedeniyle, kilise tarafından kınanması örneği vardır.
Türlerin değişim ve dönüşümüyle ilgili bulgularını gizli bir günlükte yazar ve bu günlüğün 36. sayfasına ilk kez evrim ağacını çizer.
Yoğun çalışmasının yanı sıra, inançlarıyla çelişen bulguların yarattığı gerilim giderek onu hastalandırır.
Mide bulantısı, kusma, baş ağrıları, titremeler, çarpıntılarla halsiz düşer.
Doktorlar hastalığına tanı koyamaz.
Yolculuğu sırasında tropikal bir hastalık kaptığı ya da onu ısıran bir böceğin bulaştırdığı bir mikroptan hastalandığı söylenir.
Sosyal kaygısı vardır. Toplantı ve sunumlardan önce aşırı gerilir; çarpıntı ve titremeleri büsbütün artar.
Doktor önerisiyle çalışmalarına ara verip Shaffordshire'da akrabalarının yanında kalmaya gider.
Kuzeni Emma Wedgwood, hasta halasına bakmak için aynı evde kalır.
Darwin, akıllı ve kültürlü bir kız olan Emma’dan çok hoşlanır.
Onunla bir hayat kurmayı aklından geçirse de, evlilik konusunda kararsızdır.
Bu konudaki çelişkisini çözmek için günlüğünde, evliliğin yarar ve zararlarını karşılaştırdığı bir liste yapar.
Darwin’e göre evliliğin yararları arasında, sevilmek, çocuk sahibi olmak, yanında sürekli arkadaşlık edecek bir yaşam yoldaşının olması, hanımla müzikli, keyifli sohbetler yapmak vardır.
Zararları ise, istediği yere gidememek, korkunç bir zaman kaybı, akrabaları ziyaret etmek zorunda kalmak, ve kitaplara ayrılacak daha az paranın olmasıdır.
Evlenme fikri ağır basar.
Darwin’e göre evlilik, yaşlılıkta bir köpekle yalnız kalmaktan daha iyidir.
Babasına danışır.
Onayını alınca evlilik teklif etmek için Emma'ya gider ama teklifi yapmaya cesaret edemez.
Çalışmalarına Londra’da devam eder.
Thomas Malthus'un, ''Nüfus Prensibi Üzerine Deneme'' adlı yazısı, Darwin’e yeni bir pencere açar.
Bu yazıda, insan nüfusunun her 25 yılda ikiye katlanarak çok hızlı artma potansiyeli taşıdığı, fakat hastalıklar, savaşlar, açlık ve kıtlıklar sayesinde nüfusun kontrol altında tutulduğu anlatılır.
Darwin, bu ilkenin diğer canlılar için de geçerli olduğunu düşünür.
Gerçekten de tüm canlı türleri, içinde bulundukları ortamın kaynaklarının izin verdiğinden çok daha fazla yavru üretir.
Ama bu yavruların zayıf olanları çok geçmeden ölürken, güçlü olanlar hayatta kalarak yeni yavrular meydana getirir.
Ve kendilerini güçlü yapan özelliklerini yavrularına geçirirler.
Böylece hayatta kalan türler nesilden nesile değişip, giderek çevrelerine daha iyi uyum sağlarlar.
Darwin bu teorisini de günlüğüne yazar.
Pek çok yeni bilgiye sahiptir artık!
Yer katmanlarının bir seferde değil çok uzun zamanlar içinde şekillendiği, dünyadaki pek çok canlı türünün soyunun tükenip yenilerinin geldiği, organizmaların çevre koşullarına bağlı olarak zamanla farklı özellikler kazandığı açıktır.
Organizmaların, hayatta kalmaları ve çevrelerine uyum göstermelerini sağlayan farklılıkların sonraki nesillere aktarılarak doğal seçilim yoluyla evrimleştiğini ve doğada güçlü olanın hayatta kaldığını görmek çok zor değildir.
‘’Dünya bu haliyle mi yaratıldı? Dağlar, denizler ve topraklar hep böyle miydi?’’
"Canlılar noksansız ve değişmez olarak yaratılmadılar mı? Hala ilk yaratıldıkları gibiler mi, yoksa çevre koşulları ve kalıtımla değişime mi uğradılar?’'
Sorular soruları kovalar!
Sonunda Emma'ya evlilik teklif eder ve 1839'da evlenirler.
Aynı ay içinde, Royal Society'ye (Kraliyet Cemiyeti) seçilir.
Neyse ki evliliği yolundadır.
Mutlu çift akşamları tavla oynar, uzun saatler karşılıklı sohbet ederler.
Ama henüz, yaşamın onları gelecekte geçireceği çok ağır sınavlardan habersizdirler!
Emma ile evliliklerindeki mutluluk, çocuklarının sağlık sorunları ve erken ölümleriyle gölgelenir.
Elbette henüz o dönemde ne DNA’nın yapısı ne de genetik kusurlar bilinir ama yaptığı araştırmalar, kendi içinde döllenen bitkilerin daha sağlıksız olduğunu gösterdiğinden, çok yakın bir akrabasıyla, kuzeni Emma’yla yaptığı evliliğin, çocuklarının felaketine yol açtığı düşüncesi ve vicdan azabı, ömrü boyunca Darwin’in peşini bırakmaz.
Emma onun hem eşi, hem de sırdaşıdır.
Fakat koyu dindar olan Emma için, Darwin’in düşünceleri korkutucudur.
Zaman zaman ciddi tartışmalar yaşarlar.
Eşinin tepkilerinin, içinde yaşadığı toplumun tepkilerini yansıttığını düşündüğünden, görüşlerini çevresinden saklı tutmaya karar verir.
Aslında yıllarca süren araştırmalar sonucu zihninde şekillenen, zayıfları kolayca yok edip güçlüleri yaşatan doğanın kanunları, doğaüstü bir güce çok fazla bir yer bırakmasa da Darwin, evrenin kural koyucusu olarak Tanrı’nın varlığına inanır.
1839 yılında, evrimle ilgili notlarını büyük ölçüde tamamlar. Yayınlamayı henüz düşünmez.
Jeoloji Cemiyeti toplantısında, evrim fikrini savunan hocası Robert Edmund Grant'e verilen ağır tepki nedeniyle bulgularını güçlendirecek başka kanıtlar bulabilmek için hayvan yetiştiricileriyle görüşür; arılar, çiçekler ve kaya midyeleri üzerinde çalışmalar yapar.
Gitgide toplumdan uzaklaşıp kendi dünyasına kapanır.
Günlerini düzenli bir programa göre okuyarak, yürüyerek, akşamları da eşiyle tavla oynayarak geçirir.
Her şeyi düzenli ve kurallı yapma takıntısı olan Darwin’in tavla rutini de saat 20:00-20:30 arasında oynanan iki elden oluşur.
Bölgenin işçilerine kömür ve giysi yardımı yapan hayır kurumunda gönüllü çalışır.
Kalan tüm zamanını, doğanın nasıl işlediğini anlamaya çalışarak geçirir.
Bu arada dünya değişmektedir.
İngiltere’de, eğitimde ciddi bir yapılanma gerçekleşir, sınav sistemleri gibi standartlar oturtulur.
Bu gelişmeler, akademik bilgi ve liyakate dayalı bir profesyonelleşmenin başlaması demektir.
Aynı süreçte üniversitelerin yanı sıra toplumda da, özgür düşünce egemen olmaya başlar.
Bu ortam, Darwin’in görüşlerine daha açıktır.
Ama yine de, bulgularını botanikçi arkadaşı Joseph Dalton Hooker'a açarken kendisini, "Bir cinayeti itiraf ediyormuş gibi" hissettiğini söyler.
Hooker, Darwin'in teorisini beğenir.
1844 yılında Robert Chambers’ın yazdığı ve insan da dahil olmak üzere tüm canlıların, daha ilkel formlardan dönüşerek ortaya çıktığını savunan ''Yaradılışın Doğal Tarihinden İzler'' adlı kitap yayınlanır.
Kitabın amatör yaklaşımından dolayı doğabilimciler tarafından yerden yere vurulması nedeniyle, Darwin teorisini daha da dikkatle gözden geçirir.
Ama Chambers'ın kitabı, Londra orta sınıfından büyük ilgi görür ve türlerin dönüşümü konusunu bir kez daha gündeme taşıyarak insanları Darwin’i dinlemeye hazırlar.
Darwin ve Emma’nın on çocuğu olur.
Darwin çocuklarına çok düşkün bir babadır.
Ne yazık ki çocuklarının ikisini, bebekken kaybederler.
En büyük kızı Annie ile çok güçlü bağları vardır.
Annie babası gibi hassas, dikkatli ve özenli bir çocuktur.
Babasına çok düşkündür, dizinin dibinden ayrılmaz; onun saçlarını okşar, elbiselerini düzeltir.
Annie on yaşındayken, iki kız kardeşiyle birlikte kızıl hastalığına yakalanır.
Kardeşleri kurtulur ama hastalık Annie'yi alıp götürür.
Kızının ölümüyle çok yıkılan Darwin, yaratıcının sınırsız iyiliğine olan inancını kaybetmeye başlar.
Evlat acısını, kendi ölümüne dek çok derinden hisseder.
Günlüğüne şunları yazar:
‘’Evimizin mutluluğunu yitirdik. Ve yaşlılığımızın tesellisini… Onun o sevgi dolu neşeli yüzünü ne çok sevdiğimizi ve sonsuza kadar seveceğimizi keşke şimdi de bilebilse…’’
Daha küçücük yaşında bilime âşık bir çocuk olan en değerli varlığı, kızı Annie’nin anısını, kendisini araştırmalarına daha da çok vererek yaşatmaya çalışır kalbinde.
Kaya midyeleriyle olan çalışmalarını bir dizi kitapta yayınlar.
Bir organın, değişen şartlar sonucunda ufak değişimler geçirerek fonksiyonunu değiştirebileceğine dair kanıtlar bulur.
Yetişkin yapıları birbirinden çok farklı görünen organizmalar arasında, ortak bir atadan gelen benzerlikler (homoloji) olduğunu ve bazı yapıların zamanla değişmesi sonucu bu canlıların farklı ortamlara uyum sağlayabildiğini gösterir.
Ortak bir atadan gelen canlıların, farklı koşullar ve ortamlara adapte olarak, anatomik olarak birbirlerinden uzaklaşabileceklerini yazar notlarına.
İki farklı cinsiyet arasında parazitik çift cinsiyetli bir ara tür keşfeden Darwin, cinsiyet evriminin çok önemli bir örneğini ortaya koyar.
Bu çalışmaları, 1853 yılında Kraliyet Madalyası ile ödüllendirilir.
Bilimsel bulguların ışığında, canlıların zamanla değiştiği yani evrim geçirdiği fikri akademik dünyada giderek daha fazla kabul görür.
Thomas Henry Huxley gibi, evrim fikrine çok şiddetle karşı çıkanlar da vardır.
Ama zaman Darwin’i haklı çıkaracak ve felsefede agnostisizm (Tanrı konusunda bilinmezcilik) kavramını ilk kez ortaya atan İngiliz biyoloji bilgini Huxley, Darwin’in kuramının en önemli savunucularından birisi olacaktır.
Akademisyen bir dostu Darwin'e, Borneo'da çalışan doğabilimci Alfred Russell Wallace'ın yazdığı bir makaleden söz eder.
Makalede, onun fikirleriyle benzerlikler vardır.
Bir makale yazıp, çok emek verdiği bulgularını yayınlaması için Darwin'e baskı yapar.
Darwin için bu durum bir tehdit değildir ama fikirlerini toparlaması gerektiğine inandığından, makaleyi yazmaya başlar.
Öylesine detaycı ve mükemmeliyetçidir ki; makale durmadan eklediği pek çok ayrıntı ile uzadıkça uzar ve sonunda yazdıklarını bir kitap olarak yayınlamaya karar verir.
Kitabı yazarken Wallace da dâhil pek çok bilim insanıyla haberleşir.
Wallace’a, tezlerinde insanın kökenine değinip değinmeyeceğini sorduğunda, "önyargılarla kuşatılmış bu konudan" uzak duracağı cevabını alır.
Kitabını yazarken Wallace'dan aldığı bir mektup onu çok şaşırtır ve kaygılandırır.
Kendisinin çok uzun yıllardır büyük özveriyle yaptığı araştırmalar, Wallace'ın mektubunda, derli toplu bir biçimde, birkaç sayfada özetlidir.
Darwin bu satırları okuduğunda, kitabını yayınlamak için daha uzun bir süre beklerse, kuramı Wallace’dan çaldığının iddia edilebileceğini düşünür.
Konuyu bilim adamı arkadaşlarına danışır.
Darwin'in doğal seçilim fikrini Wallace'dan çok daha önce düşündüğünü ve uzun süredir bu konuda ayrıntılı araştırmalar yaptığını bilen arkadaşları, telif haklarının kaybedilmemesi adına, hem Wallace'ın, hem Darwin'in doğal seçilim tezlerini Londra Linnean Cemiyeti'nde sunarlar.
O gün oğlunu kaybeden Darwin, toplantıya katılamaz.
Sunum çok ilgi çekmez.
Bunun üzerine Darwin kitabına odaklanır ve sonunda tamamlar.
‘’Türlerin Kökeni’’ adlı kitap, 22 Kasım 1859'da, kitapçılara dağıtıldığı gün tükenir.
Ayrıntılı gözlem ve mantıksal çıkarımlara dayanarak doğal seçilim fikrini savunan kitapta, insan evrimine doğrudan değinilmez ama bulguların insanın kökenine ve tarihine ışık tutabileceği söylenir.
Darwin, giriş cümlesinde şunları yazar:
‘’Her canlı türü, yaşaması mümkün olandan daha fazla birey doğurur ve bunun sonucu olarak, sık sık tekrarlayan hayatta kalma savaşında, yaşamın karmaşık ve zaman zaman değişen koşullarında, kendisine fayda sağlayacak herhangi bir değişikliğe sahip olan her canlı, hayatta kalmada daha yüksek şansa sahip olacak ve doğal olarak seçilecektir. Güçlü kalıtım prensibi sayesinde, seçilen her cins kendi yeni ve değişik formunu yayma eğiliminde olacaktır.’’
Kitap, bomba etkisi yaratır; sadece akademide değil, halkın arasında da büyük tartışmalar başlatır.
Darwin, aldığı olumsuz tepkilerin büyük bölümünü, Güneş’in sabit ve Dünya’nın onun çevresinde döndüğünün ilk kez söylendiği ve kilisenin görüşünün geçerliliğini yitirdiği gün verilen tepkilere benzetir.
Kitap kısa zamanda pek çok baskı yapar ve başka dillere çevrilir.
''Türlerin Kökeni,'' bilimsel konulara yeni yeni merak duymaya başlayan Avrupa orta sınıfının en çok okuduğu kitaplardan biri olur.
Darwin'le aynı sonuca varan ama adını pek az duyduğumuz Wallace'a ne olduğunu merak ediyorsunuzdur sanırım!
Darwin'in aksine, Wallace'ın tezlerini dayandırdığı bilimsel araştırma bulguları çok sınırlıdır.
Metafizik kavramlara yakındır, Wallace.
Biyolojik evrimle, tanrı inancını bağdaştırmaya çalışır.
Yıllar içinde spiritülellik ve medyumlar yardımıyla ölülerle haberleşme gibi doğaüstü kavramlara yönelir.
O hep Darwin'in gölgesinde kalır ama dostlukları ömür boyu sürer.
“Türlerin Kökeni” çıktığında, Darwin ona şöyle yazar:
“Yerinizde olsa, çoğu insan yıkıcı bir haset ve kıskançlık hissederdi.
İnsanoğlunun bu ortak zaaflarından öyle asil bir şekilde uzaksınız ki!”
On yıllar boyunca üzerinde çalıştığı ‘’Türlerin Kökeni’’ kitabının taslağını ilk okuyan, en güvendiği eleştirmeni ve editörü olan eşi Emma’dır.
Darwin, kendi görüşlerinden dolayı, ailesinin kilise ve toplum tarafından tecrit edilmesinden endişe eder.
O nedenle kitabın basılması ya da yakılması kararını Emma’ya bırakır.
Önceleri Darwin’in Tanrı’ya savaş açtığını ve ölümden sonra birlikte olamayacaklarını düşünerek onu desteklemese de, kitabı baştan sona okuduğunda mantıklı bulur ve düşünceleri değişir.
Emma, kitabın basılmasını seçer!
‘’Türlerin Kökeni’’ kitabının gördüğü büyük ilgi, büyük tartışmaları da beraberinde getirir.
Darwin’in sağlığı, tartışma toplantılarına katılmasına izin vermez ama kitabı hakkında yapılan eleştiri ve yorumları yakından izler.
İngiliz Kilisesi’ne bağlı bilim adamları, farklı tepkiler verirler.
Eski hocaları Sedwick ve onun Beagle gemisiyle araştırma yolculuğuna çıkmasını sağlayan Henslow, kitaba karşı açık tavır alırlar.
Genç doğa bilimcilerden bir grupsa, yayınladıkları bir kitapla Darwin’in teorisini destekledikleri için kilise tarafından kınanırlar.
‘’Türlerin Kökeni’’ üzerine en ünlü tartışma, Oxford'da yaşanır.
Münazara, bilim insanları, din adamları ve filozofların katılımıyla gerçekleştirilir.
Piskopos Wilberforce, elinde hiç bir bilimsel veri olmaksızın kitaba saldırır.
Darwin'in arkadaşları Joseph Hooker ve Thomas Huxley, saygısız konuşmasına tepki verince, piskopos Wilberforce, biyoloji bilgini Huxley'e döner:
"Şunu sormaktan kendimi alamıyorum: acaba sizlerin soyu büyükanne tarafından mı yoksa büyükbaba tarafından mı maymunlara dayanıyor?"
Huxley şöyle yanıtlar:
“Bilimsel bir tartışmayı bu kadar bayağı sözlerle alçaltan bir insanın soyundan gelmektense, bir maymunun soyundan gelmeyi tercih ederim.”
Darwin, Kraliyet Cemiyeti Copley Madalyası alır.
Copley Madalyası, Royal Society tarafından halen verilen en eski ödül olup, muhtemelen dünyanın da en eski bilim ödülüdür.
Araştırmalarına devam eder.
Yaşamının son yıllarında, eşiyle birlikte evlerinin bahçesindeki toprak solucanlarını saatlerce gözlerler. Bulguları, büyük ilgi gören bir bilim kitabında yayınlanır.
Kolay geçmemiştir geride kalan yıllar…
Küçük yaşta anne kaybı, otoriter babanın baskısıyla gidilen tıp ve din okulları, büyük karşı çıkışlara rağmen inanılması zor koşullarda beş yıl gemide ve bir ömür doğada sürdürülen bilimsel araştırmalar, kuzeniyle yaptığı evlilikten doğan çocuklarının bazılarının sağlık sorunları ve erken ölümleri, düşünceleri nedeniyle eşi ve arkadaşlarıyla yaşadığı duygusal ve sosyal sorunlar, sonu gelmez ciddi hastalıklar…
Artık 73 yaşındadır.
Geçirdiği bir dizi kalp krizinden sonra şiddetli baş ağrıları başlar.
Ailesi etrafındadır.
Bakımını yapan çocukları Henrietta ve Francis’e:
‘’Sizin bakımınız o kadar iyi ki; hasta olmaya bile değer’’ der.
Ölüm çok yakınındadır; bunu hisseder.
Eşi Emma’ya fısıldar:
‘’Ölümden hiç korkmuyorum.
Bana çok mükemmel bir eş oldun!
Çocuklarıma da söyle; benim için harika çocuklar olduklarını unutmasınlar!’’
Yavaş yavaş bilinci kaybolur ve yaşama gözlerini kapar.
Ailesi, çocuklarının yanına gömülmesini ister.
Kraliyet ailesinden olmamasına rağmen devlet töreniyle gömülecek beş kişiden birisi olması nedeniyle bilim insanları ve hükümet yetkilileri devreye girer.
Westminster Abbey'ye gömülür.
Tabutunu taşıyanlar arasında, yazılarıyla Darwin'i kendi kuramını yayımlamaya yönelten doğa bilimci Alfred Russel Wallace’da vardır.
Darwin, Westminster mezarlığının “Bilginler Köşesi” olarak bilinen bölümünde, Isaac Newton'un gömülü olduğu yerin birkaç metre ötesinde yatar.
Darwin'in hayatta kalan çocukları, büyüdüklerinde başarılı kariyerlere sahip olurlar.
George Darwin, astronom; Francis Darwin, botanist; Horace Darwin, inşaat mühendisi olarak Royal Society üyesi seçilir.
Darwin; iyi bir eş, iyi bir baba olarak geçip gider bu dünyadan...
Darwin’in sözleriyle kapatmak istiyorum:
‘’Bir cumhuriyet, adalet ve şeref ilkelerine sahip insanlar olmadığı sürece, başarıya ulaşamaz!’’