Sanat, eğitim ve teknoloji, sosyalleştirme araçlarının başında yer alır. Bu unsurlar aynı zamanda bilgi üretmeyi ve sosyal yapının şekillendirilmesini de sağlamaktadırlar.

Çoğu yazarlar günümüzde en etkili ve yaygın sosyalleştirme araçlarından biri olan televizyonu, toplumsal normları aktaran sosyalleştirme araçlarından biri olarak işlemektedirler. Gerçekten de televizyon eğlence, çeşitli törenler ve birbirinden farklı büyük dinleyici kitleleriyle toplumumuzda en yaygın ve güçlü sosyalleştirme araçlarından biridir. Fert, bu görünüm tarafından sunulan telkinden kaçamamaktadır, hatta televizyon seyretmeyenler bile bu insanların bulunduğu çevrede yaşamak zorundadırlar.

Televizyon veya genel olarak iletişim, özellikle bilgisayar iletişiminin yaygınlık kazandığı ikinci enformasyon devriminden sonra, yabancı kaynaklardan gelen yayınlarla veya kültürel olmayan enformasyonla millî kimlik erozyonuna sebep olmaktadır. Ancak, diğer yandan, yerli kaynak kullanıldığı takdirde millî kültür bütünlüğünü sağlayabilecek bir araçtır da. Yabancı kültür unsurları, yabancı yayınlar vasıtasıyla millî kültür bütünlüğünü bozmaktadır.

Araçların zaman içinde şekil veya niteliklerinde değişmeler olabilmekte, fakat fonksiyonları devam etmektedir. Bir aracın önemi onu elinde bulunduran insan tipine bağlıdır. Bu bakımdan genel olarak insanların, söz konusu örnek itibariyle de yazarlar veya yapımcıların kimlik unsurları, toplumu etkiledikleri bilgi bakımından son derece önemlidir .

Sanatın her dalı, sosyalleştirmede çok güçlü birer araçtır. Burada sadece edebiyat ve onunla ilgili bir örnek ele alınmıştır. Hikâyeler ve masallar sosyal değerlerin mükemmel bir şekilde ifâde edilerek aktarılması için organize edilmiş edebî eserlerdir. Fert, birbiriyle ilişkili olaylar zincirinde işlenmiş olan iyi ve kötü tipleri, bunların sosyal hayat açısından konumlarını, fayda ve zararlarını kolaylıkla değerlendirerek işaret edilmiş olan sosyal kimliğini edinir. Dede Korkut hikâyelerinden Tepegöz buna açık bir örnektir. Bu eserde, bir çoban tarafından işlenen ahlâk suçu, neticede toplum dışı bir kişiliğin (Tepegöz) meydana gelmesine ve tüm topluma zarar vermesine sebep olmaktadır. Cemiyetin dışındaki bilinmeyen öğelerle kurulan bu meşru olmayan ilişkinin maliyetini oba halkı ödeyememektedir. Toplumsal işleyiş altüst olmuştur. Sonuçta örnek kişilik tipine müracaat edilerek problem ortadan kaldırılır. Eserde birtakım sosyal davranışlar toplum hayatı için önemli olan boyutlarıyla işaret edilmektedir.

Göç olayının çocukların sosyalleşmesi üzerinde olumsuz bir etkisi vardır. İş bulmak amacıyla ailenin erkeklerinin şehre göçmesi, kadınların aile içindeki yükümlülüklerini artırarak onları karşı karşıya kaldıkları problemleri çözmede yetersiz bırakmakta ve doğan boşluk yeni nesillerin eksik sosyalleşmelerine sebep olmaktadır. Araştırmalar göçün aile gelirini ve hayat standartlarını yükseltirken ailenin kadın üyelerinin sorumluluklarını da artırdığını göstermektedir. Ancak, kadının yeni çalışma alanlarına katılması ve yeni tecrübeler edinmesine rağmen ataerkil aile yapısına ait ahlakî değer sistemi devam ettirilmektedir. Bu da göstermektedir ki, bu tür aile yapısı ve değerleri kırsal alana mahsus eski tarz bir sosyal yapının sonucu değildir. Göçün esas amacı çocukların geleceklerini geliştirmektir .

Etnik unsurların bulunduğu sosyal yapılarda sosyalleşme ayrı bir önem taşımaktadır. Bu tür toplumlarda ırk çatışmalarını giderici unsurların esas alınması gerekmektedir. Irk ayrımının olmadığı bir çevrede, eğitim kurumlarından mezun olan öğrenciler daha yüksek eğitim kurumlarına -ayırımcılığın yapıldığı bölgelerdekine nispeten- daha fazla miktarlarda girmekte, eğitimlerini tamamlamakta ve iş bulabilmektedirler . Fertlerin sosyal orijinleri kariyer seçimini yönlendirmekle birlikte eğitilmiş üyelerin genellikle seçkin toplumsal değerlere yönelmektedirler .

Fertlerin etnik kökenleri bir dereceye kadar kariyer seçimini etkilemektedir. Ancak, bu durum genellikle düşük eğitim seviyesindeki kesimlerde göze çarpmaktadır. Mensup olunan etnik guruba ait sosyal ve meslekî çevrenin sunduğu imkânlar daha kolay değerlendirilebilmektedir. Ayrıca, geleneksel olarak sürdürülen bazı meslekler de, etnik yapı çerçevesinde belirleyici olmaktadır. Fakat eğitim seviyesi yükseldikçe, etnik kökenin kariyer seçimindeki belirleyiciliği azalmakta, eğitilmiş üyeler genellikle seçkin toplumsal değerlere yönelmektedirler.

Eğitim oranının yükselmesiyle birlikte etnik gurup bilinci düşmektedir. Bu konuda yapılmış bir araştırmada, yüksek sosyo-ekonomik statülü kesimde ırk bilincinin düşük olduğu ortaya konulmuştur. Ancak eğitimin her zaman ferdin kendisi veya toplumun yararlarına kullanıp kullanmadığı şüpheli bir sorudur. Aynı araştırmaya göre, 1960 ve 70'lerde zenci kolej öğrencilerinin kariyer amaçları ve politik aktiviteleri zenci topluluğunun hayat şartlarının yükseldiğini göstermektedir. Buna ters olarak çağdaş gözlemciler düşük seviyede bir siyasi aktiviteyi işaret etmekte ve ferdî çıkarların hâkimiyetinin bir göstergesi olarak günümüzdeki zenci öğrencilerin maddi şeylere olan düşkünlüğü vurgulamaktadırlar. Yüksek sosyo-ekonomik statü, düşük ırk bilincinin en önemli işaretidir. Daha açık fırsatlar yapısının algılanması bu fertlerin sistemi sorgulamasını ve böylece statükoya meydan okumasını önlemektedir.

Araştırmanın sonuçları kısaca, refahı artan kesimin etnik tutumlardan uzaklaştığını söylemektedir. Bunun sonucu olarak da siyasî aktiviteler düşmüştür. Ancak, zencilerde refah arttığı için mi siyasî aktivite azalmaktadır, yoksa sosyal haklar kazanıldığından dolayı artık bu tür hareketlere gerek kalmamış mıdır? Bu sorunun cevabı verilmemektedir.