Mücadele hayattır, vazgeçme
Bazen çocukluğum geliyor aklıma, küçük bir kasaba, bir bilinmezliğin içindegeçirdiğim yıllar...
Sonra bir kent geliyor gözlerimin önüne, parklar geliyor, çay bahçeleri, gece yarıları sohbetleri.
Zamanı yakalamak zor!
Masalımsı bir dünya, masmavi bir gök, ilk gençlik yıllarım...
Zamanı yakalamak istiyorum gün doğumlarında.
Bir alev topunu anımsıyorum, günbatımında denizin üzerinden yavaş yavaş kaybolurken, bir çocuk gibi bekliyorum, bilmediğim sözcükleri alt alta yazarken.
Zaman duygusu içimi kemiriyor, yalnızlığın alfabesinde dolaşırken, o güzelim bahçeler, parklar, ağaçlar birer birer yok olduğunda.
Hayatın alın teri, emekçiler, yağma edilen o yeşillikler...
Kirlenen denizler, akarsular...
Zaman insanlara ve saate göre değişirken, o cennet vadiler, kuş cennetleri,göller...
İnsanın insana duyarlılığı, bilinci, sevgisi, hayatı kucaklayıp özgürlüğe açılan patikalarda yürümesi...
Bir soru geliyor aklıma, bir yanıt...
Yarım kalmış bir sevda, umut, sevgi!
Çoğu kez hüzünleniyorum, içim sıkılıyor, patlayacak gibi oluyorum.
Suskunlaşıyorum ansızın.
Suskunluğun tellerine, akan kanın dalgalarına bakıp kalıyorum.
Kimi zaman bir haber kaygılandırıyor beni, kuşatılmış bir kenttin ölen çocukları.
Hakkın, hukukun, temel hak ve özgürlüklerin bir gücün elinde oluşu yüreğimi acıtıyor.
Güvencesiz bir yaşam, ölüm haberleri...
***
Bir bulut geçiyor başımın üzerinden yaslı...
Çocukluk yıllarım, gençliğim, ölen arkadaşlarım, işkenceler, zindanlar, baskı ve şiddet sarmalı...
İnsanların gülümsemesini istiyorum, birbirlerini kucaklanmasını. Kin, nefret duygularından arınmasını, içten pazarlıklı olmamasını.
Siyasetin kirlilikten arınmasını, insanların ötekileştirilmemesini, din sarmalından,derin milliyetçilikten kurtulmasını...
Bir çocuğun gözleriyle konuşmasını, bir babanın geleceğe güvenle bakmasını.
Türkiye’de demokrasi kavramı, farklı kesimlerin birbirlerini anlayabilmesi, sevgi, hoşgörü niçin olmaz!
Neden korkar gazete patronları, gazeteciler niçin yüreklice yazamaz?
Demokrasinin güvenceleri toplumu gökkuşağı rengiyle kucaklasa, çoluk çocuk birlikte olsak, coplanmasak, gazlanmasak...
Yürüsek hep birlikte gün ışığında...
Bir kuşak değil iki kuşak “darbelerin yasal dayanağı vardır” denilerek kıyıldı. Sivil iktidarlar darbe yasalarıyla darbecilerden fazla darbecilik yaptı.
Halka tepeden baktı, emekçileri çiğneyip geçti, üniversiteli gençlerin hayatlarını toprağa gömdü...
Bugün karşıtlarını düşman gören, aşağılayan, horlayan, buyruklar verip yasadışıuygulamalar yapan düşünce önden çekişli bir darbe aslında.
Dört yılda bir seçim sandığına gidip oy vermeyi demokrasi olarak görmek gibi...
Her dönem, her an, her yerde gladyo, kontrgerilla, Özel Harp...
Sivil - asker darbeci bir dayanak...
Demokrasi bu dayanakla yürüyor, çocukluğumdan beri aynı fotoğraf bir türlü duvarlardan inmiyor...
Çalışanları, emekçileri silindir gibi ezip geçen piyasa ekonomisi, AVM çadırlarındayatan işçileri cayır cayır yakıyor...
Haydi gözünüz aydın 301 madenciye mezar olan Soma’daki kömür ocağı açılıyor...
***
Çocukluğumdan bugüne değin geçen yıllar, zaman duygusunun yitip gitmesi...
Yaşanan zamana karşı çaresizlik içinde oluyorum kimi günler.
Taze toprak kokusunu özlüyorum hani o sebzelerin, portakalların, limonların boy verdiği bahçelerden, tarlalardan.
Beton dökülmüş oralara...
Demek ki çocukluğumdan beri zamanı yakalamak için boşa çaba harcamışım...
Koştukça koşan, durdukça duran, hem içimizde hem dışımızda yaşayan zamanıyakalayamamışım!
Hikmet Çetinkaya