Beşir Fuad acaba bugün ölmeye karar verseydi, kendi kanından mürekkep yaparak yazdığı o veda mektubu yerine, bir videoyla mı ayrılırdı hayattan?

Bu sorunun cevabını hiçbir zaman bilemeyeceğiz!

Beşir Fuad, 5 Şubat 1887 tarihinde Cağaloğlu Yokuşu' ndaki evinde, gece geç vakit bileklerini kestiğinde, henüz 35 yaşındaydı.

Bilim, felsefe, edebiyat eleştirisi, biyografi alanlarında sayısız çeviri, makale ve kitabı bulunan bu genç Tanzimat aydını, materyalist ve pozitivistti.

Burada materyalizmin, para düşkünlüğü değil, maddi dünyanın, bilinçten bağımsız olarak var olduğunu savunan bir felsefi görüş; pozitivizmin ise gözlem ve deneye dayanan bilgi dışında kalan metafiziksel iddiaları reddeden bir öğreti olduğunu vurgulamak gerekiyor.

Alman filozof Arthur Schopenhauer’ı ilk kez dilimize çeviren kişi olan Beşir Fuad, intiharı yoluyla, hayatına son vermenin yanı sıra, ölüm sırasında hissedilenleri bilimsel bir gözlem olarak kaydetmeyi de amaçlamıştı.

Bıraktığı not şöyle sonlanıyordu:

‘’Vücudumu teşhir olunmak üzere Mekteb-i Tıbbiyye'ye (Tıp Fakültesi) teberrüan bahşettim. Cenaze oraya naklolunmalıdır.’’

Vasiyeti gerçekleşmedi.

Geçtiğimiz günlerdeyse yine İstanbul’da, Beşir Fuad’la aynı yaşlarda bir genç adam, yayınladığı videoda, az sonra hayata veda edeceğini anlatıyordu.

Konuşmasında, intihar fikri üzerinde uzun bir süredir düşündüğünü, bu kararı ani bir bunalım veya alkol-madde etkisiyle değil, büyük sorgulamalar sonunda ve bilinçli olarak aldığını, hayata dair motivasyonunun kalmadığını dile getiriyordu.

Bir gece önce izlediği filmden aklında kalanları arkadaşına anlatan bir insanın sakinliğiyle yaptığı bu açıklama, bir kadeh şarap, bir sigara ve sevdiği bir müzik parçasıyla sonlanıyordu.

Yayınladığı videoyu izleyip evine koşan arkadaşları maalesef çok geç kalacak; Mehmet Pişkin adlı iyi eğitimli, kültürlü bu genç adamı, ipin ucunda asılı bulacaklardı.

Öldükten sonra mezara gömülmek istemediğini, cenazesinin tıp fakültesinde kadavra olarak kullanılmasını ya da denize atılmasını vasiyet etmişti.

Beşir Fuad gibi, Pişkin’in vasiyeti de gerçekleştirilmedi.

İntihar, insanın en temel içgüdüsü olan ‘’hayatta kalma’’ olgusundan vaz geçmek gibi çok dramatik bir eylem olduğundan, her zaman ilgi çeker.

Nasıl ki BeşirFuad’ın ölümünün, çok büyük bir sarsıntı yaratıp İstanbul’da intihar salgını başlatması üzerine, gazetelerin intihar haberlerini vermesi yasaklandıysa, çok ilgi gören Pişkin intiharı sonrasında da, Türk Psikologlar Derneği, yıkıcı etkileri olabileceği gerekçesiyle videoyu paylaşmama çağrısında bulundu.

Mehmet Pişkin intiharı, insanları derinden etkiledi ve sosyal medyada, konu hakkında sayısız yorum yapıldı.

Bunların büyük çoğunluğu dini gerekçelere dayalıydı. İntiharı, maneviyat eksikliğine bağlanıyor; işlediği günahın, yakılarak cezalandırılacağı vurgulanıyordu.

Bazıları ise, düzgün fizikli, iyi eğitimli, çoğu insanın hayatta arzu edilebileceği hemen her şeye sahip bu genç adamın, neden intihar ettiğine akıl sır erdiremiyordu.

İntiharı, Diyarbakır’da seyyar satıcılık yapan Hacı Örüç’ün, iftar açmak için geldiği evinde eşinin, "Yemek yapacak bir şey yoktu, yemek yok" demesi üzerine, dört çocuğuna sarılıp ağladıktan sonra, evin bir odasında kendini asarak canına kıymasıyla karşılaştırılıyordu.

Kimisi videoyu gözyaşları içinde defalarca izlediğini, hayran kaldığı bu kişiyi hayattayken tanıyamamış olmaktan duyduğu üzüntüyü yazıyor, genç adamı toprağa yakıştıramıyordu.

Videoda söylenenlerin aynısını kendisinin hissettiğini bildiren çok sayıda insan da vardı.

Yorum yapanların tamamına yakını, referans olarak kendi inançlarını ve beklentilerini esas alıyor, intihar eden kişinin de kendileriyle aynı şekilde düşünmesi gerektiği varsayımıyla, intiharı sorguluyor ve/veya yargılıyorlardı.

Tüm bu farklı değerlendirmeleri okuduktan sonra, intiharın tek bir nedene bağlı olmadığının, birbirinden çok farklı nedenlerin, insanı intihara sürüklediğinin öğrenilmesi gerektiği sonucuna vardım.

Öncelikle şu sayıları bilmemiz önemli:

Dünya Sağlık Örgütü (WHO), her 40 saniyede bir, dünyanın bir yerlerinde bir intiharın gerçekleştiğini bildiriyor.

Kadınlar daha sık teşebbüs etse de, erkeklerin daha agresif yollar seçmesi nedeniyle, intihara bağlı ölüm oranı erkeklerde, kadınların üç misli.

İntihar edenlerin büyük bölümü, depresif bir süreçten geçiyor.

Sevilen birinin kaybı, ayrılık, boşanma, ağır hastalık, ağrı veya sakatlık, işini kaybetme, ciddi ekonomik çıkmazlar, baskı ve şiddete maruz kalma, (tecavüz, dayak, ağır duygusal şiddet), toplum içinde küçük düşme, beklentileri karşılayamama, özgürlüğün kısıtlanması ve hapis, düşük özgüven gibi nedenler, bazı insanların yaşama arzusunu azaltıp, umudunu kırabiliyor.

Şizofreni gibi psikotik bozukluklar, kişinin kendisini öldürmesini emir/tavsiye eden iç sesler duyması yoluyla intihara neden olabiliyor. Bu hastaların, ilaçlarla tedavisi mümkün.

Alkol ve madde kullananlarda, içgüdüsel davranışları kontrol etmek zorlaşıyor. Bu durum, çok basit bir nedenle, aniden hayatı sonlandırmayı kolaylaştırıyor. Madde etkisi altında intihar girişiminde bulunup da hayatta kalanlar, kendilerine geldikten sonra çoğunlukla yaptıklarına anlam veremiyor ve pişmanlık duyuyorlar. Birçok kişinin, depresyon, anksiyete gibi bazı ruhsal sıkıntılarla başa çıkma aracı olarak alkol ve maddeye başvurduğunu, bunun da intihar riskini büsbütün arttırdığını unutmamak gerekiyor.

Gerçekten ölmek değil, dikkat çekmek, yardım edecek bir el bulabilmek için yapılan intihar girişimleri sonucu gelişen körlük, karaciğer ve böbrek yetmezliği gibi kalıcı organ hasarlarının yanı sıra, felç olan çok sayıda insan var.

Yazının başında vurguladığım iki insanın, Beşir Fuad ve Mehmet Pişkin’in intiharlarını ise, ‘’felsefi ölüm isteği’’ kategorisine sokmak mümkün.

Bu grup intiharları diğerlerinden ayıran özellikler arasında, uygulayıcılarının çoğunun ciddi bir ruhsal / fiziksel hastalığa sahip olmaması, eğitimlerinin ve sosyoekonomik düzeylerinin genellikle iyi oluşu sayılabilir.

Anlamsız buldukları yaşamın akışını ve sonlanmasını kontrol edebilme ihtiyacı duyduklarını bildiriyorlar.

Yaşamı anlamsız bulma, her zaman kişinin depresyon geçirdiği anlamına gelmiyor.

İnsanın kendini tüm evren içinde nerede konumlandıracağını bilememesi sonucu içinde hissettiği varoluşsal boşluğu, Dr. Viktor Frankle,’’ İnsanın Anlam Arayışı’’ kitabında şöyle dile getirir:

"Bir insanın, yaşamın yaşamaya değer oluşuna ilişkin kaygısı, hatta umutsuzluğu, varoluşsal bir bunaltıdır. Ama kesinlikle bir ruh hastalığı değildir. Böyle bir şeyi ruh hastalığı terimiyle yorumlayan doktor, hastanın varoluşsal umutsuzluğunu, uyuşturucu ilaçlar yığınının altına gömebilir. Bunun yerine onun görevi, varoluşsal gelişim ve gelişme krizi boyunca kişiye yol göstermektir."

D. Frankle’a katılmamak mümkün mü?

Çünkü insan izole bir adacık değil, sosyal bir canlıdır.

Hayatını anlamlı bir öykü gibi yaşama isteği doğuran, soyutlama yetisine sahip olan beynidir.

Özgürce biçimlenen giriş, gelişme ve sonucuyla, derin, değerli, özel ve bütünlüklü bir öykü olmalıdır, onun öyküsü.

İyi bir öykü için, onu anlatılmaya değer kılacak unsurları yaratan varoluşsal koşullara ihtiyaç vardır.

İntiharda, hemen her zaman öykü bozulmuştur.

İntihar eğiliminde, öykünün sahibini onarmak için, ilaç kullanmak ve hastaneye yatırarak tedavi etmek elbette gerekebilir.

Ama öykünün kendisi, ilaçlarla düzeltilemez!

Öykünün düzlemesi için, öykü sahibinin kendisiyle, toplumla ve dünyayla nasıl bir ilişki kurduğuna bakmak gerekir.

Öğrenme ve toplumsallaşma, hayatı derinden kavrama olmaksızın psikolojik tedavi adı altında yapılan hemen her şey, gerçek bir çözüm sunmaktan çok uzak kalacaktır.

İntiharları romantize etmek elbette doğru değildir ama intihar videolarının yasaklanmasına çalışırken, insan psikolojisini mahveden toplumsal ve ekonomik çarpıklıklara, tüm değerlerin alt üst oluşuna kulak tıkamak, ondan binlerce kez daha büyük bir yanlıştır.

İntihar, akılcı tartışmaların konusu olmalı, onu ortaya çıkaran sosyal, ekonomik ve manevi nedenler araştırılıp, doğru çözümler üretilmelidir.

İntiharın en iyi ilacı, yaşamı anlamlı kılmaktır!

Ve anlamlı yaşamın, herkes için farklı yolları olabileceği akıldan çıkarılmamalıdır!