Psikiyatri tarihinin belki de en çarpıcı deneylerinden biri olan ve "Pat Deneyi" olarak da bilinen "Rosenhan Deneyi", David Rosenhan adlı bir psikiyatrist tarafından yapılıyor.


Rosenhan'ın deneye başlarken cevaplamaya çalıştığı soru ise "Bir kişinin akıl sağlığının yerinde olup olmadığı, akıl sağlığının derecesi kesin olarak anlaşılabilir mi?" sorusu. Kendisi bu konuda bir hayli kötümserdir ve psikiyatri uzmanlarının düşüncelerinin objektif kriterlere dayanmadığını deneylerle kanıtlamaya çalışır.

Peki bu ilginç deney nasıl yapıldı?


Hemen anlatalım. Rosenhan'ın da dahil olduğu ve toplamda üç psikolog, bir psikiyatr, bir öğrenci, bir pedagog, bir ev kadını ve bir ressamdan oluşan sekiz kişi, ayrı ayrı, gaipten sesler işittiklerini söyleyerek bir kliniğe müracaat ederler. Pek tabii ki bu 8 kişinin aslında hiçbir rahatsızlıkları yoktur. Nitekim kliniğe kabul edildikten hemen sonra, bir rahatsızlıkları kalmadığını söylemeleri ve normal davranmaları konusunda anlaşmışlardır ve öyle de yaparlar.
Tam bu noktada çok ilginç bir şey olur ve klinik yönetimi hasta olduklarını düşünerek iddialarını kabul etmez. Israrlı şekilde iyi olduklarını söylemeye devam ederler, fakat en erken çıkan bile klinikte yedi gün kalmak zorunda kalır.
Rosenham çalışmasını burada sonlandırmaz ve devam eder.


Klinikten çıkanlar, aynı iddialarla ve bu sefer farklı isimlerle başka bir kliniğe başvururlar. Grup her seferinde çeşitli sesler duyduklarını iddia ederek başvuru yapar ve bu şekilde toplamda tam 12 tane kliniği ziyaret eder. Hastanelerin ve doktorların kalitesinin deney üzerinde etkili olmadığını göstermek için farklı türde kliniklere başvururlar. Bu klinikler arasında kırsal kesimlerdeki devlet klinikleri, büyük şehirlerdeki üniversite hastaneleri ve bir özel hastane vardır.
Yalancı hastalar da hastaneler gibi, eğitim, meslek, yaş gibi yönlerden birbirlerinden oldukça farklılardır ve tanınma ya da araştırılma riskine karşın takma isimler kullanırlar. Tüm bunlar, deneyin yanlı olmadığını kanıtlamak için yapılır.
İlginç olan şudur ki, bütün klinikler bu 8 kişilik grubun tamamına hastalık teşhisi koyar.



Gaipten sesler duyduklarını söyleyerek kliniklere başvuran 8 hastanın tümü, “boş”, “boşluk”, “nafile” gibi sözcüklerin kafalarında tekrarlandığını iddia ederler, ki bu sözcükler David Rosenhan ve ekibi tarafından, varoluşsal bir krizin sinyallerini verdikleri için özellikle seçilmiştir. Gruptan 7 kişiye şizofreni, 1 kişiye manik-depresif psikoz tanısı konduktan sonra tümü hastaneye yatırılır.
Hastaneye yattıkları andan itibaren tamamen “normal” ve uyumlu davranan, artık ses duymadıklarını söyleyen kişilerin hasta olmadıklarına hekimleri ikna etmeleri, ortalama olarak 19 gün sürmüş, bir keresinde kişilerden biri tam 52 gün hastanede tutulmuştur.
İlginçlikler burada da bitmiyor, çünkü klinik yönetimleri asla hastaların iyi olduğuna inanmıyor.


Hastaneden taburcu ederken bile "gerileme dönemindeki şizofreni" teşhisi koyarak yolluyorlar. Rosenhan’a göre bu tanı, akıl hastalıklarının iyileştirilebilir olarak görülmediğini gösteriyor; çünkü gerileme durumunda şizofreniye sahip olmak, aklı başında olduğunuz anlamına gelmiyor. Kimse iyileşmiş bir kanser hastasını kusurlu olarak görmezken, tek bir “çeşitli sesler duyma” şikayeti bile bir hastanın hayatı boyunca üzerine yapışacak bir etikete sahip olmasına sebep olabiliyor.
Rosenhan’ın ortaya koyduğu deneyin ilk sonuçları, psikiyatri camiasında büyük tartışmalara sebep oluyor.



Öyle ki, ülke genelindeki klinikler deneyin sonuçlarına ateş püskürüyor ve kendilerinin diğer hastaneler gibi bu tarz hataları asla yapmayacaklarını söylüyorlar. Hatta bir hastane yönetimi, David Rosenhan ile iletişime geçerek meydan okuyor ve hastanelerine önceden haber vermeksizin yalancı hastalar göndermesini istiyor.
İddiaları, ilk deneydeki durumun kendi hastanelerinde asla yaşanmayacağı, hastanenin doktor ekibinin bu yalancı hastaları gerçeklerinden ayıracağı yönünde.
Rosenhan, bu meydan okumayla karışık teklifi kabul ediyor.

Rosenhan’ın bu teklifi kabul etmesi üzerine, üç aylık süreç içinde hastane ekibi, hastaneye başvuran 193 hastanın 41’inin yalancı hasta olduğunu düşünüyor; ayrıca 42 kişiden de şüphe duyuyor. Hatta bu 41 hastanın 19’unun akıl sağlığının yerinde olduğu konusunda en az bir psikiyatrist ve bir hastane personeli daha görüş birliğine varıyorlar.
Sıkı durun, çünkü Rosenhan psikiyatri dünyasını bu ikinci çalışmayla iyice rezil rüsva ediyor. Şöyle ki, kendisi bu üç aylık süreçte aslında hastaneye bir tane bile yalancı hasta göndermiyor.
Bu ikinci araştırmadan sonra psikiyatri dünyası Rosenhan karşısında teslim bayrağını çeker.



Konuyla ilgili “Psikiyatri kliniklerinde, akıl sağlığı yerinde olanla olmayanı ayıramadığımız apaçık ortada” diyen Rosenhan, “İkiden fazla psikiyatri uzmanının normal zannedip sahte hasta olarak nitelendirdiği 19 kişi gerçekte normal miydi, yoksa akıl hastası mıydı? Bana kalırsa bunu hiçbir zaman bilemeyeceğiz” diye ekliyor.
Deneylerle ilgili bir çarpıcı durum daha va
r.



Öyle ki, ilk çalışmada hasta olduğu teşhisiyle hastaneye yatırılan 8 kişilik grubu, o an hastanede bulunan gerçek hastaların bir kısmı sahte hasta olarak görüyor.
Tam olarak detay vermek gerekirse, o sırada kliniklerde yatan 118 gerçek hastadan 35’i, bu 8 kişilik grubun bazı üyelerine "Sen deli olamazsın, herhalde hastaneyi teftişe gelen bir gazeteci ya da profesörsün" der, kalan hastalar da bu kişilerin önceden hasta olup şimdi düzeldiğine inanır.
Hastane görevlileri ise, onların birer "sahte hasta" olduğunu hiçbir zaman anlamaz.
Sonuç olarak bu muhteşem deney, psikiyatri dünyasında deprem etkisi yaratmayı başardı.



Ülke genelinde onlarca kliniği ve yüzlerce psikiyatrı çaresiz bırakan Rosenhan'ın çalışmaları sonucunda Amerikan Psikiyatri Birliği, Akıl Hastalıklarının Tanı ve İstatistik El Kitabı adlı rehberini değiştirdi. Ayrıca Rosenhan'ın araştırmaları, akıl hastanelerinde reformun ve hastanelerde tutulan kişilerin taburcu edilebileceği fikrinin yaygınlaşmasına katkı sağladı
.

kaynak: onedio