Ahlak ve kalite birbirinden ayrı düşünülebilir mi? Ahlak ve etik dışı üretim süreçleri ürünün kalitesini etkiler mi? Üretim sürecinin birincil sorumluluğu daha iyisini mi yapmaktır, yoksa hiç kimseye zarar vermemektir?
Ahlak, Ürün Kalitesinden Daha Önemlidir
Yemek yapan bir aşçı, eğer hijyen kurallarına uymazsa, insanları zehirleyebilir. Şoförün bir anlık dikkatsizliği, insanları öldürebilir. Sadece tek başına çalışanlar değil, işletmeler de insanlara zarar verebilir. Her şirketin ürettiği ürün veya hizmet, insan sağlığına ya da çevreye zararlı olabilir. Doktorların Hipokrat yeminindeki, “önce zarar verme!” ilkesi aslında, iş yapan her insan, her şirket için geçerlidir. İş yapmanın birinci koşulu, zarar vermemektir. İş yapan herkes, bu sorumluluğu üstlenir.
Bunun için uygar toplumlar, bir ürün veya hizmetin üretimde kullanılan yöntemlerin, ham maddelerin ve nihai ürünlerin olumsuz etkilerini en aza indirmek için sürekli bir çaba içindedirler. Avrupa Topluluğu, üye olmak isteyen her ülkeye, kendi üretim standartlarına uymayı bir koşul olarak getirir. Aynı anlayış, Amerika Birleşik Devletleri, Japonya gibi ülkelerin hepsinde vardır.
Ama şirketleri yönetenlerin sorumluluğu, insan sağlığı ve çevre konularıyla da sınırlı değildir. Şirketler, yatırımcıların parasını kullanır, insan çalıştırır, tedarikçilerinin ürünlerini girdi olarak kullanırlar. Her şirket, kendi çevresinde bir etki alanı oluşturur. Bir şirketi iyi yönetememek, sadece o şirketin sahiplerinin para kaybetmelerine değil, o şirkette çalışanların işsiz kalmalarına, tedarikçilerin işlerini kaybetmelerine, müşterilerin zarar görmelerine yol açabilir.
Şirketler, her geçen gün hayatımızda daha büyük bir yer kapladığı için, üstlendikleri sorumluluklar da aynı oranda arttı. Bundan yüz elli sene önce, en büyük şirketin çalıştırdığı insan sayısı iki-üç yüz kişiyken, bugün büyük şirketler, milyonlarca insana dokunan bir etkiye sahipler. Amerikan perakende zinciri Walmart’ın çalıştırdığı insan sayısı iki milyonun üzerinde. Bu şirket, yirmi yedi ülkede, on bir binden fazla mağazaya sahip ve her gün on milyonlarca insanın hayatına giriyor, on binlerce şirketten satın alma yapıyor. Böyle bir büyüklüğü yönetmenin sorumluluğu, bir devleti yönetmenin sorumluluğu kadar büyük.
Son yıllarda, sık sık, şirketlerin sosyal sorumluluk üstenmeleri, toplumdan kazandıklarını topluma geri vermeleri gereğinden bahsediliyor. Pek çok büyük şirket de, bu talebe cevap vererek, “iyi işler yapan şirket” algısını yaratmak için, eğitim, sağlık, çevre gibi konularda “sosyal sorumluluk” projeleri üstleniyor.
Ben, bu tür “sosyal sorumluluk” işlerine zaman ve kaynak ayırmaya gelene kadar, her şirketin önce kendi müşterilerine, kendi çalışanlarına ve tedarikçilerine; içinde bulundukları topluma ve çevreye karşı sorumluluklarını yerine getirmesi gerektiğine inanıyorum.
Şirketler de bireyler de elbette toplumun sorunlarına duyarlı olmalı ve bu konularda gönüllü olarak çaba göstermelidirler ama bunlardan önce, faaliyet gösterdikleri alanda, önce üzerlerine düşen sorumlulukları yerine getirmelidirler. Adil, şeffaf ve hesap verebilir bir yönetim sergilemeleri, “kurumsal sosyal sorumluluk” projeleri üstenmelerinden çok daha değerlidir. Bir şirketten beklenen, çevre ya da eğitim konusunda kurumsal sosyal sorumluluk projesi yapmaktan çok, aslında kendi yaptığı işi, doğru, düzgün yapması; insana ve çevreye zarar vermeden faydalı bir faaliyet sürdürmesidir.
Şirketlerin bu anlayışla yönetilmeleri, sadece “iyi yönetişim” konusu değil, özünde bir ahlak konusudur. Çünkü, bir şirketin çevreye ve topluma zarar vermemesini, kanunlardan çok, o şirketi yönetenlerin ahlakı belirler.
İster bireysel ilişkilerimizde, ister iş hayatında, isterse siyasette olsun, ahlak kuralları hep aynıdır. Ahlaklı olmak demek, yalan söylememek, aldatmamak, çalmamak, rüşvet alıp vermemektir. Hangi ülke, hangi sektör olursa olsun, geçerli olan, bu ahlak kurallarıdır. Bu kurallar kişilere ya da kurumlara göre değişmez. İş hayatı da, siyasi hayat da, günlük hayat da aynı ahlak kurallarına tabidir. Nasıl özel ilişkilerimizde dürüst olmak zorundaysak, iş hayatı ve siyasette de dürüst olmak zorundayız. Yalan söylemek, gerçeği gizlemek, aldatmak, hile yapmak… sadece bireysel ikişkilerimizde değil, her yerde ve her alanda, ahlaksızlıktır
Son günlerde ortaya çıkan Volkswagen skandalı bunun en canlı örneğidir. Ürettiği bazı araçların çıkardığı azot monoksit gazını azaltacak yatırımı yapmak yerine şirketin, gaz salınımını gerçek değerinin altında gösteren bir yazılım yazarak, gerçeği herkesten saklaması, ahlaksızlıktır. Volkswagen yöneticileri, daha fazla kar etmek için milyonlarca insanı aldatmışlardır. Hem müşterilerine, hem bayilerine, hem ortaklarına, hem kendi çalışanlarına, hem de markalarına zarar vermişlerdir.
Keşke Volkswagen hiç bir kurumsal sosyal sorumluluk projesi üstlenmesydi, keşke Almanya Futbol Ligi (Bundesliga) takımlarına sponsorluk yapmasaydı da, önce kendi üzerine düşen sorumluluğu hakkıyla üstlenip, şeffaf bir yönetim anlayışı benimseseydi.
Daha düne kadar Volkswagen, bütün ülkelerin kamuoyu nezdinde, ürünlerinin kalitesi ile çok olumlu izler bırakmış bir şirketti. Ama birkaç üst düzey yöneticinin ahlak dışı davranışı, sadece şirketin çalışanlarını ve ortaklarını değil, müşterileri ve bayileri başta olmak üzere milyonlarca insanın hayatını son derece olumsuz etkiledi.
Hiçbir iş sadece, ürün ve hizmet üretmekten ibaret değildir. Ne kadar kaliteli üretim yaparsa yapsın, bir şirketin en önce temel ahlak kurallarına uyması gerekir. Buna uymayan şirketler, etki alanlarındaki insanlara büyük zarar verirler. Bu yüzden kim hangi işi yaparsa yapsın, o işi nasıl yaptığı yani ahlaklı davranıp davranmadığı, yaptığı işin niteliğinden çok daha önemlidir. Çünkü insanlar, kalitesini beğenmedikleri bir marka yerine, kendi özgür seçimleriyle, bir başka markanın ürününü alabilirler. Ama bir şirketin yaptığı ahlak dışı davranışı, bazen uzun bir süre kimse fark etmeyebilir. Kaliteli bir ürün satın aldığını zanneden insanlar, yanıldıklarını uzun süre anlamayabilirler. Bu nedenle ahlak, kaliteden daha önemlidir ve daha önce gelir.
İster küçük, ister küresel büyüklükte olsun, şirket yönetmenin temelinde ahlaki kurallar vardır. Bunlar ülkeden ülkeye, toplumdan topluma değişen kuralar değildir. Dünyanın her yerinde, her çalışanın ve her yöneticinin uyması gereken kurallardır.
Umarım Volkswagen örneği, kamu ve özel sektörde yöneticilik yapanlara ne kadar büyük sorumluluklar üstlendiklerini hatırlatan bir örnek olmuştur.