Bazı dönemlerde insan olarak bir şekilde yaşadığımız, dolayısıyla yakından tanıdığımız bir duygu durumudur anksiyete. Yaşadığımız strese verdiğimiz yanıtın önem li bir parçasıdır ve bizi tehlike anında eyleme geçmeye hazırlamaktadır. Bu bağ lamda normal anksiyete; gerekli, ussal, hatta yaşamsaldır. Ancak aşırı olduğunda günlük yaşamı olumsuz etkilemekte, kişisel başarıyı engellemektedir.
Anksiyete bir tür korkudur. Ancak korkuya kıyasla daha belirsiz ve daha kar maşık bir duygudur. Anksiyete içinde korkunun baskın olduğu; ancak korkuya üzüntü, öfke, utanma, suçluluk gibi duyguların da eşlik ettiği kabul edilmektedir. Günlük yaşamda karşılaşılan sınav, alışık olunmayan bir ortam ya da yeni insan larla tanışına durumunda anksiyetenin olması normaldir. İleriki sayfalarda üzerin de durulacak olan, bu olağan duygunun şiddetli olması, kişinin günlük işlerini et kileyecek şekilde yaşanmasına neden olan farklı durumlardır.
Anksiyete bozukluklarına daima, neden sonuç ilişkisiyle birbirine bağlı üç farklı öğe eşlik etmektedir (Akim ve Onur, 2007): Birincisi kalp çarpıntısı, terleme, gevşeye- meme hali, huzursuzluk ve uykusuzluk gibi fiziksel belirtiler. İkincisi bilişsel öğedir; kişi bazı durumları, olayları ya da duyumları “tehlike kaynağı” olarak algılar. Üçüncü sü ise, davranışsal öğedir. Tehlike kaynağı olarak algılanan durumlardan uzak durma, onlardan kaçma, onlara karşı güvenli önlemi alma şeklinde ortaya çıkmaktadır.
Anksiyete bozuklukları çocukluk dahil her yaşta ortaya çıkabilmektedir. İlgili li teratürde ortak temaları korku, anksiyete beklentisi ve endişe olan toplam 12 ank siyete bozukluğu grubu vardır. Ancak bu gruplara giren bozuklukların belirtileri, önemli ölçüde birbirine karışmaktadır. Bazı kimseler kendi çabalarıyla yaşadıkları bozukluğun üstesinden gelebilmektedir. Bazıları ise “kaçınma stratejileri” kullanarak anksiyete uyaranlarından uzak kalmayı başarabilmekte ve yaşamlarını sorun suzca sürdürebilmektedirler.
Panik Bozukluğu ve Agorafobi
Panik bozukluğu ya da panik atağı (PA), aniden ve beklenmedik şekilde ortaya çı kan yoğun bunaltı ya da korku dönemleridir. Atak aniden başlar ve genellikle 10 dakika ya da daha kısa sürede en üst noktasına ulaşır. Süresi yaklaşık 15-20 daki kadır (Bayraktar, 2007). “Sempatik sinir sistemi”nin uyarılması sonucu ortaya çıkan panik bozukluğunun en önemli belirtileri; çarpıntı, göğüste daralma duygusu, gö ğüs ağrısı ya da göğüste yanmadır. Bu belirtilere baş dönmesi, dengesizlik duygu su el ve ayaklarda uyuşma gibi belirtiler de eşlik eder.
Tetikleyici etkenlerin varlığı ya da yokluğuna bağlı olarak üç PA türü saptanmış tır: Birincisi beklenmedik panik ataklardır. Ortada hiçbir neden yokken aniden orta ya çıkar. İkincisi duruma bağlı panik ataklardır. Her zaman atağın başlamasını tetikleyen bir durum ya da o durumun ortaya çıkmasıyla ilgili bir beklenti vardır. Örne ğin toplumsal bir ortamda başkalarının bir inceleme ya da değerlendirmesine tabi tu tulacağı düşüncesi nedeniyle kişini yaşadığı bunaltı, şiddet ve yoğunluk olarak PA düzeyine ulaşabilir. Üçüncüsü, bazen tetikleyici bir duruma bağlı olarak ortaya çıkar ken bazen o tetikleyici durumun hemen sonrasında ortaya çıkmaz. Örneğin kişideki PA araba kullanırken oluşabilir. Ancak bazen araba kullanmaya başladığında değil de araba kullanmaya başladıktan yarını saat sonra görüldüğü durumlar da olabilir.
Panik bozukluklar, genellikle sabah geç ya da akşam erken saatlerde oluşurlar. Bazı bireyler gece uykuya daldıktan sonra, ilk birkaç saat içinde panik atakla uya nır. Kimi insanlarda sadece bu tür ataklar gelişir. PA yaşayan bazı insanlar ataklar arasında hiçbir şekilde bunaltı hissetmezler. Bazıları fiziksel egzersizlerin ya da ba zı duyumların atakları tetikleyebildiğini fark ederler. Onlar egzersiz yapmaktan, bazdan cinsel ilişkiye girmekten kaçınırlar. Birçok madde, örneğin kafein, neden olabiliyor; alkol, alındıktan 6-12 saat sonra PA yapabilmektedir. Bireyler genellik le PA aralarında rahattır. Ancak ataklar tekrarlayıcı olduğu için, kişi ataklar arasın da bir endişeli bekleyişe girer ve atakların gelişimini önlemek için neler yapabile ceğini, geldiğinde nasıl önleyeceğini düşünmekten kaygı duyarlar. Bu nedenle dikkat odaklamada bozulma, acelecilik, yerinde duramama, gevşeyememe, sinirli lik, uykuya dalmada güçlük ve sık sık uyanma, baş ağrıları gibi yakınmaları olur. PA en sık karşılaşılan anksiyete bozukluğudur. Kadınlarda daha sık görülür. Genel nüfusun % 7-l4ü yaşanılan boyunca bir ya da daha çok PA geçirmişlerdir.
Agorafobi, bir panik atağı ya da panik atağı belirtisinin (ani baş dönmesi, ishal olacağı korkusu) ortaya çıkması durumunda yardım sağlanamayacağı ya da kaçınmanın zor olabileceği ortam ya da durumlarda bulunma nedeniyle duyulan anksiyetedir. Bu durumdakilerin bir kısmı yaşadıkları korkuya ve bunaltıya katlanarak bu tür ortamlara girerken büyük bölümü bu tür ortamlara girmekten kaçar.
Özgül Fobiler
Bir tehdit ya da tehlike karşısında yaşanan endişe duygusu, korku olarak tanımlanmaktadır. Korku normal bir duygudur; ancak korkunun aşırı olması fobi olarak isimlendirilmektedir. Özgül fobi (ÖF) ise, sosyal fobi ve agora fobi için tanımlananlar dışındaki nesne ya da durumlardan, mantıksız olmasına karşın aşırı ve sü rekli korku duyma halidir (Cansever, 2007).
Bu korku türünü hayvanlar ya da böcekler başlatabilir; fırtına, yüksek yerler ya da su gibi doğal çevredeki olgular başlatabilir ve bunların tamamı çocuklukta baş lar. Korku, kan ya da yara görme, enjeksiyon, köprüler, tüneller, toplu taşıma araç larında, asansör de, uçakta bulunma; hatta araba kullanmada ortaya çıkabilir ve genellikle aileseldir.
Adından da anlaşılacağı gibi özgül durumlarda ortaya çıktığı için, birey o ortamlardan kaçınarak fobinin ortaya çıkmasını önleyebilir ve bütün yaşamım bu ka çınma davranışı nedeniyle fazlaca sıkıntı çekmeden geçirebilir. O nedenle de yaygın olmasına karşın tedaviye başvuru oranı düşüktür. Hemen belirtelim ki tedavi ye yanıt oram da son derece yüksektir.
Fobi, öğrenilen bir duygudur. Bazıları yaşantı yoluyla (köpek saldırısı sonucu köpekten, araba kazası sonucu araba kullanmaktan korkma) öğrenilir. Bazıları gözlemleyerek öğrenilir. Örneğin ebeveynin yüksekten korkmasını gören çocuğun yükseklik korkusu geliştirmesi, görerek öğrenmedir. Yaşanan korkunun nasıl fobi ye dönüştüğü henüz bilinmiyor. Ancak örneğin köpeklerle temas halinde büyüyen çocuklarda, köpek ısırsa bile, ÖF gelişme olasılığı düşüktür. Yine korku nesnesiyle yüzleşmekten kaçınanlarda risk daha fazladır.
Özgül fobisi olanlar, dikkatlerini korku duyulan nesneye odaklarlar. O neden le örneğin bir odadaki hamam böceği ya da örümceği ilk görenler, onlara özgül fobisi olanlardır. Bu insanlar, fobik nesne ya da durumla ilgili olayları abartırlar. Sözgelimi, yükseklik fobisi olanlar düşeceklerini, asansör fobisi olanlar asansörden çıkamayacaklarını düşünürler. Korku duyulan nesneden sürekli kaçış, onları dü şünüldüğü kadar korkutucu olmadığını öğrenme olasılığını engellemektedir.
Sosyal Fobi
Sosyal fobi ya da sosyal anksiyete bozukluğu, kişinin toplumsal ortamlarda utana cağı, rezil olacağı ya da başkaları tarafından yargılanabileceği kaygısı taşıması ve sonuç olarak bu ortamlarda bulunmaktan kaçındığı bir bozukluktur. Bu insanlar başkalarıyla birlikteyken bir eylemi başaramayacakları, dolayısıyla olumsuz değer lendirileceklerinden korkmaktadırlar. Bu korku nedeniyle de bütün dikkatlerini bu başaramama ve olumsuz değerlendirilme üzerine yoğunlaştırırlar. Sözün özü, kişi çevresinde olumlu izlenim bırakmak istemektedir; ancak bu konuda kendine gü venmemektedir. Yetişkinler bu korkularının anlamsız olduğunun bilincindedirler.
Sosyal fobisi olan çocuklar, sadece erişkinlerle değil, akranlarıyla olan ilişkile rinde de fobi yaşarlar. Çocuklar bu duygularını ağlama, huysuzluk yapma, dona kalma, tanıdıkları olmadığı ortamlardan uzak durma şeklinde gösterirler. Çocuk larda tanıdık olmayan ortamlara, insanlara ve nesnelere aşırı korku duyma olarak tanımlanan “davranışsal ketlenme”, sosyal fobinin çocukluktaki öncülüdür. Sosyal fobikler anne ve babalarını daha reddedici, katı ve duygusal yakınlıktan yoksun olarak değerlendirmişlerdir. Ebeveynin yüksek ölçütlerine uymayan davranışları nedeniyle cezalandırılan; ama o davranışları gösterdiğinde ödüllendirilmeyen ço cuklarda başarısızlık korkusu gelişebilmektedir.
SF tanısı konulan insanlar genellikle genç, bekar, kadın, eğitim ve gelir düzeyi düşük ve düzenli işi olmayanlardır. SF genetik yatkınlık, ev ve çevre koşulları, mi zaç ve kişisel deneyimlerin karmaşık etkileşiminin sonucu olarak gelişmektedir. Sosyal fobinin gelişmesinde utangaçlık önemli bir risk etkenidir. Utangaçlık, tek ba şına bir hastalık durumu değil tabi. Ancak utangaçlıkta görülen yalnız olmayı yeğ leme, kendine olan saygının düşüklüğü süreklilik kazanırsa kişide SF gelişebilir.
SF’de bilişsel açıdan iki sorun vardır: Birincisi başkalarıyla birlikteyken bir so runu başaramama ve buna bağlı olarak olumsuz değerlendirilme korkusu; ikincisi tüm dikkatin içsel uyaranlara odaklanmasıdır. Olumsuz değerlendirilme düşünce si tüm benliklerini sarar. Anlaşılacağı üzere SB’lerin temel özelliği, çevreye olumlu izlenim bırakma isteği ile bunu başarma konusunda kendisine güvenmeme duygusunu birlikte yaşamalarıdır. Kendilerini değersiz görme, öteki insanları eleştirici olduğunu düşünme, başkaları tarafından gözlendiği konusunda artmış bir duyarlı lık ve korku, bu korkunun başkalarınca anlaşılabileceğinin verdiği endişe… SF’nin gelişmesine neden olan olaylar arasında şaka yapılması, eleştiri, zorbalık, reddet me, alay konusu olma gibi çocukluk deneyimleri etkili olmaktadır. Son zamanlara kadar SF’nin belirtileri normal utangaçlıkla eş tutulmuş, ancak son çeyrek yüzyıl dan bu yana; insana acı veren, ciddi, yeti kaybına yol açan bir hastalık olarak ka bul edilmektedir. Tedavisi yapılabilmektedir.
Obsesif-Kompülsif Bozukluk
Obsesyon (saplantı); kişinin rahatsız edici bulduğu, sıkıntı yaratan, yineleyici dü şünce, dürtü ya da düşlemlerdir. Kompülsiyon (zorlantı) ise, bir obsesyona tepki olarak yapılan motor ya da zihinsel eylemlerdir. Obsesyon, olmasından korkulan bir şeyi önleme amacına yöneliktir. Ancak o amaçla bir ilişkisi hiç yoktur ya da çok çok abartılıdır ve kişi davranışının aşırı ve anlamsız olduğunu da bilir.
Bir kişide obsesyonun olup olmadığı aşağıdaki belirtilerle anlaşılır (Şahin ve Böke, 2007):
- İstenmeden gelen ve uygunsuz olarak yaşanan, belirgin anksiyete ve sıkın tıya neden olan, yineleyici ve sürekli düşünceler, dürtüler ya da düşlemler.
- Düşünce, dürtü ya da düşlemeler, sadece gerçek yaşam sorunları hakkında duyulan aşın üzüntüler değildir.
- Kişi bu düşünce, dürtü ya da düşlemelerine önem vermemeye ya da onları baskılamaya, başka bir düşünce ya da eylemle etkisizleştirmeye çalışır.
- Kişi obsesyonel düşünce, dürtü ya da eylemlerini zihninin bir ürünü olarak görür.
Kompülsyonlar ise şu iki durumla tanımlanır
- Obsesyona tepki olarak mutlaka yapılması gereken, kişinin kendini alıkoya madığı yineleyici davranışlar (el yıkama, düzene koyma kontrol etme) ya da
zihinsel eylemler (dua etme, sayı sayma, kimi sözcükleri sessiz bir şekilde söyleyip durma).
- Yapılan davranış ve/veya zihinsel eylemler sıkıntıdan kurtulmaya, o sıkıntı yı azaltmaya ya da korku yaratan olaydan kurtulmaya yöneliktir.
Obsesyon ya da kompülsiyonlar, kişide belirgin bir sıkıntıya ve boşa zaman har canmasına neden olur. Kişinin günlük işlerini, işlevselliğini ve toplumsal ilişkileri ni olumsuz etkiler. 1980 ‘li yıllardan sonra yapılan tarama çalışmaları, bu rahatsız lığın sanılandan 50- 100 kat fazla olduğunu göstermiştir. Bu tarama çalışmalarına göre, tüm psikiyatrik bozukluklar içinde, yaygınlık bakımından dördüncü sırada yer almaktadır. Başlama yaşı ortalama 21 ‘dir. Tedavisinde başarılı olan ve olma yan örnekler mevcuttur.
OKB belirtileri bakımından, oldukça zengindir. Sıklık sıralamasına göre obsesyonlar bulaşma, kuşku, somatik, simetri, agresif, cinsel ve dinseldir. Olguların %70′ten fazlasında iki ya da daha çok obsesyon tipi bir arada bulunmaktadır. Kom pülsyonlar ise kontrol etme, yıkama, sayma, sorma-anlatma ya da dua etme, simet ri ve düzen, biriktirme kompülsiyonları olarak sıralanır. Olguları %60′ı kadarında birden çok kompülsiyon tipi bulunur.
Bulaşma obsesyonlara genellikle yıkama, temizleme kompülsiyonları eşlik eder. En çok mikrop ve pislik bulaşması obsesyonu görülür. Bulaştırıcı olduğu var sayılan nesnelerden kaçınma ve belirgin anksiyete söz konusudur. Kaçınmayı dü şündükleri nesneler de çok kez kaçınılması zor olan nesnelerdir (dışkı, idrar, toz vb). Aşırı el yıkamaları nedeniyle derileri soyulabilir ya da kaçınmalar nedeniyle evden çıkamaz olurlar. Endişeleri kendilerine değil daha çok başkalarına bulaştır mayla ilgilidir.
Kuşku obsesyonları, genellikle kontrol etme-denetleme kompülsiyonlarıyla iliş kilidir. Kontrolleri dışında kalırsa bir felaket olacağı endişesiyle emin olmaya çaba larlar. Ütüyü fişten çıkardıklarını bilirler (akılcı tarafı); ama yeniden kontrol için zorlayıcı bir duyguları vardır (akılcı olamayan taraf ve ikincisi üstün gelir. Kontrol etmeye karşı direnmek ya da geciktirmek ciddi anksiyete yaratır. Bazı hastalar kon trol etmek için harcadıkları zamanı azaltma ve işlevselliğini koruma acıyla kontrol davranışını sayarak sınırlamaya çalışırlar.
Agresif ve cinsel obsesyonlara genellikle, anlatma ve sorma kompülsiyonları eş lik eder. Endişe ettikleri şeyi gerçekten yapmayacakları konusunda güvence ara mak amacıyla çevresindekilere anlatma ve sorma gereksinimi duyarlar. Bu tür obsesyonlar kompülsiyonsuz da olabilir. Kendilerine ters gelen cinsel ya da saldırgan eylemlere gireceklerinden korkarlar.
Simetri ve düzen gereksinimi duyan hastalar, olayların ya da nesnelerin tam is tedikleri düzende mükemmel ya da kesin bir simetrisi olması gerektiği obsesyonuna sahiptirler. Bu hastaların ya obsesif yavaşlığı ya da büyüsel düşünceleri ön plan dadır. Obsesif yavaşlığı olanlar ayrıntılarla aşırı ilgilenirler ve amaçlarına çok geç ulaşırlar. Örneğin bir sakal tıraşı olmaları saatler sürer. Büyüsel düşüncenin ön planda olduğu hastalar ise, hayali bir tehlikeyi önlemek amacıyla simetri gereksi nimi duyarlar. Bu nedenle yapma, bozma veya sayma ritüellerine çok başvururlar.
Somatik obsesyonlar en sık kontrol etme ve güvence arama ritüelleriyle birlik tedir. Öteki OKB hastalıklardan farklı olarak, bunların birincil kaygıları kendi sağ lıkları ya da ölüm olasılıklarıdır. OKB genellikle dalgalanmalarla seyreden, kronik, çok kez yaşam boyu süren bir bozukluktur.