Dövmemek Daha İyi

Birbirinin mahremiyetine girmiş, birbirine gönül vermiş, dert ve mihnetlere birlikte göğüs germiş karı-kocanın karşılıklı anlayış havasına girmesi, birbirini hoş görmesi icab eder.

Bir insanın eşini dövmesi, dış âlemin gürültülerinden kaçarak huzur ve sükûnetine sığındığı saadet yuvasını kendi eliyle bozup dağıtması demek olur ki, bunun manasızlığı ortadadır.

Ahlâk dışı bir hareket yaptıklarında, aşırı gidilmemek şartıyla ve yola getirmek maksadıyla dövülmelerine Allah Teâlâ'nın izin verdiğini bilmekteyiz. (Nisa sûresi, 34) Bu itibarla son derece nazik ve hassas olan bu mevzuda hem kadınların, hem de erkeklerin dikkatli bulunması gerekmektedir.

Yine asr-ı saadetten alacağımız bir misalle bu çapraşık mevzua açıklık getirmeye çalışalım: İyâs İbni Abdullah (ra)'ın rivayet ettiğine göre Rasûlullâh Efendimiz: «Kadınları dövmeyiniz,» buyurmuştu. Hz. Ömer, Rasûl-i Muhterem'e gelerek: «Kadınlar kocalarına karşı isyankâr olmaya başladı,» deyince, Efendimiz de dövülmelerine izin vermişti. Bunun üzerine kocalarından şikâyet eden birçok kadın Zevcat-ı tahirat'a yâni Peygamberimizin hanımlarına dert yanmaya başladı.

Bu hali gören Rasûlullâh (sav) : «Kocalarını Muhammed ailesine şikâyet eden kadınların sayısı çoğalmaya başladı. Kadınlarını döven erkekler, hayırlı kimseler değildir.» (Ebu Dâvud, Nikâh, 42; İbn-i Mâce, Nikâh, 51; Dârimî, Nikâh, 34) buyurdu.

Görüldüğü üzere, Efendimizden büyük himaye gören hanımlar, kocalarına karşı cüretkâr davranmaya başlayınca, âyet-i kerîmeye bakarak Rasûl-i Kibriya (r.a.) kadınların dövülmesine izin vermişti. Bu defa da erkekler dövme konusunda aşın gitmişlerdi. Hz. Peygamber, bu hareketi de tasvip etmemişti; zira huysuzluk yaptıkları zaman kadınları dövmek mubah ise de, onların yaptıklarına sabr edip katlanmak ve dövmemek daha iyi idi.




İlâç Gibi

Bu hâdise de bize göstermektedir ki, ister erkek, ister kadın, insanoğlu ifrat ve tefrit arasındaki orta yolu kolay kolay bulamamaktadır. Arkalarında Hz. Peygamberin bulunduğunu bilen sahabiyye hanımların erkeklerine kafa tutmaya başlaması ile, dövme iznini koparan bazı sahabîlerin fırsatı ganimet bilip ölçüyü kaçırmaları hâdisesi son derece ibretlidir.

Efendimizin bu konudaki buyrukları, karı-kocanın iyi geçinmesinin esas olduğunu, her birinin vazifesini dikkatle yapması gerektiğini, kadını dövmenin yiğitlik ve erkeklik alâmeti olmayıp buna gerektiğinde tıpkı bir ilâç gibi başvurabileceğini ifade etmektedir.

Halife Böyle Olursa

Mizacının sertliğini bildiğimiz ve Rasûl-i Ekrem'den kadınları dövme iznini bizzat aldığını gördüğümüz Hz. Ömer'in bu konuda nasıl davrandığını büyük âlim Ze-hebî'den dinleyelim :

“Hazret-i Ömer'in hilâfeti zamanında bir adam, davranışlarını beğenmediği karısını şikâyet etmek üzere Hâlife'nin evine gelir. Kapının önüne oturur ve Hz. Ömer'in çıkmasını bekler. Derken içerden bir gürültü kopar, Hazreti Ömer'in hanımı, koca Hâlife'ye bağırıp çağırmakta ve fakat Hz. Ömer (ra) ağzını açıp da karısına tek kelime söylememektedir. Bu hali gören kapıdaki zavallı boynunu bükerek:

- Bütün şiddetine ve sertliğine rağmen, üstelik de Mü'minlerin Emîri iken Ömer'in hâli böyle olursa, benim hâlim nice olur? diyerek kalkıp giderken Hz. Ömer dışarı çıkar.
Adamın arkasından:
- Hayır ola, derdin neydi? diye seslenir. Adam da der ki:
- Ey mü'minlerin emîri! Karımın kötü huylarını ve bana karşı haddini aşıp ileri gittiğini sana şikâyet etmek üzere gelmiştim. Senin karının da sana karşı olmadık sözler söylediğim duyunca vazgeçip geri döndüm ve kendi kendime dedim ki: Mü'minlerin Emiri karısıyla böyle olunca, benim derdime nasıl deva bulacak?

Bu sözleri dinleyen Hz. Ömer, adama şunları söyledi:
- Kardeşim, karımın benim üzerimdeki hakları sebebiyle ona tahammül etmeye çalışıyorum. Zira o benim hem aşçım, hem fırıncım, hem çamaşırcım, hem de çocuklarımın süt annesidir. Halbuki o bütün bunları yapmak zorunda da değildir. Üstelik gönlümün harama meyil etmesine engel olan da odur. Bu sebeple onun yaptıklarına katlanıyorum, deyince Adam:

- Ya Emîre'l Mü'minîn! Benim karım da aynen öyle, dedi. Hz. Ömer şunları söyledi:
- Haydi kardeşim, karına katlanmaya bak! Hayat dediğin göz açıp kapayıncaya kadar geçiyor.” (Zehebî, el-Kebâir, 179)
Bir hadis-i şerifteki, «Karınızı tıpkı bir köleyi döver gibi dövmeyiniz.» ifadesine bakarak İslâm'ın köleyi dövmeye, onu ezmeye izin verdiği manâsı çıkarılmamalıdır. Köleyi efendisinin kardeşi sayan dinimiz, onun ezilmesine nasıl göz yumar? (bak. Örneklerle İslâm Ahlâkı adlı kitabımız, 133-143.)

Bu ifadeyle Rasûl-i Ekrem. Efendimiz, kadının hür olduğunu, ona köle muamelesi yapılmayacağını söylemektedir.



Kulağım Ağır İşitiyor

Daha sonra bir muşaret kaidesine temas eden Rasûlullâh (sav), yellenme gibi tabiî bir hadiseyi alay mevzuu yapmamak, yellenen kimseyi de utandırıp mahcup etmemek gerektiğini hatırlatıyor.

Evliyaullah, Nebiyy-i Muhterem Efendimizi en iyi anlayan ve onun buyruklarını en iyi tatbik eden büyük insanlardır. Onlardan biri de Hâtem-i Esam Hazretleridir. «Esam» sağır mânâsına gelir. Hâtem'in bu lâkabı almasına sebep olan hâdise, hadis-i şerifi daha iyi anlamamıza yardım edecektir:


Bir kadın Hâtem'e müşkilini sormak üzere gelmişti. İnsan hali bu ya, kadıncağız elinde olmadan yelleniverdi. Bu hadise zavallıyı perişan etti. Yer yarılsa da keşke yerin dibine geçseydi. Hâtem-i Esam Hazretleri, kadını utandırmamak için bu sesi duymamış görünerek:
- Biraz yüksek sesle konuş, duyamıyorum. Kulağım ağır işitiyor, deyince, sanki dünyalar kadının oldu. Hâtem'in gerçekten ağır işittiğini zannederek son derece sevindi.

Hâtem, kadının haysiyetini korumak için daha sonraları da sağır taklidi yapmaya devam etti ve bu yüzden «Esam» diye şöhret buldu.

Selma'yı Dövme

Kitabımızı bitirirken, yukarıdaki olaylara benzeyen ve Peygamber Efendimizi güldüren bir olayı anlatmak istiyorum.
Efendimizin hizmetkârlarından Selmâ adlı bir hanım var. Şu kadarını söyleyelim ki, bu Selmâ Rasûl-i Ekrem'in oğlu İbrahim'in ve kızı Fâtıma Anamızın doğumlarında ebelik yapmıştır. Elleriyle dünyaya getirdiği Hz. Fâtıma'yı (r.anha), dünyaya veda edip gittiğinde yıkayan hanım yine bu Selmâ'dır.

Birgün Selmâ Peygamber Efendimizin huzuruna girerek kocası Ebû Râfi'i beni dövüyor, diye şikâyet etti. Peygamber Efendimiz (sav) hemen Ebû Râfiî çağırttı ve ona:
- Hayrola Ebû Râfiî'? Selmâ ile aranız da ne var? Niçin onu dövdün? diye sordu. Ebû Râfi' de:
- Beni üzüp düşürüyor, yâ Rasûlullâh! dedi. Bu defa Rasûl-i muhterem Selmâ'ya döndü:
- Ne yaptın da onu üzdün, Selmâ? diye sordu. Selmâ da şunları söyledi:
- Ben onu üzecek birşey yapmadım, yâ Rasûlallâh. Namaz kılarken yellendi. Ben de ona: Ebû Râfi', abdestli iken bir adamdan yel çıkarsa, abdest alması gerektiğini Rasûlullâh müslümanlara emretti, dedim. Bunun üzerine, gelip beni dövdü.

Bu sözleri duyan Peygamber Efendimiz gülmeye başladı. Bir taraftan gülüyor, bir taraftan da Ebû Râfi'e şöyle diyordu:
- Ebû Râfi', o sana kötü birşey söylememiş ki, doğru olanı söylemiş. Bir daha Selmâ'yı dövme. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 272; Üsdü'1-ga-be, VII, 147-148)

Güçsüz, müdafaasız bir insanı dövmek, birinin istemeyerek yaptığı bir kusuru veya kusur sayılmaması gereken bir hadiseyi, alay mevzuu yaparak mânevi şahsiyetini rencide etmek doğru olmayan davranışlardır.

Efendimizin bu mevzulardaki tavsiyelerinin büyüklerimiz tarafından hayata nasıl uygulandığını görmüş bulunuyoruz. Cenab-ı Mevlâ'dan bizlere de bu misâllerdekine benzer anlayış ve fazilet lûtfetmesini niyaz edelim.