Simyacılara göre madde birdi ancak farklı şekiller almaktaydı. Madde ayrıca kendi parçaları ile birleşebilir ve sonsuz sayıda yeni form alabilirdi. Kuyruğunu ısıran yılan olarak gösterilen Ouroboros sembolü de bunu temsil etmekteydi.
Bu düşünce aslında Tanrı’nın birliğinden kaynaklanmaktaydı. Evreni yaratan Tanrı Ruh’a çeşitli formlar vermiş ve madde oluşmuştu ; ancak bu Tek olanın farklı görünüşlerinden ibaretti. Her yaratılan unum in multa diversa moda , Türkçesi ile farklı şekillerde tek olan idi. Simyacı ise bu formların arasında Altın olanı aramaktaydı.
Bu yönüyle simya, kendinden önce gelen tek tanrılı ezoterik düşüncenin , dönemindeki temsilcisidir.
Simyaya eşlik etmiş olan ezoterik felsefe, Mısır tanrısı Thoth’a Yunanlıların yakıştırdıkları Hermes isminden ötürü Hermetik felsefe ya da düşünce , ya da kısaca Hermetizm diye adlandırılır. Orta Çağ boyunca Hermes’e atfedilen hermetik metinler Corpus Hermeticum diye adlandırılmışlardır.
Corpus Hermeticum genelde diyaloglardan oluşmaktadır. Hermetik metinlerden en önemlisi Zümrüt tablettir.
Hermetik felsefede ruh ve madde birbiri ile iç içe girmiştir. Birisi ötekinin farklı bir görüntüsüdür. Aynı şekilde çoğu hermetiste göre maddenin de bir ruhu vardır.
Simyacılar eski düşünceye bağlı kalarak Ateş, Toprak, Su , Hava olmak üzere dört elementin (Tetrasomia) varlığını kabul etmişlerdir. Bu elementler bildiğimiz anlamlarından öte bazı özellikleri temsil etmektedirler. Simyaya göre görünen iki element , Toprak ve Su , içlerinde görünmeyen iki elementi de barındırmaktadırlar: Ateş ve Hava. Bunun dışında , bazı simyacılara göre beşinci bir element daha vardır ki bu da Ether’dir. Ether beden ile ruh arasında da aracılık görevi görmektedir.
Simyada Platon döngüsü denilen kavrama göre elementler arasında sürekli bir de dönüşüm vardır. Ateş Havaya, Hava Suya, Su Toprağa ve Toprak Ateşe dönüşmekte olup bu döngü bu şekilde sürmektedir.
Simyacılar ayrıca , Zümrüt tabletlerde belirtilen “Yukarıda olan aşağıda olanın aynısıdır” prensibinden yola çıkarak da her bir gezegen ile bir metal arasında bağlantı kurmuşlardır. Buna göre bilinen yedi gezegen ile metaller arasındaki ilişki aşağıdaki gibidir :
Güneş > Altın
Ay > Gümüş
Merkür > Cıva
Venüs > Bakır
Mars > Demir
Jüpiter > Kalay
Satürn > Kurşun
Bunlar içinden Altın ve Gümüş mükemmel metaller olup diğerleri mükemmel olmayan metallerdir. Bir teoriye göre metaller demir > bakır > kurşun > kalay > cıva > gümüş > altın sırasını izleyerek altına dönüşmekte , bu süreç döngü şeklinde devam etmektedir.
Simya ile astroloji arasında da sıkı bir ilişki vardır. Her metale bir gezegen karşılık geldiği gibi, bazı reaksiyonların gerçekleşebilmesi için gezegenlerin uygun konumu da gözlenmektedir.
Simyacıların , gnostiklere benzer bir de evren modelleri vardı. Merkezde Dünya, daha sonra yedi gezegen , etrafında sabit yıldızlar , en dışta da saf ruhlar bulunmaktaydı, bundan sonrası ise Tanrı’yı göstermekteydi.
Simyacılar için Güneş de büyük önem taşımaktaydı. Güneş bazılarına göre hayatın kaynağı , hatta Tanrısal sözün görünebilir hali idi. Bu nedenle, simyacılar Dünya merkezli evren teorisinden Güneş merkezli teoriye geçişte fazla zorlanma yaşamamışlardır.
Simyada bir önemli ayrım da dişil/eril ya da dişi/erkek ayırımıdır. Bazı simyacılar İlk Çağdaki bir düşünceyi savunmuşlar ve Tanrı’nın yaradılıştan önce hermafrodit olduğunu ve yaradılışla birlikle erkek ve dişi olarak ayrıldığını iddia etmişlerdir. Buna göre Güneş eril, dünya dişildir. Aslında dişil özellik en çok Ay ile kendini belli etmektedir.
Simyadaki bir başka düalite de macrocosmos / microcosmos ‘dur. Bu ikisi arasındaki benzerlik de daha önce gördüğümüz gibi ifadesini zümrüt tabletlerde bulmuştur. Bir başka görüş de insanın doğuşunun evrenin doğuşuna benzediği yönündedir.
Simyadaki bir önemli kavram da düalitenin yanında üçlemedir. Ünlü simyacılardan Robert Fludd “Üç dünya vardır : arketipler dünyası, macrocosmos ve microcosmos; yani, Tanrı, Doğa ve İnsan.” demektedir.
Bu üçleme elementlerde de karşımıza çıkmaktadır. Nasıl Tanrı’da bir üçleme var ise insanda da ruh,can,beden olarak üçleme vardır. Bunun elementler dünyasına yansıması ise , Kükürt, Tuz ve Cıva şeklindedir. Burada anlaşılması gereken bildiğimiz anlamda kükürt, cıva ve tuz olmamakta, ancak bunların temsil ettiği prensipler olmaktadır.
Aslında kükürt ve cıva iki karşıt prensip olup aralarında tuz ortayı temsil etmektedir. Kükürt aktif olanı temsil etmekte olup erildir. Cıva ise tam tersi olarak pasif olanı temsil etmekte olup dişildir. Tuz ise ikisini arasında bir bileşim olup , gövdeyle ruhun bağlanması gibi bağlayıcı bir görev yapmaktadır.
Kükürt – Cıva karşıtlığı aşağıdaki gibi de özetlenebilir : (Hutin)
Kükürt > Eril – Aktif – Sıcak – Sabit
Cıva > Dişil – Pasif – Soğuk – Uçucu
Bazı simyacılara göre bu prensipler baba/anne düalitesini göstermekte ve ayrı duran bu prensipler , çeşitli şekillerde birleşip yeni maddelerin oluşmasını sağlamaktadırlar.
Bazı simyacılar üç prensip ile dört elementi birleştirmeye çalışmışlar ve aşağıda özeti görülen sonuca varmışlardır (Albert Poisson , Théorie et Symboles des Alchimistes, Paris,1891) :
Kükürt Toprak (Görülebilir, Katı)
(Sabit) Ateş ( Gizli,sübtil)
Tuz Ether
Cıva Su (görünür, likit)
(Uçucu) Hava ( Gizli,gaz)
Bu arada dikkat edilmesi gereken bir nokta da simyada her sıvının Su, her katının Toprak, her gaz Hava ve de her ısı kaynağı Ateş olarak adlandırılabildiğidir.
Alıntıdır...