Majinin Temelleri

“Daha önce söylediğimiz gibi maji üzerine yazılmış kitapların büyük bir çoğunluğu sanki maji üzerine başka kitaplara dair yorumlar ve alıntılardan müteşekkildir ve bu durum, bizi nihayetinde pek aydınlatmamaktadır. Konuyu araştıran insanlar bu olumsuz sonuçla hüsrana uğramaktadırlar. Çünkü sadece majinin ne olduğunu değil, nasıl uygulanacağını da öğrenmek istiyorlar. Çoğumuz için bir şeyi bizzat kendin yapabilmek, başka insanların neler gördüklerini ve neler yaptıklarını okumaktan ya da duymaktan daha tatmin edicidir. Kipling, “The Balad of Tomlinson” kitabında başka bir açıdan ikinci el bilginin beyhudeliğine işaret eder.
Yazar daha önceki kitabında Maji Sanatı’na hükmeden genel ilkelerden bazılarını göstermeye çalışmıştı. Kitabın gördüğü ilgi nedeniyle hiçbir tehlike yaratmadan açıklanabilecek bazı uygulama talimatlarını da vermenin doğru olacağı kanaatindedir. Maji giderek karmaşıklaşan derinliklere sahiptir. Bu derinlere inmeye hazır olmayan biri için dünyanın en büyük aptallığıdır. Fakat azimle çalışmaya ve gereksiz risklerden kaçınmaya hazır olanlar için böyle bir eğitimin faydası saymakla bitmez. Bu eğitim içinde mükemmel bir şekilde işleyen düzenleyici bir mekanizmaya sahiptir; onu yanlış kullananlar çok geçmeden kişisel tecrübeyle bunu öğrenirler. Sistemi takip eden diğerleri giderek artan bir tatmin ve başarı duygusuyla, hayat ve kadere dair daha derin ve daha geniş bir içgörüyle ve kardeşlerine hizmet etmek için artan güçlerle ödüllendirileceklerdir. Kadim bilgi ve güç kişiye hem büyük bir sorumluluk, insan ruhunda hiç durmadan devam eden Yüce Çalışma’ya katılmaya başlamasıyla hem büyük bir neşe ve mutluluk verir.
“Hizmet etmek için bilmek istiyorum” kadim bilgiye kabulün parolası budur. Okuyucularımdan bu sözü samimiyetle onaylayabilecek olanlar maji yolunu emniyetle takip edebilir. Emniyetle, tabi talimatlara uydukları sürece. Bu meselelerle ilgilenen öğrencilerin önündeki engellerden biri de, buradan bir şey çıkarma, şuraya bir şey ekleme, başka bir yerde “şansını deneme” gibi denemeler yapma eğilimidir. Bu tür bir davranış aptalca ve tehlikelidir.
Öğrenci majiyi öğrenmek istiyor. Herkesin başarılı olacağı konusunda ona nasıl garanti verebiliriz? Herkes Majisyen olabilir mi? Ne gibi nitelikler lazım? Nasıl başlamak gerekiyor? Maji öğrendiğinin işaretleri nelerdir? Birinci kitabın yayınlanmasından sonra yazara bütün bu sorular sorulmuştur. Elinizdeki çalışma bu sorulardan en azından bazılarını cevaplama çalışmasıdır.
Bu sorulardan en keskin olanı “Herkes majisyen olabilir mi?” sorusudur. Evet, herkes majisyen olabilir, ancak majide kimilerinde olup kimilerinde olmayan kapasiteler gerektiren aşamalar vardır. Viktoryen dönemin romancısı Bulwer Lytton kitabına ismini veren hikayelerinden birinde Albertus Magnus’tan, majikal süreci tarif ettiği yapar: “sadece çok az kişiye öğretilecek ve malum olacaktır… bir insan majisyen olarak doğmalıdır!” Yani, bir insanın şair dogması gibi özel bir mizaçla doğmalıdır. Çok doğru bir sözdür bu, yine de hakikatin tümünü barındırmaz. Şairler doğarlar, sonradan şair olunmaz. Fakat birçok küçük şair vardır, dizeleri yüce ölümsüzlerinki niteliğine sahip olmasa da, bu onların mütevazı yeteneklerinin keyfini yaşamalarına ve böylece birçok insana da keyif yaşatmalarına engel olmaz.
Majinin biri çok heyecan uyandıran iki yönü vardır. Birincisi fenomenal majinin en önemli yanı olan “Görünür Forma Celp”, ikincisi, birincisi kadar heyecan uyandırmasa da eşit ölçüde önemli “Bilincin Başkalaşımı”dır. Uygulamada görülmüştür kimi insanlar bunlardan birinde ya da diğerinde uzman olabiliyorken, kimi insanlar ikisinde de bir güce sahip olamıyorlar. Durumu soruşturduğumuzda görürüz ki başarılı bir şekilde görünür forma celp edenlerin hepsi spiritüalistlerin maddeleştirici ortam dedikleri özel bir psikofiziksel bedene sahiptir. Bunun klasik örneği Madam Blavatsky’dir. Yalnız bu söylediğimiz majisyenin kelimenin bildiğimiz anlamıyla medyum olduğu anlamına gelmez. Medyumluğun faydaları ve zararları üzerine konuşulacak yer burası değil, ama majisyen ile medyum arasındaki farkı kısaca açıklamak gerekirse, biri kendi ruh benliği tarafından etkilenip kontrol edilirken, diğeri başka etkilerin ve kuvvetlerin kanalıdır. Kuşkusuz, birçok medyumda iç ruh-benlik medyumlukları vasıtasıyla çalışır halde olduğu için, bu ikisi arasında kesin ve kalın çizgiler çekilemez. Madam Blavatsky örneğinde onun gençlik yıllarının düzensiz ortaya çıkan ‘fiziksel fenomenleri’, Sinnet’in Incidents in the life of Madame Blavatsky kitabında kaydettiği üzere daha sonraki yıllarda onu bilinçli hakimiyeti altına getirilmiştir.
Diğer majikal çalışma türü Dr. Paul Brunton’un A Search in Secret India kitabında eksiksiz bir biçimde tarif edilmiştir.
Majikal fenomenlerin sübjektif ve objektif bu iki ucu arasında talimatlara riayet edip azmedecek birçok dürüst öğrencinin ortak iyilik için geliştirilip kullanabileceği birçok majikal güçleri bulabileceği mertebeler vardır.
Majiyle ilgili birçok kitap majikal uygulamaların uzun bir listesini verir (gerçekten de bazılarının verebilecekleri sanki bunlardan ibarettir), oysa bu kitapta majiye dahil olan çeşitli uygulamalara şöyle bir değinmekle yetineceğiz. Maji sanatının temel ayrımından “objektif” ve “subjektif” fenomenlerden hali hazırda bahsettik. Majinin bütün başarıları bu ikisini birleştirir; aslına doğrusunu söylemek gerekirse çeşitli majikal olaylar arasındaki temel fark “objektif” ile “subjektif”in çeşitli oranlarda bileşiminden oluşur. Majisyen ile çevresi arasında her zaman kesin bir etkileşim vardır ve burada majinin temel ilkelerinden birine geliriz.
Bilimsel bilgiyi giderek daha fazla kullanan ve herkesçe anlaşıldığı haliyle maddeden başka hiçbir şeyin varlığına inanmayan modern dünya, insanı çevresinden soyutlamış ve onu ikinci dereceden öneme sahip bir güneşin etrafında dönen ikinci dereceden bir gezegende hiçbir şeyden etkilenmeyen bir hayat formuna indirgemiştir. İnsanı ve Doğayı tek, canlı bir evrenin kısımları olarak değerlendiren kadimlere kibar bir dudak büküşle bakmak bir moda haline gelmiştir. “Modern Dünyanın Bilimi Yücedir” diye bağırıyorlar, tıpkı atalarının “Efeslilerin Dianası Yücedir” diye bağırdıkları gibi. Kuşkusuz tek tük de olsa bazı insanların modern bilimin bu tanrılaştırılmasını protesto etmiş ve politik ideolojilerce engellenmeyen günümüzün bazı ileri bilim adamları insan ile evreni başka bir ışık altında düşünmeye başlamışlardır. Fakat halkın görüşünün her zaman bilginin büyüyen ucundan elli yıl geride olduğu söylenir; bu bilgiye ait en son terimleri ve sembolleri kullanıyor olsalar da bu gerçek değişmez. Halk, psikologların terimleriyle bilinçaltı bir “akılcılaştırma” süreciyle yeni dünyanın sembollerini ve fikirlerini elli yıl öncesinin eski yorumlarıyla yükler ve kendinin bilimsel bilgiyi yakından takip ettiğini düşünmeyi sever!
İnsanlığın derinlerinde bir istikrar, emniyet ve güven arzusu vardır; bu arzu her zaman güven, emniyet ve istikrarı cisimleştiren hal saydığı statükoyu koruma yönünde işler. İnsanların benimsedikleri entelektüel, felsefi veya dini sistem ne olursa olsun, bunun onlar için vahşi bir dünyanın hengamesinde ve girdabında tek elle tutulabilir gerçek olduğunu görürsünüz. Fakat “Işık, daha fazla Işık” için ilahi arzu duyanlar sığınağı reddeder ve Bilinmeyene doğru korkusuzca–günümüzün ünlü büyük bir bilim adamının ifadesiyle “evren dosttur” düsturuna doğru- ilerler.
Gerçek ve bağımsız bilim bugün bu yönde ilerliyorsa, geriye dönüp kadimlere bakmalı, onların öğretilerinin dayandığı felsefeye kısaca gözden geçirmeliyiz. Ana felsefi sistemlerini Büyük Batı Kilise’sinin akademisyenlerinin aracılığıyla alan biz Batılılar “dualizm” diyebileceğimiz bir düşünce tarzına eğilimliyiz. İlahi Kaynak, Tanrı bizim için her zaman kendi yaratımının karşısında durur.
Fakat majinin dayandığı felsefe Hint “Vedanta” felsefesinde ortaya çıkan “Monizm”, yani Bircilik’tir. Bu felsefede Tanrı ve Onun Evreni bir ve aynı şey olarak görülür. Fakat bu görüşün saf ve basit Panteizm [Kamutanrıcılık] olduğu söylenebilir. Eğer Doğa’yı Tanrı’nın bütünü olarak görecek kadar aptal olsaydık, gerçekten öyle olurdu. Biz Tanrının varlığının Evrenin içinde olduğu fikrini benimsemekle kalmıyor, O’nun aynı zamanda evrene aşkın olduğuna inanıyoruz.
Maji felsefecileri için Tanrı İçkin ve Aşkın tanrıdır. Fakat bu iki terimde kolayca yanlış anlaşılabilir. Eğer “içkin” kelimesiyle gördüğümüz tezahürün gerisinde “bir şey”i kast ediyorsak, Aquinas’ın felsefi karşıtlıkları olan “töz” ve “arızi” terimlerini kullanacağız demektir. Bu ayrım her ne kadar eksiksiz bir biçimde geçerli bir ayrım olsa da, maji felsefecileri daha öteye geçip bütün tezahürün Tözsel Varlık’ın bir ifadesi olduğunu ve bundan dolayı onun kendine ait bir Gerçeklik’e sahip olduğunu söylerler. Bir felsefi sistemin mihenk taşının “Gerçek” kelimesini kullanma biçiminde yattığı söylenir. Doğuya ait bir duada “Beni Gerçek-olmayandan Gerçeğe götür denir; Doğu öğretilerinden gelen birci felsefeler genelde böyle bir fikre dayanırlar.
İlk Hıristiyan Kilise’de kimi Gnostik “sapkınlar” bu tür şeyler öğrettiler ve bu yüzden büyük kurullar tarafından reddedildiler. Docetae ve Manichees bu sapkınlardandı. İlk dönem Kilise’nin en büyük şahsiyetlerinden biri olan Hippo’lu Aziz Augustinus Hıristiyanlığa gelmeden önce Manichean felsefeyi kabul etmişti ve bunun izleri öğretilerinde görülebilir. Daha sonra Roma Katolik Kilise’sinin büyük bir otoritesi haline geldiği için bazı görüşleri Hıristiyan felsefeyi bozmuştur ve bazı mezheplerin öğretilerini bulandırmaya devam etmektedir. Fakat maddenin şer bir tabiata sahip olduğu düşüncesi Hıristiyan felsefenin bir parçası değildir, hatta hiçbir büyük Doğu ve Batı felsefesinin de parçası değildir. Bununla birlikte birçok Doğu sisteminde ve ilhamını Doğuya borçlu birçok Batı sisteminde maddi tezahürün gerçek olmadığı öğretisi görülür.
Oysa bu, maji felsefesinin özsel bir parçasını oluşturmaz. Bazen majikal öğretilerin “emanasyon” [taşma, sûdur] öğretileri oldukları söylenir. Bir anlamda doğrudur bu. Fakat bununla maji felsefelerinin Tanrı’nın evreni, Ağını Zatından çıkararak ören bir tür Kozmik Örümcek gibi kendinden sudur ettirdiği ima ediliyorsa, bu tür bir kavram majikal şemaya tümüyle yabancıdır.
Maji tüm madde evreninin fiziksel ve fiziksel olmayan bütün dereceleriyle Ezeli ve Ebedi Olanın tözsel Varlığının ve Özünün bizatihi tezahürü olduğunu söyler.
Bu yüzden fiziksel evren, bazı ‘spiritüel düşünen’ insanların inanmamızı istediği gibi şer veya ‘aşağı’ değildir; varlığın diğer planları kadar kutsaldır, onda kirli ve avam hiçbir şey yoktur. “Cahil Doğa’nın yüzüne bakar karanlığın karanlığını görür. Oysa inisiye ve aydınlanmış oraya bakar ve Tanrı’nın suretini görür.”
Demek ki gerçek olmayan madde değil, sadece onun bilincimize görünen görünüşüdür, öyle ki bilinç uyanıp açıldığında her şeyde Tanrı’nın Varlığını ve Mevcudiyetini görürüz. Dolayısıyla majinin yolu birçoklarının onu görmeyi istediği gibi, bir kaçış yolu değildir. O Tanrı’yı arayan bir maceradır ve Kutsal Kase Arayışı kadar mistik ve ilahi bir arayıştır. Gerçekten de maji, başka bir şekilde gerçekleştirilen aynı Arayış’tır.
Bu majikal felsefenin temel fikirleri Otz Haim, Hayat Ağacı diye bilinen harika “glif”de, yani bileşik sembolde cisimleşmiştir. Hayat Ağacı Kabala diye bilinen İbrani düşünce sisteminin felsefi sembolü olarak Batılı majisyenlerin kullandığı mandala, yani meditasyon sembolüdür. Kabala isminin ima ettiği gibi sözlü aktarımla kuşaktan kuşağa geçmiş bir ezoterik öğretidir. Kadim Hahamlar onu, nasıl Tevrat, yani Yasa bedeni, Talmud ruhu oluşturuyorsa, dini öğretinin içsel özü saymışlardır. Maji öğrencisinin mirasçısı olduğu tradisyonu oluşturan şey, Mısır, Kildanı, Yunan ve Acem unsurlarıyla ve Hıristiyan Ekollerin iç mistik akımıyla zenginleşmiş İbrani teosofisidir.
Dolayısıyla burada Hayat Ağacı’nı biraz ayrıntılı ele almak şarttır. Kuşkusuz burada ancak giriş bilgileri verebiliriz. Bununla birlikte Hayat Ağacı’nı tümüyle ele alan birçok kitap mevcuttur. Kitabın sonundaki bibliyografyada bu kitapların isimleri bulunabilir. Batı majisinin herhangi bir alanında başarılı bir çalışma yürütmek isteyen kişinin Kabala felsefesini biraz kavramasının şart olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Kabalanın ilk ilkesi Her Şeyin Birliği’dir. Daha önce söylediğimiz üzere bu noktada kadimi inisiyeler ile modern bilim adamları aynı zemini paylaşırlar. Kabala felsefesi parçaların Bütün ile ilişkisini ele alır ve Ağaç glifi bu ilişkiyi grafik olarak gösterir.
Majikal felsefede insana makromozmos, yani onu çevreleyen evren içindeki “mikrokozmos”, yani küçük evren denir. Büyük evrenin bütün güç ve erklerinin potansiyel olarak insan doğasında mevcut olduğu öğretilir. İnsan makromozmosun küçük bir örneğidir. Gizem Okulları’nın inisiyesinin ilan ettiği gibi, “Bende Tanrılardan olmayan hiçbir şey yok.”
Buradan şu sonuç çıkar ki büyük evrenin bütün Varlıkları ve Zekaları insanın bilincinde, mikrokozmosta bir görünüme sahiptir. Eğer majisyen cinleri, elemental varlıkları celp edebiliyor, yani çağırabiliyorsa, bunu onların kendindeki karşılıkları sayesinde yapabiliyordur. Çünkü kendisinin fiziksel, duygusal ve zihinsel araçları, yani bedenleri sayısız elemental “hayatlar”ın eylemleriyle inşa edilmiştir. Eğer Kudretli Olanları, Spiritüel Efendileri ve Sonsuzluğun İdarecilerini davet edebiliyorsa, bunlar bilince insanın doğasındaki karşılıkları sayesinde inebiliyorlardır. Eğer Güllerin Efendisi’ni davet ediyorsa, Efendi ona içinde ikamet eden Işık sayesinde yanıt veriyordur; Ezeli olanı davet ediyorsa, Sonsuzun Kudretinin ışıkları içindeki Bir’in ayrık tezahürü aracılığıyla iniyordur.
Dolayısıyla şu, nihai bir öneme sahiptir: bütün majikal çalışmalar içte başlar ve dışa yansıtılır. Bu, majinin ilk ilkelerinden biridir ve daima akılda tutulmalıdır. Bu ilke majisyenin zihnine öyle bir şekilde yerleştirilmelidir ki hiçbir şey onu silemesin, çünkü bu ilke güvenliğin gerçek mihenk taşıdır. Görülecektir ki bu ilkenin çok kapsamlı sonuçları vardır, aslında bazı sonuçları bedenli bilinçlerin kavrayışının ötesindedir. Burada hem felsefenin hem tanrıbilimin en zor sorunlarından biriyle karşılaşırız, “nesnellik” sorunu. Berkeley ile Kant buna bir açıdan, Schopenhauer diğer açıdan yanıt vermiştir. Majisyen adayı için bu iki aşırı ucun arasında bir yol tutmak ve hem nesnel hem öznel gerçekliğe inanmak akıllıca olacaktır. Çünkü bu ikisi hakiki Gerçekliğin birbirinden farklı tarzlarda ama bir arada var olan görünüşlerinden ibarettir.
Majinin pratik çalışması için hiçbir zaman unutmamız gereken bir şey, hepimizin Tennyson’un şiirindeki Shalot’un Hanımefendisi (Lady of Shalot) gibi içinde yaşadığımız evreni bir aynadagördüğümüz gerçeğidir. Üstelik bu ayna sürekli değişen bir aynadır. Bu ayna bizim kişisel bilinçdışımız, yani “bilinçaltı akıl”ımızdır. Eski okültistler ona “Duyum Küresi” derlerdi. Modern terimlerle tarif edersek o, herkesi çevreleyen psişik atmosfer, “aurasal yumurta”dır. Duyum Küresi bütün her şeyin yansıdığı bir camdır ve çırak-majisyenin öğrenmesi gereken ilk şey, bu majikal aynanın hakimiyetini ele almaktır. O dolaylı yollar haricinde dışsal dünya üzerinde çalışamayabilir, fakat kendi öznel dünyasını doğrudan değiştirip yeni bir kalıba sokabilir. Öznel dünyasındaki bu değişiklik onu dış dünyayla yeni bir ilişkiye sokacak, dış dünyanın kendi görüş açısına göre şekillendiğine tanık olacaktır. Çünkü benliğinin derin yönleri ırkın kolektif bilinçaltının ve evrensel bilincin benzer derinliklerine tekabül etmektedir.
Böyle bir tekabül ilişkisi dolayısıyla, majisyen bilincin alt denizinin güçlerine ve erklerine dair anahtarları, oradaki gelgitlere dair bazı fikirleri ve bu bilinç denizinin içinde yaşayan canlı varlıkları bulacaktır. Farklı kültürler farklı glifler, yani farklı bileşik semboller kullanmaktadırlar, fakat Batı majisinin glifi gelecek bölümde kısaca tartışacağımız Hayat Ağacı’dır.
Konuyla ilgili standart kitapları bilenler için yazarın konuyla ilgili açıklaması garip gelebilir, fakat burada verilen fikirleri kendi dillerine tercüme ederlerse, standart açıklamalardan uzaklaşmadıklarını göreceklerdir. Burada Ağaç, yalnızca farklı bir bakış açısından anlatılmaktadır.



Çeviri Murat Sağlam
All Rights Reserved. Copyright © Hermetics.org 2006