DÖRT ELEMENT VE RİTÜELLERİMİZ

Eski medeniyetler yaşamın, doğada bulunan dört ana elementten, hava, su, ateş ve topraktan güç alarak var olduğunu bildirmişler. Bu bildirinin tarihi kökenine, ilk kez ne zaman ve kim tarafından ortaya konduğuna dair pek az bilgiye sahibiz. Ama kesin olarak emin olduğumuz bir şey var ki kadim uygarlıkların tamamı bundan haberdardı. Öyle ki, kanıtlarına ulaşabildiğimiz, sırrına vakıf olabildiğimiz tarih çağları içerisinde hiç yan yana gelmemiş topluluklar bile özellikle dini metinlerinde dört elemente mutlaka yer vermişler.

Bu yazıda bu durumun nedenlerinden ziyade sonuçlarına kafa yoracağız. Diğer bir deyişle, insanoğlunun dört elementi tarih boyunca kendisiyle ve doğayla nasıl ilişkilendirdiği sorusuna odaklanacağız. Ve bu sorunun cevabı doğrultusunda dört elementin günümüz insanının yaşantısında ne gibi yansımaları olduğuna bakacağız.

Pozitif bilimin yokluğunda dini metinlerin toplumlar üzerindeki etkisi hepimizin malumu olmalı. İnsanlar, gerek doğaya gerekse kendilerinin doğa içindeki konumuna ilişkin algılarını bu metinlerde ifade etmişler.
Peki, dört element bu algının neresinde duruyor? İncelenen tüm mitolojiler, ilk iki insanın dört elementi paylaşacak şekilde yaratıldığını anlatıyor. Bu noktada, kültürlerarası farklılıklardan söz etmek mümkündür. Kimi kültürler elementleri ilk kadın ve ilk erkek arasında ikişer taneyle paylaştırırken, kimileri üçe bir şeklinde paylaştırmış. Ayrıca, farklı kültürlerin kadın ve erkeğe farklı elementleri uygun gördüğünü de biliyoruz.

Şimdi kısa bir örnekle bu paylaşımı açıklığa kavuşturalım. Mitolojik sembollerin okunması bir uzmanlık dalı olduğundan, mümkün mertebe açık ve konuyla ilgili pek az bilgisi olan insanların da anlayabileceği bir örneği Afrika’da buluyoruz.

Güneydoğu Afrika’dan Wahungwe Makoni kabilesinin (ismin bizlere biraz komik gelebileceğinin farkındayım) bildirdiği yaratılış öyküsünü, konumuzdan uzaklaşmadan,
kısaca özetleyelim:
Maori (Tanrı) ilk insanı yaratır ve ona Mwuetsi adını verir. Bir süre yaşadıktan sonra Mwuetsi yer yüzüne gitmek ister. Maori, önce karşı çıksa da onun ısrarlarına dayanamaz ve arzusunu gerçekleştirir.

Ancak Mwuetsi yeryüzüne geldiğinde her yerin soğuk ve bomboş olduğunu görür. Ne bir çimen, ne bir çalılık, ne bir ağaç ne de hayvanlar vardır. Mwuetsi ağlar ve der ki Maori’ye: “Nasıl yaşarım burada?” “Seni uyarmıştım,” diye yanıtlar onu Maori, “Sonunda öleceğin bir yola çıktın. Yine de sana senin türünden birini vereceğim.” Maori, Mwuetsi’ye Massassi adında bir eş verir.

Bir de uyarıda bulunur: “Massassi iki yıl karın olacak.” İki yıl geçer. Mwuetsi Massassi’yle sürdürdüğü yaşantısına öyle alışmıştır ki uyarıyı unutmuştur bile. Maori yeniden ortaya çıkar ve sürenin doldurduğunu bildirir. Mwuetsi feryat eder ve der ki “Massassi olmadan ne yapacağım? Kim odun ve su getirecek bana? Kim benim için pişirecek?”

Burada öyküye kısa bir ara verip Mwuetsi’nin feryadında, Massassi’nin ne anlam ifade ettiğine bakalım: Odun, su ve pişirmek. Su elementi doğrudan belirtilmiş. Üstüne çok şey söylemeye gerek duymuyoruz.

Pişirmek fiiline dikkat edelim. Burada yiyecek de denebilirdi ama pişirmek kullanılmış. Öyleyse bu ifadeyi ateş elementiyle ilişkilendirmek mümkündür.

Odunsa doğrudan toprakla ilintilidir. Bunu iki şekilde anlayabiliriz. Gelişmeleri hızlıca sunabilmek için atladığımız bir kısma geri döndüğümüzde, Massassi’nin öyküde otları, çalıları ve ağaçları doğurduğunu görürüz. Bir de kendi kültürümüzü düşünelim. “Toprak ana” ifadesini eminim hepimiz duymuşuzdur. Dünyadaki pek çok kültürde de “göklerdeki babamız” ve “toprak ana” ifadelerine sıklıkla rastlanır.

Bu açıklamalar ışığında Massassi’nin toprak, ateş ve suyu temsil ettiğini söyleyebiliriz. Bu durumda son elementin, yani havanın Mwuetsi tarafından temsil edilmesi gerekir. Gerçekten de öykünün sonunda Mwuetsi, kendi çocukları tarafından boğularak öldürülür. Bir insanı öldürmenin belki yüzlerce yolu vardır ama öyküyü yazan uygarlık boğmayı tercih etmiştir. Bunun bilinçli bir tercih olduğu bizce açıktır.
Daha uzun bir yazıda sayısız örnek aynı şeyi gösterecektir: Tarih boyunca kadın ve erkek farklı elementleri temsil edecek şekilde tanımlanmıştır. İkisinin bir araya gelmesi ise yaşamı meydana getiren koşulların tamamlanması anlamını taşır.

Şimdi gelelim, bütün bunların yaşamlarımızı hala nasıl etkilediğine. Bilindiği gibi insanlar, tarihin ilk çağlarından beri çeşitli ritüeller tasarlamışlar. Bunların kimisini inançları, kimisiniyse insanın yaşam yolculuğunun kilometre taşlarını kutlar ve anarken gerçekleştiriyoruz.

Birer örnek verelim. İbrahim peygamberin, tanrıya kurban olarak evladını sunmak üzereyken gökten bir koç inişini anlatan öyküsünü hepimiz biliriz. Bu olayı anmak için de kurban keseriz.
Yaşam yolculuğumuzun önemli anlarından doğum günlerimizi kutlamak için de üzerinde mumlar yanan pastalar keseriz.

İşte bu ritüeller sırasında, farklı elementleri, kadının ve erkeğin birleşmesini yani yaşamı kutsayacak şekilde ikili olarak bir araya getiririz. Ritüellerin olmazsa olmaz görünen adetleri, bu işlevi üstlenir.
Hava, su, ateş ve toprak. Gelin, bunları buluşturalım. doğum günlerimizden söz etmiştik. Pastanın üzerindeki mumları üflediğimizde hava ve ateş bütünleşir.

İslam kültürü içerisinde okunmuş su hazırlarken de dua okumanın yanı sıra suya üflenir. Hava ve su.
Hıristiyanlar vaftiz törenleri öncesi kutsal su hazırlarken yanan bir mumu suya neredeyse değecek ölçüde yaklaştırırlar. Su ve ateş.

Bayramlarda yahut çeşitli vesilelerle ölmüşlerimizin mezarlarını ziyaret ettiğimizde toprağı ıslatırız. Su ve toprak.

Bazı ritüellerde ise elementler bir parça gizlenmiş olabilir. Bu durumda, daha önce de kısaca dile getirdiğimiz gibi, sembolleri okumak ve yorumlamak gerekecektir. Bu kapsamda birkaç örnek vermenin yerinde olacağına inanıyoruz. Böylece, tüm bu yazı boyunca bahsettiğimiz olgunun, insan yaşamının ne kadar geniş bir alanına yayıldığı daha iyi anlaşılabilir.

Kurban kesme örneğini düşünelim. İnsanın topraktan yaratıldığı inancından hareket ettiğimizde, kurban kanının alna sürülmesi, toprak ve suyu buluşturan bir adet olarak okunabilir.

Kına gecelerinde, toprak rengindeki kınanın mutlaka mumla beraber getirilmesi de ateş ve toprak birleşimini işaret edebilir. Ama belki de en çarpıcı örnek, dört elementin tümünü bir araya getiren bir geleneğimizdir: Kurşun dökme. Gözümüzde canlandıralım, kişinin başının üzerine bir örtü serilir. Bir yandan dualar okunup yüzüne üflenirken, diğer yanda ateş kurşunu eritmektedir. Son aşamada, eriyen kurşun örtünün üzerinde bulunan suya dökülerek tekrar katılaştırılır ve ritüeli gerçekleştiren kişi, kurşunun aldığı katı biçime bakarak bazı öngörülerde bulunur. Ritüelin, kaderiniz üzerinde herhangi bir etkisi olduğuna inansanız da inanmasanız da sersemletici etkisinden kurtulamazsınız.

İnsan ruhunun somutu algılayan bilinç düzeyi, bu adetlerde hiçbir mantıklı yön göremeyecektir. Ama bilinçaltının, elementlerin birleşimini her nasılsa yakalayacağı ve özel bir günde ihtiyaç duyduğu mesaja kavuşacağı görüşü, bu alanda çalışan bilim insanlarınca savunuluyor.
Sözün özü, atalarımızın mirası, geçmişimizle birlikte bugünümüzü de aydınlatıyor.

-Alıntıdır.