Amacı zarar vermek olan Kara Büyü, Ak Büyünün zıttıdır; sonuçları ölüme ve cinayete varabilir. Kara Büyücü, Allah’tan nefret eder, doğanın kurallarına karşı gelir, kendisini yüceltmek, güçlerini arttırmak için her şeyi yapar. Kara Büyü şeytanla ve ölü ruhlarla (nekromansi) bağlantılıdır. Hz. Musa’dan başlamak üzere bütün dinler bunu bir sapkınlık sayıp yasaklamışsa da, antik çağlardan beri ölülerin ruhlarını çağırıp bu sayede geleceği öğrenmeye çalışmak; “ölü falı” bakmak oldukça yaygın bir yöntemdir. Özellikle Orta Çağ büyücülüğü bununla sık sık beslenmiştir. Orta Çağ Tanrı bilimcilerinden Rabano Mauro şöyle der: “Ölü falına bakanlar, kötü duaları ile ölüleri diriltenler, geleceği öngörüp sorulara cevap vermelerini temin eden kişilerdir. Ölüleri çağırabilmek için ceset kanı gerekiyor, çünkü bu işlemlere yardımcı olan cinler kandan hoşlanırlar.”
Kilise içerisinde yapılan kara büyü; kilise erkanının büyücülükle, azizlerle, rahiplerin şeytanlarla ve kara büyüyle ilişkili olmakla suçlananmalarına ilişkin örnekler üzerine.
Ortaçağ'da kilise, Meryem ve İsa'ya gösterdiği ilgimim bir okadarınıda Şeytan'a göstermiş, İblis'ten , ona koşuntuluk eden cin güruhundan duyulan korkuyu arttırıp kendine yontarak karanlık güçlerden beslenmişti. Üstüne üstlük, Kilise en az profesyonel büyücüler kadar büyü yapabilen kendi, eğitilmiş ruh kovucular tayfasına sahipti.
İnsanların zihninin simyayla meşgul olduğu bir dönemde, ruhban sınıfı da bir istisna oluşturmuyordu. Neredeyse her yerel bölge papazı simyasal deneylerle ve kara büyüyle, ama az ama çok ilgileniyordu. Avrupa'nın her tarafındaki bir çok manastırdaysa durum dahada vahimdi. Bir çok keşiş, frer ve papazın aziz madolyonun birde öbür yüzü vardı. Kapatılmışlık ve doğal olmayan hayat koşulları manastırlarda ve rahibe manastırlarında yaşayanların haleti ruhiyesini perişan ediyor ve anormal alışkanlıklar doğuruyordu. Histeri ve cinsel rahatsızlıklar bir yandan dinsel aşka vecde), öte yandan da Cehennem, Şeytan ve sayısız cin rüyetlerine kapı açıyordu. Kara büyünün yetişmesi için arasan daha iyi bir alan bulunamazdı.
Keşişler ne her zaman dini vecibeleri harfi harfine uygulayan müminlerdi, ne de birçoğu yeminini edip, maddi hayattan elini eteğini çekmişti. Her nekadar hepsi için dinen bekarlık ve en azından zevahiri kurtaracak kadar iffetlilik buyrulmuş olsa da bu iffetin çoğu zaman maskaralıktan başka bir şey olmadığı konusunda onlarca kanıta sahibiz ve düştükleri sapıklıklar orucu bozan ufak hatalardan çok daha galizdir.
Bundan dolayı, bu adamların ve tanınmış ''azizler''in adının Satanik tezahürlerle ve cin ziyaretleriyle bu kadar çok anılıyor olmasında şaşılacak bir durum yok. Hadi bir kısmını safdilliğe, batıl inanca ve dış dünyayı etkileme arzusuna yoralım; ama yinedee, bu insanların ruhlar aleminin karanlık ve kötü niyetli güçleriyle, lamı cimi yok, gerçekten temasa geçtikleri sonucuna varacak kadar elimiz rahat.
Ortaçağ'daki ''azizler''in çoğunun günümüzde de kutsal addedileceği şüphelidir. Daha ziyade, psiko-analiz ve akıl hastalıkları uzmanları için iyi bir malzeme konusu olacaklardır. ''Dini-bütün'' edimlerinin çoğu, kendi söylediklerini yalanlayacak şekilde, o yüce kökenin daha da ötesinde gelen güçlerlerin etkisialtında hareket etmeye ayartan anormal birruh halini ele vermektedir. İsa'nın çarmıha gerilmiş figürünü tinsel olmaktan çok cinsel (şehevi) bir aşkla düşünen bir çok kutsal kadın vardı. 1303'te Troyes Piskoposu Guichard, bir cin çocuğu olmakla ve ne zaman Satanik yardıma ihtiyaç duysa babasını çağırmakla suçlanmış ve buna istinaden zindana atılmıştı.
Ortaçağ'da kilise içersinde kara büyücülüğün en çok uygunlandığı ülkeler İspanya ve Portekiz'di. Bu ülkeler halihazırda Kuzey Afrikalı Müslümanlardan büyü, kara büyü ve simya hususunda epey bilgi edinmişlerdi ve bu kültler keşişlerin ve papazlığın ezoterik (batıni) bilgisine zerk edilmişti. Bu sonuncusu semirdikçe şunu gördü: Kara büyüyle arka çıkılan bir dünyevi güç kazandıkça manavi güçlerin de memnun edici şekilde artıyordu. Geçmiş devirlerde Kilise aşırı hırslı adamlardan geçilmezdi ve siyasal egemenlik okuluydu. Bu bağlamda sırları çok işe yarıyodu, zira aklı zayıf kraliyeti ve tanınmamış bir güç elinde bulunduran kadınlar bu sayede etkilenebiliyorlardı.
Öte yandan, o dönemde kültürü ve bilgiyi Kilise elinde tutuyordu. Bu yüzden, zekası ve başarıları çağının ötesinde olan bir çok kişi, sırf her sınıftan insan ne onları nede eserlerini anlayamadığı için sihirbaz veya büyücü ününe kavuşmuştu. Mucize konusundaki ünü alıp başını yürümüş olan Thomas Aquinas pekala bu grubun içersine dağil edilebilirdi. Gerçi, en azından bir kara büyücünün efendisi (veya eğitmeni ) olduğu bilinmektedir.Bu kişi Bavarya'da Ratisbon Psikoposu olacak olan Albertus Magnus'tan başkası değildi.
Kilise bir yandan kendi duvarları dışındaki her türlü okült bilginin veya tezahürün önüne geçerken, öte yandan İblis'e atfedilen işler başkalarınca yapıldığında, içeride bunlardan yararlanmasını ***et iyi biliyordu. Ancak, büyü uygulamaları ister grup ister bireyler arasında çok göze batar olduğunda, papa veya temsilcileri bunları açıkca itham etmek zorunda kalıyordu. Mesela kilise uyarına gelince, çok tutulan ve ruhban sınıfının tüm katmanlarınca da kullanılan bir gelecekten haber verme yöntemini açıkca yasaklamıştı. Bu yönteme ''Sortilegium'' deniliyordu veya kur'a ile gelecekten haber verme. Hatta, bu yöntem bizzat Aziz Augustine tarafından da kullanılmıştı.
Sistem takır takır işler kolaylıktaydı.