Türkiye’de iktidar araçlarını elinde tutan Erdoğan ve Avrasyacıların ABD’deki Reza Zarrab davası (artık Hakan Atilla davası) için bir süredir kullanmak zorunda oldukları söylem bu. Hepsinin ortak görüşünü ihtiva etmesi bakımından koalisyonun küçük ortağının sözlerini alıntılayalım. Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek diyor ki, “ABD’nin bu tavrına karşı mücadele etmek bir milli tavırdır. ABD’deki davada Türkiye’nin bütün milli güçlerinin bir ortak tavır içinde olması lazım”.

AKP Sözcüsü Mahir Ünal da dün yaptığı açıklamada, bu davanın ‘sanığının’ Türkiye olduğunu iddia etti. “Bu dava üzerinden Türkiye’yi köşeye sıkıştırmak isteyenleri görüyoruz, millet de görüyor. Türkiye’yi sanık sandalyesine oturtmak isteyenlere izin vermeyeceğiz” sözlerini sarf etti.

Gerçekten de ‘sanık’ Türkiye mi? Türkiye mi yargılanıyor? Bu Türkiye için milli ve yerli bir dava mı? Yoksa totaliter yalanların ustası ile fabrikatörü, yeni ‘ütme’ taktiği olarak bu yalana mı sarıldı? Erdoğan ve paralel örgütünün işlediği suçlar, neden Türkiye’nin suçu olsun ki?

Etiyopya’nın Ankara büyükelçiliğinden görev yapan bir şahsın, alkollü iken kaza yapınca alkol-metreyi üflemektense “Türkiye ile Etiyopya arasında savaş çıkarırım” diye tehdit etmesi gibi… Kardeşim savaş çıkarmana gerek yok, sadece alkol-metreyi üfleyeceksin. Yalnızca alkollü iken araba kullanıp kaza yapmaktan dolayı hesap vereceksin. O kadar. Buradan “Büyük Etiyopya” ile Türkiye arasında savaş çıkarmana lüzum yok.

Aslında Reza Zarrab etrafında yürüyen soruşturmalarda da olan bu. Aradaki fark, birinin içmekten sarhoş, ötekinin güçten sarhoş olmuş olması. Biri, iki ülke arasında savaş çıkarmaya muktedir değil iken ötekinin fazlasıyla gücünün yetecek pozisyonda olması. Birinin suçu sadece iki arabaya çarpmak iken ötekinin bütün dünyayı karıştırmış olması.

EVET ‘MİLLİ’ BİR DAVA

Bu dava milli bir dava mı? Ben kendi adıma cevap vereyim: Evet, tersten bakarsak benim için bu yerli ve milli bir dava. Miyazaki’nin yedikçe domuza dönüşen karakterleri gibi doymak bilmeyen kursakları için bu ülkeyi soyup soğana çevirenlerle hesaplaşmak milli bir davadır. Bahse konu bu hesaplaşmayı kendi mahkemelerinde yapabilecekken bu ülkenin yerli ve milli polislerini, savcılarını hapse atan haydutların yakasına yapışmak milli bir davadır. Bu ülkenin hükümetini İranlı bir kara para tüccarının önüne yatırdığı için Amerikan ellerinde Türk devletinin haysiyetini yerlere düşüren bir çeteye meydan okumak milli bir davadır.

Yok eğer Perinçek’lerin, AK’perestlerin (Mustafa Ünal’ın kulakları çınlasın) kastettiği manada tartışacaksak da dolandırıcılığın Türkiye topraklarında ve Türk siyasetçilere rüşvet verilerek yapılmış olmasının ötesinde bu davanın yerli ve milli hiçbir tarafı yoktur.

Ne rüşveti veren yerli ve millidir, ne rüşvete konu işlemler yerli ve millidir, ne de ödenen rüşvetler TL olarak yerli ve millidir.

Ambargo delinmiş midir? Delinmiştir?

Bunun yasak olduğunu Erdoğan ve suç ortakları bilmiyor muydu? Biliyordu.

“Devlet” kendisini uyarmış mıydı? Evet, uyarmıştı. Hem Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) hem Bankalar Birliği resmi yazılarla uyarılar yapmıştı.

ABD uyarmış mıydı peki? Evet, o da uyarmıştı. Dönemin ABD Hazine Müsteşarı David Cohen (Daha sonra CIA Başkan Yardımcısı oldu) 2011, 2013 ve 2014’te sırf bu nedenle Türkiye’ye gelmişti. Hem BDDK hem Halkbank hem de Aktifbank yöneticilerini ikaz etmişti.

Peki siz bu ambargoyu haksız buluyorsanız açıkça karşı çıkmış mısınız? Hayır.

ABD bankacılık sistemine dahil misiniz? Evet.

Baştan o sistemin kurallarını kabul etmiş misiniz? Etmişsiniz.

Peki bu ihlaller sırasında başka suçlar işlemiş misiniz? Fazlasıyla.

Neler mesela? Rüşvet, vergi kaçakçılığı, kara para aklama, kamu bankasını zarara uğratma, sahte evrak düzenleme, hayali ticaret, ne ararsan var.

Peki bütün bunlardan Erdoğan’ın haberi var mı? Bittabi.

Erdoğan, Reza’ya sahip çıkmış mı? Hem de ‘hayırsever işadamı’ diyecek, onun için ABD’ye bir günde 2 nota verecek kadar.

Peki Türk polisi bütün bu kirli ilişkileri, suç delillerini yakalamış mı? Yakalamış. Üstelik inkara yer vermeyecek şekilde… Yine de inkâr edebilmiş olmalarının nedeni belgelerin zayıflığı değil, hırsızların yüzsüzlük ve pişkinlikte uzaya erişmiş olmaları.

Savcılık bu kanıtlara dayanarak operasyon yapmış mı peki? Yapmış.

Peki yargılama olmuş mu? Hayır.

Neden? Çünkü o rüşveti alanlar, o kara para tüccarının önüne yatanlar bir gecede bütün polisleri görevden almış, yargıyı askıya almış, demokrasiyi rafa kaldırmış ve mafya gücüyle soruşturmanın üzerini örtmüş. Meclis’teki Yüce Divan oylaması da Zafer Çağlayan’ın “Biz gidersek Bilal da arkamızdan gelir” tehditleri eşliğinde, gençlik tabiriyle ‘LOL Party’e (Kahkaha Partisi) dönüşmüş. Meclis Adalet Komisyonu Başkanvekili Hakkı Köylü de çıkıp delil CD’lerinin üzerinde tepinmiş.

Yetmemiş, polisleri de hapse atmışlar.

O da yetmemiş eşlerini, kızlarını da cezaevine koymuşlar.

BİR GRUP MUHTERİSİN SUÇUNUN FAİLİ NİYE TÜRKİYE OLSUN Kİ?

E o halde neden sanık sandalyesine Türkiye oturuyor ki?

Bir grup açın, bir grup muhterisin haydutluklarının cezasını neden Türkiye çeksin?

Sanık sandalyelerinden kendileri kalkıp Türkiye’yi oturtmaya yeltenenlere en başta bu ‘devlet-millet’ hassasiyeti olanların karşı çıkması lazım değil mi? “Sen bu devleti kendi kepazeliklerine alet edemezsin” demeleri gerekmez mi? Evet ama öyle olmuyor işte. O zaman sırf kendi ideolojik çıkarları veya belli bir kesime iflah olmaz nefretleri yüzünden “AKP’nin yerine Türkiye’yi o sandalyeye oturtanlar”, hiç bize ‘vatan’ edebiyatı yapmasın.

Siz Türkiye’de yerli ve milli bir davaya izin mi verdiniz ki?

Hele o gün sesi çıkmayanlar, itiraz etmeyenler, hukuk iğfaline açık ya da örtülü destek verenler şimdi kalkıp “Hedef Türkiye! ABD bizi yargılayamaz! Biz kendi kendimize cezasını veririz!” diyemez. Derlerse de samimiyetine zerre kadar inanmam, güvenmem.

***

REZA NE KADAR MİLLİ İSE BU DAVA DA O KADAR MİLLİDİR

Bu işin bir boyutu.

Biraz da esasa bakalım.

Mesela bu ‘uygunsuz içerikli’ filmin yardımcı oyuncusunu (başrol oyuncusunu herkes biliyor) biraz yakından tanıyalım. Çünkü kilit isim o. O ne kadar yerli ve milli ise bu dava da o kadar yerli ve millidir.

Kendini “İran rejiminin ***retli çocuğu” olarak tanıtıyor. Kime? İran Merkez Bankası’na. Yıl 2011. Dönemin İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’ın uluslararası ambargo nedeniyle ‘ekonomik cihad’ ilan ettiği yıl. Kendisi de bundan faydalanmak istiyor. Bu imtiyazı veren makamlara yazılar yazıyor. Hem Ahmedinejad’ın şahsına hem de Merkez Bankası’na mektuplar gönderiyor.

Diyor ki, “Zarrab ailesi, İslam devriminin bilgi liderinin gösterdiği yolda Amerikan yaptırımlarını delmek için çalışmaya hazırdır.”

Buradaki ‘İslam devrimi’ gibi ifadelere takılmayalım. Bizzat ABD’deki davanın savcısı açıkladı ki Reza, New York’taki cezaevinde bile gardiyanlara rüşvet verip içeri kadın, içki, uyuşturucu ve yiyecek sokmayı başaran bir adam. Burada bizi ilgilendiren kısmı rüşvetle içeriye soktuğu şeyler değil. Bu detayı vermemin nedeni, Reza’nın nasıl bir ‘tüccar’ olduğunu örnekleyebilmektir. Haliyle dünyanın en iyi din tüccarları ile frekanslarının tutması da ***et tabiidir. İşin fıtratında var.

Neyse, kaldığımız yerden devam edelim. Başka ne diyor mektupta: “İran’ın bilge liderinin de açıkladığı gibi, bu yıl bir ekonomik cihad yılı da olacağından, yarım yüzyıllık bir döviz alım-satımı tecrübesine sahip Zarrab ailesi, Türkiye, Birleşik Arap Emirlikleri, Rusya ve Azerbaycan’da şubeler açarak, yaptırımlara karşı mali ve döviz politikalarında her türlü işbirliğinin bir ahlaki görev olduğuna inanmaktadır.”

Tamam, elde var bir. Demek ki Reza, kendi çıkarları doğrultusunda İran rejiminin menfaatleri için çalışan ‘***retli bir çocuktur’.

Ne kadar yerli ve milli bir dava, düşünün artık!

İRAN DERİN DEVLETİNİ FİNANSE EDEN AİLE

Gelelim ikinci belgemize. 2 Eylül 2012 tarihli İstanbul Emniyeti İstihbarat raporu… Mali Şube’ye gönderilen bu raporda, Zarrab’ın değişik ülkelerdeki kara para üsleri sıralanıyor, sonra da “Bu ticari ilişkilerinde kolaylık sağlaması amacıyla İran’lı üst düzey yetkililerle irtibat kurduğu belirlenmiştir” deniyor.

Devamında, “Söz konusu şahısların Rıza Sarraf liderliğinde, hiyerarşik bir sistem içerisinde hareket ederek kaynağını gizli tuttukları, şüpheli para transferleri gerçekleştirdikleri, ticari faaliyetleri dışında elde ettikleri ve kaynağı belli olmayan paraları yurt dışından Türkiye’ye getirdikleri tespit edilmiştir” şeklindeki bulgulara yer veriliyor.

Yazıda Reza ile birlikte hareket ettikleri belirtilen isimler; kardeşi Muhammed Zarrab, ortağı Abdullah Happani, Mehmet Happani, Taha Ahmet Alacacı ve yine İran kökenli Jafar Einaki Koucheh Bagh.

Muhammed Zarrab, Reza’nın Türk vatandaşlığına geçirebilmek için dönemin İçişleri Bakanı Muammer Güler’e 1 milyon dolar, dönemin AB Bakanı Egemen Bağış’a da 500 bin dolar rüşvet verdiği ağabeyi Muhammed Reza Recai Zarrab. Muammer Güler, 11 Ekim 2013 tarihinde Reza’yı arayıp Muhammed ile babası Hüseyin’in istisnai vatandaşlıklarının çıktığını müjdeliyordu. Muhammed Zarrab ve baba Hüseyin Zarrab, Reza’nın Dubai’deki ayaklarıydı. Aynı organizasyonun parçalarıydılar.

New York’ta yürüyen davanın iddianamesinde Muhammed Zarrab da var. Zarrab ailesinin İran Devrim Muhafızları’na bağlı Kudüs Gücü ve Hizbullah’a maddi kaynak aktardıkları öne sürülüyor. İran’a yönelik yaptırımlara dahil edilen Mahan Air, Kudüs Gücü ve Hizbullah operasyonlarında kullanılan bir hava yolu şirketi. İddianameye göre Mahan Air, Hizbullah’a ve başta Suriye olmak üzere bölgedeki çatışma bölgelerine savaşçı, para ve silah taşınmasında kullanılıyordu. Zarrab ailesi de Mahan Air üzerinden Kudüs Ordusu’nu finanse ediyordu.

Ne derece milli ve yerli bir dava, siz karar verin!

İRANLI SUİKASTÇİYE PARA DESTEĞİ ZARRAB’DAN

Zarrab’la ilgili bir başka terör suçlaması, 2011 yılında Suudi Arabistan’ın Washington Büyükelçisi Adil el-Cubeyr’e suikast yapmayı planlayan İran asıllı ABD vatandaşı Mansour Arbabsiar’ın finanse edilmesiydi. Olayı soruşturan FBI, tetikçi Arbabsiar’a gönderilen 1.5 milyon dolarda, Reza Zarrab’a ait olan İstanbul Mercan’daki Azra İthalat İhracat Şirketi ile Zarrab’ın sağ kolu Happani’lere ait Hacer Mücevherat Kuyumculuk’un izlerine ulaşmıştı. Ancak Hacer Mücevherat’ın çalışanları da Zarrab’ın adamlarıydı. Yani aslında o da Zarrab’ın şirketiydi.

Bu durumda İran Kudüs Gücü askerleri Suriye’de Esad ordusu için savaşırken Zarrab da onlara maddi destek sağlıyordu. Onun rüşvetlere boğduğu AKP kabinesi ise Esad’a karşı muhalifleri silahlandırıyordu. Erdoğan ve adamları, fiilen savaş halinde olduğu bir ülkenin gizli ordusunu finanse eden adamların önüne yatıyordu.

Bu dava işte bu kadar ‘milli’ ve ‘yerli’dir işte!
Ahmet Dönmez